Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

Bazı Usûl-ü Fıkıh Istılahlarının Kısaca İzahı :

Bazı Usûl-ü Fıkıh Istılahlarının Kısaca İzahı :



Usûl-ü fıkıh âlimleri gerek Kur'an-ı Kerimin nazmını, gerekse ha­disleri çeşitli yönlerden ele alarak incelemişlerdir. Çünkü bir söz evve­lâ bir mânaya vazedilir. Yani o mânayı anlatmak için tahsis olunur Sonra o mânayı açık mı ifade ediyor, yoksa kapalı mı? Bu cihetle dik­kat edilir. Daha sonra o manâda ne şekilde kullanılmasına; sonra da lâfızla o manaya nasıl vakıf olunduğuna bakılır. İşte rnüctehidler Kur'­an-ı Kerimle hadîs-i şeriflerden manâ çıkarmaya çalışırken bu cihet­leri büyük bir titizlikle göz önünde bulundurmuşlar ve neticede aşağıdaki taksimat ile ıstılahlar meydana gelmiştir :

— Lafzın manaya vasfı itibarı ile taksimi.:

Lafın manaya tahsis edilmesi itibarı ile dört kısımdır : Hâss, âmm, müşterek, müevvel.

a) Hâss : Bir tek manaya vazedilen sözdür. Bu sözün ferdleri var mıdır, yok mudur, mülâhaza edilmez. Münferiden ele alınır. Hâssın ma­nâsı isimlerde üç nev'i olur :

1— İsm-i Hâss (özel isim) Ahmed, Mehmed gibi.

2— Nevî ismi. Erkek, kadın, beşyüz gibi.

3— Cins İsmi. İnsan gibi. Çünki insan Uuûl-ü Fıkıhda bir cinstir. Nitekim hayvan da mantıkda cinstir.

Hâss bir kelimenin hükmü : Delâlet ettiği manayı kat'î yani yüzde yüz ifade etmektir ki, bu kat'iyyete şeriat dilinde vücub diyoruz.

Hassın Nevileri :

Emir, nehy, mutlak ve mukayyeddir.

Emir : Bir sözdür ki onunla karşınızdakinden bir işi yapmasını is­teriz. Oku, yaz, otur, kalk gibi- Yalnız bu sözün hakikaten emir olabil­mesi için emreden zatın onu ciddiyet ve kat'iyetle ve kendini yüksek görerek söylemiş olması lâzımdır. Böyle olmazsa emrolmaktan çıkar. Ve duâ, iltimas, temenni, irşad, ta'ciz gibi manalarda kullanılır. Emir' in yanında bir karine bulunursa, emir o karinenin gösterdiği manayı ve hükmü ifade eder. Meselâ hükmün mendub olduğunu gösteren bir karine varsa, emir nedib ifade eder. Fakat karîne bulunmazsa emir vücub ifa­de eder. Hanefî imamlarının re'yi budur. Fukahadan bir cemaatla Mu'tezÜe tarifesi ve bir kavline göre İmam-ı Şafiî mutlak emir nedib ifade eder demişler; Mafikiyye'rlen bazıları ibâhaya delâlet eder kana-atında bulunmuşlardır. İmam-ı Gazali ile bir cemaat da tevakkuf bildirir diyorlar. Tevakkuf, hangi mânada kullanıldığını kestirmeyip dur­maktır. Bu takdirde emir hiçbir manâya hamledilmeyip, Sâri1 tara­fından bir açıklama gelinceye kadar durulacak demektir. Mutlak emir, tekrar dahi iktiza etmez. Yapılması istenilen işin bir defa yapılmasını icab eder.

Nehy : Tıpkı emirde olduğu gibi ciddiyet ve kat'iyetle ve kendini yüksek görerek bîr kimseyi bir şeyden vazgeçirmek için kullanılan söz­dür. Diğer bir tabirle emir, buyurmak; nehy, yasak etmektir. Nehy o işten vazgeçmeyi, onun çirkin ve haram olduğunu bildirir. Maamafih yerine göre bazan kerahate de delâlet eder.

Mutlak emir : Bir kayıtla bağlanmayan emirdir.

