Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
Orucun Hikmetleri
Orucun Hikmetleri
Oruç, İslâmlık binasının üzerinde yükseldiği beş ana temelden biri ve önem sırasına göre, namazdan sonra ikincisidir. Ana gayesi, mü'mini hayvanı içgüdülerin ve âdi şehvet duygularının pençesinden kurtarıp, melekliğe doğru yükselişin hür ve engin semasında kanat çırpmayı mümkün kılacak bir ruh olgunluğuna ve ermişlik sırrına kavuşturmaktır.
Büyük Allah âşığı Mevlânâ'nın:
“Ben, binbir renkli çiçeklerle bezenmiş ilâhî bahçelerin tatlı nameli bülbülüyüm; bu süfli toprak dünyası benim ana vatanım değildir. İki üç günlük bir beden kafesine ruhumu hapsetmişler de, o yüzden şu anda buradayım.” diyen yakıcı sözlerinin manâsını iyice hazmedip insanoğlu için tek ve baş gayenin Allah'a doğru ilerlemek olduğunu, orucun da kulu dünyaya ait nefsanî ağırlıklardan kurtarıp, mesafeleri yutabilecek bir ruh hafifliğine kavuşturduğunu düşünürsek, bu yüce ilâhî emrin değerini daha iyi takdir ederiz.
Orucun bu ana gayesi yanında vücut sağlığı ile cemiyet düzeniyle ilgili ikinci dereceden daha birçok hikmetleri de vardır, elden geldiği kadar bunları belirtmeye çalışalım:
Sözün burasında okuyucudan, gereğince dikkat buyurmasını rica ederek, ifade etmeliyiz ki, oruç, derece bakımından üç kısma ayrılır:
a) Halkın tuttuğu avam orucu.
b) Nefsinin dizginlerini elinde tutan seçkinlerin orucu. (Savm-ı Havas).
c) Ermişlerin, Allah dostlarının ve Peygamberlerinin tutabileceği yüksek seviyeli oruç. (Savm-ı Havass-ıl Havas).
a) Basit halkın orucu, elinizdeki kitabın ve diğer fıkıh kitaplarının ilgili bahislerinde belirtilen şartlara uyarak, yani, tanyerinin ağarmasından itibaren yemeden, içmeden ve hiç bir türlü cinsi temasta bulunmadan akşam ezanına kadar sabretmek suretiyle tutulan oruçtur.
Ulu Allah'ın nezdindeki derece bakımından bu nevi oruç, o noktadadır ki, gerekli şartlarından bir tanesine uyulmadığı takdirde, artık oruç-luk sıfatı (niteliği) ortadan kalkar, şartları yerine getirildiği zaman ise mü'mini, İslâm dininin beş ana farzından birinin borcundan kurtararak, öbür dünyada bu ibadeti yapmamaktan ötürü ceza görmesi ihtimalini ortadan kaldırır. Bu, sıradan müslüman halk kalabalığının tuttuğu oruçtur.
b) Allah'a varan yolda sıradan halk kalabalığın nazaran daha gayretli bir üerleme gösteren seçkin mü'min, sadece fıkıh kitaplarında sayılan şartları yerine getirmekle kalmaz, aynı zamanda vücudun önemli azalarına da, günahtan kaçınıp sevaba koşmalarını sağlayarak, oruç tutturur.
Böylesine bir oruçluyu, basit halkın oruçlu kişilerinden ayıran hususiyet (özellik)lerin önemli olanlarını şöyle sıralayabiliriz:
Harama, kalbi bulandırıcı ve ilâhî aydınlıktan uzaklaştırıcı olan her şeye bakmamak; yalan söylememek; ara bozuculuk etmemek; dedikodu, küfür, ahlâk düşüklüğü ve Allah'tan uzaklaştırıcılık mahiyeti taşıyan konuşmalara kulak asmamak, asla haram yememek; çoluk çocuğun geçimini başkalarına haksızlık ederek ve meşru olmayan yollardan giderek sağlamamak; helâl ve temiz yerlerden kazanılmış malı bile gerektiğinden fazla harcamamak.
