Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
ZEKÂT VERMENİN HAKİKATİ
ZEKÂT VERMENİN HAKİKATİ
Namazın hakikati ve sureti olduğu gibi, zekâtın da bir hakikati vardır. Zekâtın hakîkati ve esâsı bilinmezse, zekât ruhsuz, hakikatsiz bir suret olur. Hakikati üç derecedir:
Birinci Derece: İnsanların Allahü Teâlâ'yı sevmek ve onu dost tutmakla emredilmiş olmalarıdır. Allahü Teâlâ'yı sevmiyorum diyen bir mü'min yoktur. Hatta, hiç bir şey'i Allahü Teâlâ'dan çok sevmemekle me'mûrdurlar. Bahusus Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruluyor;
“Yâ Muhammed, onlara söyle: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, akrabalarınız, uğruna kavga ettiğiniz mallarınız, iyi olmamasından korktuğunuz ticâretleriniz, beğendiğiniz ve rahat oturduğunuz evleriniz; Allah'dan, Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihâd etmekten, sizin için daha kıymetli ise, gözünüz Allahü Teâlâ'dan gelecek emir için yolda olsun. Allah haddi aşanlara hidâyet vermez” Allahü Teâlâ'yı, herşeyden çok seviyorum demeyen bir rnü'min yoktur. Hakikaten öyle olduğunu zanneder. O hâlde, bir kimsenin elinde bulunmayan kuru bir iddia ile gururlanmaması için bir îzâhda bulunmak ve bir nişan vermek icâbediyor. Mal, inşânın sevdiği şey'lerden biridir. Allahü Teâlâ insanı bununla imtihan ediyor ve buyuruyor ki:
“Eğer iddianda haklı isen, âşikı olduğun bu malı feda eyle ve bizi sevmekteki dereceni anla”.
Bunu anlayanlar üç kısımdır;
1- Sıddîklar: Onlar her şey'ini feda eyledirler. İki yüz dirhemden beş dirhem vermek, bahîllerin işidir.
“Bize lâzım olan, sevdiğimizin sevgisi için ikiyüz dirhemi de vermektir.” dediler. Hûsûsen Ebû Bekri's-Sıddîk (Radıyallahü anh) bütün malını verdi. Resûlüllah buyurdu:
“Evdekilere ne bıraktın?” Cevabında:
“Allah'ı ve Resûlü'nü bıraktım” dedi. Hazreti Ömer malının yarısını verdi. Ona da:
“Evdekilere ne bıraktın?” diye sordu.
“Yarısını bıraktım”, diye cevâb verdi. Peygamber efendimiz (Saliâllahü aleyhi ve sellem):
“Aranızdaki fark, sözleriniz artışındaki fark gibidir,” buyurdu.
2- Sâlihler: Sâlihler, Allahü Teâlâ'nın iyi kulları, mâlı bir defada elden çıkarmadılar ve ona güvenmediler. Yanlarında saklayıp, fakirlerin ihtiyaçlarını ve iyilik yapmak, hayır işlemek yollarını gözettiler. Kendilerini fakirlerle bir tuttular. Zekât miktarı vermekle yetinmediler. Yanlarına fakir-fukara gelince, onları kendi ev halkından saydılar.
3- İyi İnsanlar: Bunlar, iki yüz dirhemden; beş dirhemden fazla veremediler. Farzı yapmakla yetindiler. Emri severek, beğenerek ve vaktinde yerine getirdiler. Fakirlere hiç minnet etmediler. Bu ise en aşağı derecedir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın kendisine verdiği iki yüz dirhem gümüşten, yine O'nun emri ile beş dirhemi veremeyenin Allahü Teâlâ'yı sevmekten nasîbi yoktur. Beş dirhemden fazla veremeyenin sevgisi gaayet zayıf olup, bahîl dostlardan sayılır.
İkinci Derece: Kalbi bahîlliğin, cimriliğin bulaşıklığından ve pisliğinden temizlemektir. Çünkü kalbdeki bahîllik, Allahü Teâlâ'ya yakınlığa lâyık olmayan bir pislik gibidir. Bahusus zahirdeki necaset, pistik inşânın namazdan uzak olmasına sebeb oluyor. Bahîllik pisliği, mal vermedikçe temizlenmez. Bunun için, bahîllik pisliğini silip, temizleyen zekât; içerisinde necaset yıkanan bir dere gibidir. Ve yine bunun içindir ki, Peygamber efendimize (Sallâllahü aleyhi ve seliem) ve ehl-i beytine zekât ve sadaka vermek haramdır. Onun mansabını insanların mallarının kirlerinden korumuşlardır.
Üçüncü Derece: Nimete şükür etmektir. Mal bir nimettir. Çünkü dünyada ve âhirette mü'minin rahat etmesine sebeb oluyor. O hâlde: Namaz, hac ve oruç beden nimetinin şükrü olduğu gibi; zekât da, mâl nimetinin şükrüdür. Bu nîmet sebebiyle kendisinin kimseye muhtaç olmadığını, fakat kendisi gibi bir Müslümânın zavallı ve muhtaç olduğunu görünce kendi kendine:
“O da benim gibi Allahü Teâlâ'nın kuludur. Beni ona muhtaç etmeyen ve onu bana muhtaç edene şükretmeliyim, Onu sevmeliyim. Olmaya ki bu mal bir gecede benden alınır. Şâyed kusur edersem, beni onun gibi, onu da, benim gibi yaparlar”, demelidir.
Bu hakikatleri bilenin ibâdeti mânâsız bir sûreî olmaktan kurtulur.[819]
29- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki
“Yağmur, nehir, çeşme veya akan sularla sulanarak yetiştirilen ürünlerde zekat olarak onda biri vardır. Hayvanla, hortumla, su serpmekle yetiştirilen ürünlerde zekat olarak yirmi de biri vardır.”[820]