Mukayyed erriir : Bir kayıtla bağlı olandır. Ve kolay, kolay bir hük­mü kayıtlı olarak ifade eden emre hamlolunmaz. Yani Mukayyedîn hükmü ne ise mutlakın da odur denilemez. ŞâfKlere göre Mukayyed emrin hükmüne ise, mutlakın da odur. Buna mutlakın mukayyede ham-lediîmesi denilir.

Hanefîler'e göre mutlak emir iki yerde mukayyede hamledilir:

1— îki delilin ifade ettiği hükümler çeşitli olur da birbirlerinin ka­yıtlanmasını icab ederlerse, mutlak mukayyede hamlolunur.

2 — Hüküm ve hadise bir olup, itlak takyid hükmünde bulunursa, mutlak yine mukayyede hamlolunur.

b) Âmm : Sayılamayacak kadar çok şeylere (adetâ onları delâ­lete gark edercesine bir şümul ile) delâlet eden sözdür. Her kim, ne zaman, sözleri gibi.

Âmm m hükmü : Hâss gibi kat'iyet ifade etmektir.

Tahsis : Âmm bir sözün delâlet ettiği mânalardan bazılarını hü­kümden çıkarmaktır. Çıkarmaya yarayan delile muhassis derler.

Hâss ile âmm kuvvet itibarı ile birbirine denk oldukları için tarih­leri bilinirse, şöyle hükmolunur? İkisi beraber vârid olmuşsa, hâss âmmı tahsis eder. Âmm önce, hâss sonra gelmişse, hâss âmmı nesheder. Yani hükmünü kaldırır. Hâss önce, âmm sonra ise âmm hâssı nesheder.

c) Müşterek: Çeşitli manalara ayrı ayrı vazedilen sözdür.

(Ayn) gibi; Bu lâfız bir vazı'Ia göze, başka bir vazı'Ia (güneş'e) da­ha başka vazı'larla altıma, dizkapağma, kaynağa vazedilmiştir. Bun­ların hepsine ayn denilir.

Müşterek hükmü : Sözün hangi manaya kullanılmış olduğunu an­lamak için duraklamaktır.

d) Müevvef : Müctehid tarafından şu manaya gelir diye müşterek­ten seçilmiş olan lafızdır. Meselâ : Kur' lafzı hayz ve temizlik zamanı

arasında müşterek iken, Hanefîler onu hayz mânasına te'vil etmişler­dir. Artık bu söz bu manada müevveldir.

Müevvelîn hükmü : Hata etmek ihtimali ile beraber o lafzın delalet ettiği hükümle amel etmenin vacib olmasıdır.

2/a Lafzın manâya delâleti yönünden taksimi : Söz manâya açık delâlet etmesi itibarı ile dört kısımdır : Zahir, M a s s, Müfesser, Muhkem.

a) Zahir : Kulağımıza gelir gelmez, manâsını anlayıverdiğimiz söz­dür.

«Allah alış-verişi helâl, rîbayı haram kılmıştır.» (Bakara suresi : Ayet: 275) olduğu gibi.

Zahirin hükmü : İfade ettiği şeyle amel etmenin vâcib olmasıdır. Bununla beraber zahirin fe'vile, tahsise, ve neshe ihtimali vardır.

b) Nass : Sözü söyleyenden gelen bir sebeble (yani maksadı olması sebebiyle) manası Zahirden daha açık olan sözdür.«Allah alış-verişi helâl, ribayı haram kılmıştır.» «Sure-i Bakara» 275 inci Ayetinde olduğu gibi. Bu âyetteki alış-veriş sözü âmm, riba sözü hâsstır. Keza «alış-veriş helâldir; Hba haramdır» manasında âyet zahirdir. Fakat aynı âyet-i kerîme kâfirlerin riba dahi alış-veriş gibidir iddi­alarını reddetmek; bu iki muamele arasında fark olduğunu göster­mek için nazil olmuştur. Binaenaleyh alış-veriş ile riba arasında fark vardır manâsında nassdır.

Nassın hükmü : Zahirde olduğu gibi ifade ettiği şeyle amel etmenin vacib olmasıdır. Bunun da te'vile, tahsise, neshe ihtimali vardır.

c) Müesser: Manası nasşdan daha açık olan sözdür. Buna sebep sözün arkasından onu açıklayan «beyan-i tefsir» veya «Beyan-ı takrir» denilen açıklamalardan birinin gelmesidir.

