Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
Kaza-yı Hacet Babı
Kaza-yı Hacet Babı
Kaza-yı hacet, büyük ve küçük abdest bozmaktan kinayedir. Bu tâbir Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in :
«Biriniz haceti için oturdukta» hadîsinden alınmadır. Buna hadîsçiler «Babu't-Tahalî» derler ki, bu da:
«Biriniz helaya girdiği vakit» hadîsinden alınmadır. Daha başka tâbirler de vardır. Ve hepsi sahihtir.[246]
93/76- «Enes b. Mâlik radıyaMahü anh'den rivayet edilmîşdîr. De-mişdir kî: Resûlüllah sattaZlahü aleyhi ve seltem, helaya girdiği vakit yüzüğünü bırakıyordu.»[247]
Bu hadîsi, Dörtler tahrîc etmişdir. Hadîs, Ma'lûl'dur. Ma'lûl olmasının sebebi Îbni Cüreyc'in Zührî'den (—124) rivayet etmesidir. Çünkü îbni Cüreyc Zührî'den değil, Ziyâd bin Sâd'd&n o da Zührî'den işitmişdir. Yoksa ravîleri mazbuttur. Lâkin bu hadîs, Zührî'den. bu lâfızla rivayet edilmemişdir. Ondan rivayet olunan lâfız şudur:
«Resûl-ü Ekrem salîaîîahü aleyhi ve sellem gümüşden bir yüzük edindi, sonra onu atdı.» «îbni Cüreyc'in Zührî'den işittiğini vehmeden ra-vî Hemmâm'dır. Nitekim Ebû Dâvud (202—275) de aynı şey'i söylemektedir. Hemmâm sika'd&n bir zâttır. Burada nasılsa vehmet-mişdir. Bu hadîs hem Merfû hem Mevkuf olarak başka tarîklerle Hazret! Enes'den rivayet olunmuşdur. İmam-ı Beyhakî (384—458]f buna şâhid rivayet etmişdir. Hâkim (321—405) bu hadîsi, şu lâfızlarla rivayet eder :
«Resûlül'ah (S.A.V.) nakşı Muhammedürresûlüllah olan bir yüzük takındı. Helaya girdiği vakit onu çıkarıyordu.»
Hadîs-i şerif helanın uzakta olmasına- delildir. Buna delâlet eden tarafı «hela» sözüdür. Çünkü hela: Hâlî ve boş yer demektir. Aşağıda dört rakamıyla işaret ettiğimiz Muğîre hadîsinde bu mânâ daha açık görülecektir.
Ebû Dâvud'ds. (202—275) bu mânâda şöyle bir hadîs vardır:
«Kaza-yı hacet murad ettiği zaman kendisini kimsenin göremiyeceği bir yere gider idî.»[248] Yine bu hadîsde, üzerinde zikruMah yazılı şeylerin kaza-yı hacet zamanı terkedilmesine de'âlet vardır. Bazılarına göre zaruret yokken Mushafı helaya sokmak haram'dır. Hanefîlerle1 Şafiîlere göre mekruh'dur. Üstünde başında zikrullah yazılı bir şey olduğunu unutan kimse kaza-yı hacet ederken hatırlarsa onu ağzında veya cep gibi bir yerinde saklar; diyorlar. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in fiili meydandadır. Bunu, üzerinde zikrullah yazılı şey'i pis yerlerden korumak için yapmışdır. Binâenaleyh, mendûb olduğuna delâlet eder. Helaya giderken çıkarmak yalnız yüzüğe mahsus değildir. Üzerinde Âyet diğer zikrullah.yazılı hamili gibi şeyler'de aynı hükümdedir.[249]
94/77- «Enes radıyaMahü anh'den rivayet edilmişdir. Demişdir ki: Resûlüllah salîattahü aleyhi ve seUem helaya gireceği vakit: Allah'ım, erkek ve dişi şeytanlardan Sana sığınırım» der idi.[250]
Bu hadîsi, Yediler tahrîc etmişlerdir.
