Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
En Mükemmel Yaratık İnsan
En Mükemmel Yaratık İnsan
Meni denen basit su damlasını yoktan var eden Ulu Allah, ona çıkış merkezi olarak da kadınların göğüslerini, erkeklerin bellerini tayin etti, ana rahmine düşürdü. Burada birbirine benzeyici çeşitli parçalar, çeşitli şekil ve biçim aldılar. Mesela, dayanıldı ve sert kemikler, kan akan damarlar, incecik sinir telleri ve besleme cihazları, hep meniden teşekkül ettiler. Meni devam ile vücudu dik tutacak sert kemik, alınan gıdaları sindirici aletler ile dolu karın, beş duyu azasını taşıyan kafa haline geçti.
Tehlikelere karşı koruyucu kapakları, çapaklarını temizleyici suyu ve kirpikleri ile çeşitli tabakalar halinde ulu Allah'ın yarattığı göz dünyamızı aydınlatarak ilahî güzellikleri görmemizi sağlıyor. İlahi hikmete bakınız ki, ortasına yerleştirilmiş göz bebeği denilen küçücük mercek ile uzağı yakını, yeri göğü görme kabiliyetine sahip kılıyor. Acaba gözsüz bir dünya hayatının tadı olur mu? Elbette ki olmaz. İnsan oğluna göz bahşederek onun dünyasını aydınlatan ulu Allah'a şükürler olsun, amin.
Yüce Allah yine aynı meniden, içinde acı' bir sıvı maddesi bulunan boru halinde kulağı yarattı. Bu sıvı ses dalgalarını iç kulağa iletir ve kulaktan içeri girmek isteyen her türlü böcek vesaire den koruma vazifesini görür. Kepçeyi andıran kulak kepçesi ise hepimizin bildiği gibi, ses dalgalarını toplamaya yarar. İç kulağa iletilen toplanılmış ses dalgaları, oradan beyine ulaşır ve beyinde de beynin manalandırması sonucunda duyum haline geçer. İşte ses dalgalarının böyle beyin tarafından manalandırılma işine biz duyma, (işitme) olayı diyoruz. Kulağın bu en ince hesaplarla yapılışı karşısında her akıllı kişinin Allah'ın varlığı, birliği ve sonsuz gücünün tezahürleri hakkında düşünmemesi hiç bir zaman olağan bir durum olarak karşılanamaz. İnsanoğlu tüm bunlardan derin ve büyük manalar çıkararak ibret almalıdır.
Evet, bir de burnumuz var, acaba bir manası ve vazifesi yok mu? Yüzümüzün ortasına bir çıkıntı halinde burnumuzu yerleştiren ve ona iki delik açarak en güzel ve en uygun şeklini veren ulu Allah onun vasıtası ile hava ve koku almamızı sağlamıştır. Ö yüce yaratan beş duyu organımızdan koku alma hususiyetini (özelliğini) ve vazifesini burnumuza tahsis etmiştir. Aldığımız iyi kötü, faydalı zararlı ve türlü çeşitli kokuları hep bu organımızla alırız. Görülüyor ki bunda da birçok ilahî hikmetler saklıdır.
Tam bir teslimiyet içinde ibretle düşünmemiz gerekir ki, ulu Allah bütün bunları bir damla su olan meniden halk etti ve meniye dikkatle baktığınız zaman ise, onda birçok küçücük çizgiler halinde' noktalar bulunduğunu görürsünüz. Ve onun içinde onu mükemmel bir insan yapan herhangi bir alet ve güce rastlamamız imkansızdır.
Şimdi soralım. Sizin hiç, ustasız, aletsiz yapılmış bir resim, bir eser veya herhangi bir şey gördünüz mü? Daha açıkçası her ne olursa olsun, herhangi bir şey kendiliğinden meydana gelebilir mi?
Hep biliriz ki resmi yapan bir ressam, masayı yapan bir marangoz, elbisemizi diken bir terzi ve ayakkabımızı imal eden bir ayakkabıcı vardır. Kısaca, bunların hiç birisi kendi kendine var olamaz. Şu halde saat gibi hiç şaşmadan çalışan kainat düzeninin kurucusu kimdir? Daha başka bir deyimle, muhteşem insan eserini yaratan ustalar ustası, güçlüler güçlüsü kimdir? Evet, dünya nizamını kuran, insanı yaratan, ezelî ve ebedî gücün sahibi ulu Allahtır. Her şeyi O, var etmiş, her şeyi gene O, yok edecektir. Bir damla meniden koca dünyaya hakim olan insanı yaratan ulu Allah'a sonsuz şükürler olsun, amin.
Biz, insanı yaratan ulu Allah'ın kudretinin kemali rahmetinin tamamı karşısında daima hayranlık duyarız. Çünkü O, kudret ve rahmeti ile insanı dünyaya getirdi, onu merhamet ve şefkat kanatlarının altına alarak ana rahmine düştüğü andan itibaren ölene kadar besledi, büyüttü ve de korudu.
Hepimizin iyice bildiği gibi, yine tekrar söyleyelim ki insan, başlangıçta bir damla meni idi, sonra ana rahmine düştü, burada en güzel şekilde beslenerek dokuz ay içinde her azası eksiksizce teşekkül etti. Artık yatağına sığmayan yavru insan, ana karnından dışarı çıkmak, dünyaya varmak istiyordu. Böylelikle hem kendisi rahatlayacak, hem de yükünü yeteri kadar taşıyan anası hafiflemiş olacaktı. Ulu Allah'ın takdir buyurduğu andan itibaren baş aşağı harekete geçen bebek, kendisine mahsus yolundan çıkmak suretiyle fani dünyaya gözlerini açtı. Doğum hadisesi dediğimiz bu esnada yavru insan, tıpkı aklı başında ihtiyacını bilen ve yolunu görebilen koca bir insan gibiydi. Mesela, bebek neden baş aşağı dönerek doğar? Çünkü dönmez ise ölür. Neden tam gününde doğar? Çünkü doğmaz da gününü geçirirse gene ölür. Bütün bunları, takdir eden ulu Allah’tır. Ve insan bunları düşününce, yüce Allah'ına şükretmekten kendini alıkoyamaz.[16]