Beyan: Bir şeyden maksadın ne olduğunu açıklamaktır. Ve beş kı­sımdır :

1— Beyan-ı takrir: Bir sözü mecra veya tahsise ihtimal bırak­mayacak şekilde te'kid eden bir şeyle açıklamaktır.Meselâ :Kuş denilince bu sözün mecazen süratli giden tren, tayyare gibi şeylerde kullanılmış olması ihtimaldir. Fakat iki kanadını sallaya sallaya uçan kuş dedik mi artık mecaza ihtimali kalmaz. İşte iki kanadım sallaya sallaya uçan sözü bir beyan-ı takrirdir.

2--- Beyan-ı tefsir: Müşterek, mücmel ve müşkil gimi mânaları kapalı olan sözleri açıklayan şeydir. Salât sözü gibi. Bu sözün lügatta mânası duadır. Fakat maksadın kıldığımız (namaz) ibadet olduğunu Beygamber (S.A.V.) bilfiil açıklamıştır. İşte bu bir beyan-ı tefsirdir.

3) Beyan-i tağyir: İstisna ve şart gibi bir sözle ifadenin baş tara­fının hükmünü değiştirerek maksadı açıklamaktır. Meselâ Futana bin lira vereceğim var. Amma üç yüzü müstesna gibi. Gaye, ve tah­sis de beyan-ı tağyirden sayılırlar.

4— Beyan-ı Zaruret : İzah için vazolunmayan bir şeyle bir nevi açıklamadır. Yani söylenmediği halde söylenmiş hükmünde olan şey­dir. Meselâ : Ölen bir kimsenin mirasçısı yalnız annesi ile babası olursa, âyet-i kerime annesinin mirasdan üçte bîr alacağını bildiriyor. Babasının ne alacağı bildirmemişse de başka mirasçı olmadığına göre o da bittabi kalanın yani üçte ikisini alacaktır. İşte buna beyan-ı za­ruret derler.

5--- Beyan-i Tebdil : Neshdir. Nesh : Sonra gelen şer'î bir delinin evvel gelen şer'î bir hükmü kaldırmasına derler. Meselâ : Bir zaman­lar Hazreti Peygamber Saîlallâhü aleyhi ve sellem kabir ziyaretini menetmişti. Sonra buna müsaade buyurmuştur. İşte sonraki müsaade evvelki yasağı neshetmiştir.

Müfesserin hükmü : Yalnız nesh edilme ihtimali ile beraber o sözle amel ve itikadın vacip olmasıdır.

d) Muhkem : Kuvvetçe müfesserden -daha ziyade olan sözdür. Bun­da nesh ihtimali de yoktur. Meselâ kıyamete kadar devam edecektir» hadîs neshe ihtimali olmadığı ya devam veya ebediyyete. delâlet eden bir kayıtla anlaşılır. Yahut vahiy zammının geçmiş olması İle. Birinciye muhkem liaynihî, ikinciye muh­kem ligayrihî derler. Muhkemin hükmü : Te'vile, tahsise, ve neshe ih­timali olmaksızın o sözle amel ve itikadın vücubudur.

2/b — Lâfız mânaya kapalı delâleti itibarı ile dört kısımdır : Hafî, müşkil, mücmel ve müteşabih.

A) Hafi: Sîgasından gayri arızî bir sebeple maksad gizlenmiş olan sözdür. Hırsız lâfzının yankesici ile kefen soyucuya delâleti bu ka­bildendir.

Hafinin hükmü : Lâfzın hakikatına itikad ettikten sonra manasını tayin için üzerinde düşünmektir.

B) Müşkü: Manasının fazla kapalı olmasından yahut içinde bir istiare bulunduğundan maksad ancak düşünüp, fikir yormakla anlaşı­labilecek derecede kapalı olan sözdür. Yani bunun anlaşılması hafî'den daha güçtür.

Müşkilİn hükmü : Hakikatini itikad ettikten sonra mânayı araştır­mak ve daha sonra üzerinde düşünmektir.

C) Mücmel: Söyleyenin açıklamasından başka maksadı anlamaya bir yol bulunmayan sözdür. Yani bu lâfız müşkilden de kapalıdır.

gibi. Eğer bu kelimenin başına belâ gelince feryad eden, ha­yır gelince cimrileşen manasına geldiğini Allah-ü Tealâ âyette izah etmese biz onu anlayamazdık.