Said b. Mansur hadîsinde: der idiği rivayet edilmişdir. Musannif merhum «Fethu'l-Bârî-» de: Bu hadîsi «El-Ma'me-rı-» de rivayet etmiş, onun isnadı Müslim'in şartına göredir. O rivayete «Besmele» ziyâde edilmiş; Besmele'yi başka yerde görmedim.»
diyor. Hadîs-i Şerifin ibaresi seklinde olduğuna göre bu kısma mânâ verirken «Girdiği vakit» demek lâzım gelirse de helaya girdikten sonra dua okumayacağı için; «Girmek istediği vakit» diye şerh edilmiştir. Filvaki hu hadîs Buharî'deki Enes hadîsinde anlattığımız şekilde açıklanmıştır. Enes Hazretleri diyor ki :
«Resûlüllah (S.A.V.) helaya girmek istediği vakit...»
Bu hüküm, kaza-yı hacet için hazırlanmış helalar hakkında böyledir. Karinede duhûl'dur. Zira kaza-yı hacet için hazırlanmayan ovalar hakkında girmek tâbiri kullanılmaz. Vakıa hadîs bahçelikler hakkında vârid olmuş; oralara da şeytanların gelirdiği beyân olunmuş ise de kaza-yı hacet için hazırlanmayan yerlerde bu zikir meşrudur. Böyle yerlerde zikir kaza-yı hacet için elbiseyi kaldırırken; hazır helalarda ise heJâya girmeden söylenir. Enes hadîsinin zahirine bakılırsa Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) bu, zikri aşikâr söylüyormuş. Binâenaleyh aşikâr söylemek daha iyidir.[251]
95/78- «Enes radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. Demişdir ki: Resûlüllah saUaîlahü aleyhi ve settem helaya giriyor; ben ve benîm gibi» bir çocuk bir su tulumu ile değnek taşıyorduk; o su ile taharetleniyordu.[252]
Hadîs, Müttefekun A'eyh'dir.
Buradaki «hela» sözünden murad ovadır. Zira su ile beraber bir de değnek götürülüyor. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) abdest aldığı zaman kır'da bu değneği kıblesine dikerek ona doğru namaz kılıyordu. Yahud üzerine elbisesini asarak onunla örtünüyordu. Yahud başka ihtiyaçları hususunda ondan istifade ediyordu. Şu da var ki, evinde olsa Resûl-ü Ekrem'in hizmetini ehli ve ailesi efradı görürlerdi.
Hazreti Enes'in yanındaki çocuğun kim olduğu ihtilaflıdır. Bazılarına göre İbni Mes'ûd (R. A.)'Ğır. Kendisine çocuk denmesi mecaz'dır. Fakat hadîsde geçen «Benim gibi» sözü bu ihtimâli uzaklaşdırıyor. Çünkü İbni Mes'ûd büyük idi;Enes yaşda değildi. Maamafih «Benîm gibi» tâbirinden o da benim gibi Hazreti Peygambere hizmet ediyordu mânâsı kasdedilebilir. Filvaki İbni Mes'ûd Hazretleri Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'-dsn ayrılmaz, onun ayakkablanyla misvâkini taşırdı. Bazıları bu çocuk Hazreti Ebû Hüreyre (R. A.) idi diyor. Bazılarınca da çocuk Câbir b. Abdullah (R. A.) idi.
Hadîs-i Şerîf, küçük çocuğun hizmette kullanılabileceğine ve su ile taharetlenmenin cevazına delildir. İmam-ı Mâlik'in Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in su ile taharetlendiğini kabul etmediği rivayet olunur. Halbuki hadîsler bu hakikati isbat etmektedir. Binâenaleyh Mâlik'in inkârına bakılmaz. Bazılarına göre hadîs su ile taharetlenmenin taşla taharet-lenmekden daha makbul olduğuna da delâlet eder. Çünkü daha makbul olmasa çocuklar vasıtasıyla ovaya su taşımağa lüzum kalmazdı. Ule--mânın ekserisine göre efdal olan hem su ile, hem taşla taharetlenmektir. Şâyed birisi ile iktifa ederse su ile taharetlenmek efdaldir. Maama-fîh namaz kılacaksa mss'ele ihtilaflıdır. Taşla taharet kâfidir diyenler su lâzım değil diyor. Değildir diyenler su ile taharet de lâzımdır diyor.