Peygamber Efendimizin, “Beş şey orucu bozar (faziletini, kemaliyetini giderir): Yalan, başkalarının arkasından konuşmak, ara bozuculuk, yalan yere yemin etmek, şehvetle bakmak” ve “öyle oruçlular vardır ki, çektikleri açlık ve susuzluktan başka hiç bir kazançları yoktur” gibi hadîs-i şerifleri bu dereceden olan orucun ne gibi şartlara uyarak gerçekleşebileceğini ve ne gibi davranışlarla zedelenip gerçek değerini yitireceğini açıkça dile getirmektedir.
c) Allah'a giden aydınlık yolda daima en başta yürüyen ve ellerinde hidayet ve nur bayrağı taşıyıp büyük kitleleri de arkasından sürükleyen aziz kişilerin orucu, bu anlattığımızdan daha yüksek bir derece gösterir. Vücudun topyekûn bütün azalarına ve ruhun her türlü istek ve arzularına vazifeler (ödevler) yüklemektedir; ahlâkı ve ruhu ilgilendiren yüksek mânasiyle yalnız Ramzan ayına da mahsus değildir; bu rütbeyi kazanmış Allah dostlarının bütün hayatı boyunca devam eder. Bu oruç, halk kalabalığının küçük kusurlar arasında bile saymadığı en önemsiz davran işi ardan zedelenerek üstünlüğünü kaybeder. Allahtan başka, dünyaya ait herhangi bir şeyin sevgisine kalble yer vermek, dünyalık gsçim endişeleri taşımak, kendini belli belirsiz bir şekilde dahi olsa üstün görmek gibi davranışlar ve duygular bu dereceden orucu lekeleyici olur. Bu hususta daha fazla şeyler anlatmak doğru değildir, çünkü anlatarak ya da işitilerek değil, yaşanarak, tadına vararak anlaşabilecek yüksek bir ruh hali ve iman rütbesidir. Sıradan mü'minin böyle bir derecenin parlak aşkını kalbinde taşıması, gücünün yettiği kadar ona doğru ilerlemeye çalışması en büyük dileğimizdir. Sayın okuyucu, sözün burasında iyice anlaşılması gereken önemli bir gerçeğe şöyle bir devinmek lâzım gelecektir.
Dinimizin bütün emir ve ibadetleri bir ana gaye etrafında düğümlenmektedir. Kalbi ve düşünceyi, nefsin bütün hayvan! istek ve ihtiraslarından geçici-ölümcü dünyalık arzuların esir edici zincirinden kurtarıp Allah sevgisinin aydınlık hürriyetine kavuşturmak. Bunda hiç bir mü'minin şüphesi olamaz. Fakat bilmek gerekir ki İslâmlık, dünyadan el etek çekip köşeye büzülmeyi, hattâ manastır ve mağaralara kapanmayı, geçici ve ölümcüdür diye dünyada sefil, perişan ve başkalarına muhtaç yaşamayı, çoluk çocuğu da helâl yollardan geçimlerini sağlamıyacak düşkün ve perişan bırakmayı emreden hatta geçim-gören bir miskinlik dini değildir. Gaye, dünyanın malına, önüne, mevkiine, şshevî duygularına kapılıp bağlanmamak, bıınlan hepsinin bütün varlığın yaratıcısı olan Ulu Allah'ın istediği zaman verip, istediğinde ger alabileceği emanetleri diye kabul etmektir.
Dünyanın en zengin servet ve imkanları içinde böylesine ince ve yüce Allah'ı hiçbir an unutmayım bir idare tarzı gösteren varlıklı yüksek mevki sahibi bir mü'minin her doğru ve dine uygun hareketi ibadettir.