Mücmelin hükmü : Hakikatini itikad ederek açıklama gelinceye kadar beklemek, yani bir manâ vermemek. Açıklamadan sonra da icap ederse üzerinde durmak düşünmektir.

D) Müteşabik: Ümmet için maksadın ne olduğunu bilmeye ümid dahi kalmayan sözdür. Bazı surelerin başındaki gibi manası anlaşılmayan kelimelerle, bazı âyetler gibi.

Müteşabihin hükmü : Hakikatini itikad edip te'vilden vazgeçmektir. Selef-i salihîn denilen ilk devirler ulemâsının rey'i budur.

Müteahhirîn denilen sonraki devirler ulemâsına göre müteşabihin te'vili caizdir.

3) Lâfizm manada kullanılması itibarı ile taksimi yine dört­tür : Hakikat, mecaz, sarih, kinaye.

A) Hakikat: Mâ vudıa leh'inde. Yani tahsis olunduğu manada kul­lanılan sözdür.

B) Mecaz: Bir münasebetten dolayı vaz' edildiği mananın gayri­sinde kullanılan sözdür. Meselâ: Arslan sözü, malum yırtıcı hayvan manasında hakikat, cesur adam manasında mecazdır.

Hakikatin hükmü : Kelime neyi ifade ediyorsa, onun sabit olması­dır. İkinci bir hüküm de manasının o kelimeden nefyedüememesi ve mecaza tercih olunmasıdır. Hakikat mümkin iken mecaza gidilemez. Fakat hakikatla amel mümkün olmazsa o zaman mecaza gidilir.

C) Sarîh: Lâfız hakikat olsun, mecaz olsun çok kullanılmakla ken­disinden murad olan mana tamamiyle açık olursa, o lafıza sarih der­ler. Alış-veriş ve talak sözleri gibi.

Sarihin hükmü : Sözün mana yerine geçmesidir. Yani sarih söz, rayet olsun olmasın manasının yerine kâimdir.

D) Kinaye: Hakikat olsun, mecaz olsun, kendisinden murad olunan mâna kullanılış itibari ile kapalı sözdür. Kadın boşamakta kullanı­lan, sen bâidsin sözü ile futanın eli uzundur, sözleri gibi.

Kinayenin hükmü : Niyet ile yahut halin delâleti ile o sözle amelin vücubudur.

4) Lâfızdan manayı anlamak itibarı ile taksimi;ibare, işaret delâlet vr iktiza nlmak üzere dörttür :

A) İbare: (Ki buna dâl bil İbare de derler) Kasdedilen manaya delâlet eden sözdür. Kasdedilen manaya mâsîka leh yahut sîyak-ı ke­lâm da derler.

B) İşaret: (Dâl bil işare) Maksud olan mananın gayrısına delâlet eden sözdür. Meselâ : «Allah ahş-verişî helâl, ribayı haram kıldı» Sure-i Bakara : Âyet.275 de olduğu gibi Alış-verişle ribamn ara­sında fark olduğunu anlatmak için nazil olmuştur. Maksad bu olduğu için bu danada İbaredir. Fakat aynı âyet-i kerîmeden alış-verişİn helâl olduğu ve ribamn haram olduğu da anlaşılıyor. îşte bu manada o işarettir.

İbare ile işaretin hükümleri : Her ikisi de mânalarını kat'i suretle ifade ederlerse de bir hükümde birbirlerine muaraza ederlerse, ibare işaret üzerine tercih olunur.

C) Delâlet: (Dâl bid-delâle) lügaten anlaşılan illet hükmiyle manâ­sının lâzımına delâlet eden sözdür. Meselâ : Kur'an-ı Kerimde; «Annen ile babana uf bile deme» (1) mealinde bir âyet vardır. Uf demek eziy-yet olduğundan haram olunca döğüp söğmek evleviyetle haramdır. Çünkü onda eziyet daha çoktur. îşte bu manaya lâfzın delâleti denilir. Fakat bu mâna yine lügattan anlaşıldığı için delâlet kıyasdan daha kuvvetlidir.

Delâletin hükmü : Manasını kat'î olarak ifade etmesidir. Lâkin ibare ile muaraza ederse, delâlet ondan aşağıdır.