Şimdi kısaca orucun hikmetleri üzerinde birazcık duralım:
1- Oruç sıhhattir Bir yıl boyunca yediklerimizi hazmetmek için hiç durmadan çalışan sindirim cihazı (dişler, yemek borusu, mide, bağırsaklar ve çeşitli salgı bezleri) bu bir aylık süre içinde kısmen dinlenmek imkânını bulur. Zamanımızın müslüman olan ve olmayan bütün mütehassıs doktorları kendilerine başvuran hastalara zaman zaman perhiz tavsiyesinde bulunarak bu dinlenmenin ne kadar gerekli olduğunu kabul ediyorlar. Halbuki İslâm’ın yüce Peygamberi bundan 1400 küsur yıl önce, doktorluk daha sivilce tedavisinden âcizken “oruç tutun, sıhhatli olursunuz” hadisiyle bu gerçeği en güzel bir şekilde ifade etmiştir.
Orucun sağlığa olan bu kesin faydalarının gerçekleşebilmesi için sahur ve akşam yemeklerinde türlü türlü ve bol yemeklerle mideyi doldurup şişirmemek gerekir. O zaman kısa bir süre için nisbeten dinlenme imkânı bulan mide aniden hızlı ve uzun çalışmaya mecbur edilmiş olur ki, bu durum gündüz boyunca dinlenmesinin sağlayabildiği faydalardan daha çok zararlara ve hastalık başlangıçlarına sebep olabilir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, memleketimizin çoğu yerlerinde ve daha başka İslâm ülkelerinde yılın diğer aylarında Ramazan için seçkin bol yiyecek maddeleri biriktirmek alışkanlık haline gelmiştir. Garek sahurda ve gerekse akşamları, diğer övünlere göre, o kadar bol, çeşitli ve sevilen yemeklerle sofralar donatılır ki, henüz oruç tutacak yaşa gelmeyen küçük çocuklar sırf böyle lezzetli ve sofralar dolusu yemeklerden yiyebilmek için vaktinden önce oruç tutmaya heveslenirler. Sanki bu mübarek ay oruç tutma ve mide dinlendirme ayı değil de, günlerce süren bir yemek bayramı, bir mide şişirme şenliğidir...
Aynca, akşam ezanını, kızgın güneşin altında çatlamış toprakların yağmur beklemesini andıran bir sabırsızlıkla beklemek, ibadeti zor taşınan ağır bir yük kabul etmek mânasını taşır ki, bu orucun ana gayelerine aykırıdır.
2- Oruç varlıklılara, açların halini bildirip onların yardım ve merhamet duygularını harekete getirir. Zengin kimseler yıiın diğer aylarında bol bol ve çeşitli yemeklerle hayatlarını devam ettirip karnını doyuramayanların çektiklerini gereğince bilmezken, oruç sayesinde kısmende olsa açlığın ne demek olduğunu tecrübeyle anlıyorlar ve devamlı olarak yeterince karnını doyurmadan yaşamak zorunda olan yoksulların acıklı halini takdir edip onlara yardım etmenin bir insanlık ve din borcu olduğunun şuuruna varıyorlar.
Sözlerimizi bir kutsî hadisle tamamlayalım. Yüüce Allah, adını adiyle yanyana yazdığı sonuncu elçisi Hazret-i Muhammed' (a.s.)e “ben her ibadete derecesine göre ondan yediyüze kadar yükselebilen kat fazlasiyle mükâfat veririm, ama oruca gelince o, sırf benim için yapılan, gösteriş kaldırmaz bir ibadet olduğu için karşılığında vereceğim mükâfatın sınırını ben tâyin ederim.” buyurmuştur. Ne mutlu hakkiyle müslüman olup icaplarını yerine getiren bahtiyar kimselere.
Yüce Allah'dan öyle umarım ki: Aşure günü orucu geçmiş senenin tüm küçük günahlarını afettirir.[940]