D) İktiza: (Dâl bil iktiza) Şer'an lâzım ve muhtaç olduğu manaya delâlet eden sözdür. «Benden köleni bin liraya azad et» gibi. Bu söz, ibaresi ile kölenin emreden zat tarafından azad olmasına, iktizası ile de ahş-veriş delâlet eder. Zira başkasının mülkünde kimsenin tasarruf etmeye hakkı olmadığından bu söz bir düzeltmeye muhtaçtır. Ve şöyle düzeltilir. «Köleni bin liraya bana sat ve benim tarafımdan azad etmeye vekil ol.» işte bu düzeltmeye muktaza derler. Düzeltmeyi istiyen lâfza da muktazi denilir.

İste bu-dört istidlale sahih istidlaller derler. Bunlardan maada sa­hih olmayan bir takım istidlaller vardır ki hanefîlere göre bunlar delil olmaz, bunlar birkaç neviden ibaret olan mefhum-u muhalefettir.'

Mefhum-u muhalefet : Cümlede söylenmiyen şeyin söylenene muha­lif olmasıdır : Meselâ «Bu parayı talebeye ver.» Sözü mantûk yani sövlenmiştir. Bundan bir de «talebe olmayana verme», manası anla­şılabilir ki işte mefhum-u muhalefet budur.

Sûre-i îsrâ, Âyet İcma' : Bir asırda yetişen müctehidlerin şer'î bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir. İcma' dört şer'î delilin biridir. Bu deliller : Kitab, sünnet, icma' ve kıyastır.

Kitabdan murad : Kur'an-ı Kerim veya Kur'anın bir âyetidir.

Sünnet : Hazreti Peygamber (S.A.V.) in sözleri, fiilleri ve takrir­leridir. Fiilleri yaptığı şer'î işleri, takrirleri de Ashabını yaparken gö­rerek ses çıkarmamasıdır.

Kıyas : Bir şeyin hükmünü diğer bir şeyin hükmüne benzetmek ve benzeyene de o hükmü isbat etmektir. Meselâ: Şarap İçmek sarhoş­luk verdiği için haramdır. Rakı da sarhoş eder. Binaenaleyh rakı içmek de haramdır. Eğer hükmün haram olmasına sebeb olan illet gayet açık ise o kıyasa Kıyas-ı celî derler. Kıyas denilince anlaşılan budur. İllet birden anlaşılmaz da pek ziyade dikkat ve inceleme ile anlaşılırsa ona kıyas-ı hafi yahut istihsşn derler. Maamafih bazan kıyas-ı celiye mukabil olan delile de istihsan denilir. Bu delil ya bir âyet voya bir ha­dîs, ya icma' veyahut zaruret olabilir.

Hüküm : Mükellef kulların fiillerine taalluk eden ilâhî hitabın ese­ridir. Meselâ : «Namaz kıl» hitabının eseri, namazın farz oluşudur.

Mahkûmun-bih : Mükellefin fiilidir.

Mahkûmun-Aleyh : Mükellef olan insandır.

Rükün : Kendisi ile bir sey meydana gelen malzemedir. Meselâ : Namazın rükünleri cnu meydana getiren; kıyam, kıraat, rüku, sücud gibi şeylerdir.

İîlet : Kendisine hükmün vacip oluşu izafe edilen şeydir. Meselâ : Güneşin doğması gündüzün mevcudiyetine illet olduğu gibi altş-veriş de mülk edinmenin illetidir. İllet hükmün verilmesine tesir eder.

Sebeb : Hükme ulaşmaya yel olan şeydir. Hükme tesiri yoktur. Hırsıza gideceği yolu göstermek gibi.

Şart : Hükmün mevcudiyeti kendisine bağlı olan şeydir. Namaz kılmak için atdest almak şarttır.

Alârne? : Hükme vücub veya vücud itibarı ile alâkası olmayıp yal-n-A onu bildirc'.ı şey'e derler «Ramazandan bir ay evvel kölem azad olsun» sözündeki Ramazan sözü bir a'âmet dir.

İçtihat : Şer'î ve fer'î bir hükmü delilinden çıkarmak için bütün ilmî kudretini sarfetmektir.

İçtihadın şartı: Lûgatenve şer'an bütün manaları ve hâss, âmm, mücmel, nâsih ve rnensuh gibi kısımları ile Kitabullahı, metin ve senedi ile sünneti, icma' yerlerini ve kıyas vecihlerini bilmektir.[8]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com