Su ile taharetlenmenin âdâbınd&n biri de, iş bittikten sonra elini toprakla silmektir. Nitekim Ebû Davud'un (202—275) tahrîc ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde şöyte deniliyor :
«Resûlüllah (S.A.V.) helaya gittiği vakit ben bir ibrik veya bir tuîum su gelİrirdim. Bundan taharetlenir; sonra elini yere silerdi. «Nesâi (215—303) dahi Csrİr'den şu hadîsi tahrîc efmişdir:
«Ben Peygamber {S.A.V.) ile beraber İdim. Helaya gltfl kaza-yt hacet ettikten sonra: «Yâ Cerîr temizleyecek şey getir;» dedi. Ben kendilerine su getirdim, istinca yaptılar. Cerîr eliyle göstererek elini yere oğuşturdu.» Bu hadîsin benzeri Gusül Babında gelecektir.[253]
96/79- «Muğîre b. Şu'be'den rivayet edilmişdİr. Demişdîr kî: Re-sûlüllah salîaîlahü aleyhi ve sellem: «Al tulumu; dedi ve yürüdü.» Tâ gözümden kayıp oluncaya kadar gitti ve kaza-yı hacet etdî.»[254]
Hadîs, Müttefekun A!eyh'dir.
Bu hadîs-i şerîf kaza-yı hacet ederken gizlenmeğe delildir. Fakat gizlenmek vacib değildir. Çünkü delili fiildir. Peygamber (S.A.V.)'in sözle beyân etmeden bir şey'i fiilen yapması vücûb ifâde etmez. Lâkin setr-i avret delilleri ile yine de örtünmek vacib olur. Imam-ı Ahmed (164—241), Ebû Dâvud ve İbni Mâce (207—275)'nin Ebû Hüreyre'den tahrîc ettikleri şu hadîs'de örtünme emri vardır:
«Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) : «Kim helaya giderse örtünsün. Şayet örtünmek için bir kum tepeciğinden başka bir şey bulamazsa onu arkasına alsın.» Çünkü şeytan Benî Âdem'in dübürlerUle oynar. Kim yaparsa muhakkak ki iyi eder; kim yapmazsa beis yok» buyurdular. Binâenaleyh bu hadîs örtünmenin müstehab olduğuna delildir. Lâkin dikkat edilirse. anlaşılır ki; bu örtünme insanlardan korunmak için değil, helaya mahşus-dur.* Lâkin örtünmeye sebeb olarak şeytanin oynaması gösteriliyor. Şu halde insan olmayan bir ovada bile bulunsa bir şeyle 'örtünmek müstaha'b olur. Hattâbî (—388) diyor ki; «Bunun manâsı şudur: Bu yerlere şeytan gelir ve fesat çıkarmak, eziyet vermek için fırsat arar. Çünkü bu yerler.zikrullah'm terk edildiği, avret mahallerinin açıldığı yerlerdir. Hazreti Peygamber (S.A.V.)'in: «Bu bahçeler konak yeridir» buyurmasının manâsı da budur. Binâenaleyh kaza-yı hacet esnasında mümkün mertebe Örtünerek görünmeğe çalışmayı emretti. Tâ ki örtünmüyor diye nâsın tenkidine mâruz kalmasın. Bir de rüzgârdan üzerine sidik ve kazurat sıçramasın. Bütün bunlar Şeytanın onun mak'adı'yla oynamasından ve ona eza ve fesat kasdetmesînden ileri gelir.»[255]
97/80- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. De-mişdir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:
— İki lâ'netçiden: Nâsın yoluna, yahut gölgesine hacet edenden sakının; buyurdular.»[256]
Hadîsi, Müslim rivayet etmişdir.
Müslim'in bir rivayetinde :
«Ashâb, bu-lâ'netçiler kimdir: Yâ Resûlallah dediler?» ziyâdesi vardır. Hadîsdeki iki lâ'netçiden murad : Âlemin yoluna veya gölgesine kaza-yı hacet etmekdir. Bu iki fiil başkalarının lâ'net okumasına sebebdir. Yâni bunları yapanlara soğmek ve lâ'net etmek insanların -âdetle-rindendir. Lâ'neti sanki bu fiiler yapıyormuş gibi onlara nisbet etmek Edebiyat tâbiri ile Mecâz-ı Aklî'dir. Bazan «Lâane» sîgası «Mel'un» mânâsına da kullanılır. Bu takdirde yine ifâdede Mecâz-ı Aklî vardır. Âlemin geçtiği yola kaza-yı hacet etmek geçenlere eziyet verir. Çünkü pis pis kokar. İğrençlik verir. Bu suretle lâ'net okumağa sebeb olur. Eğer o kimseye bu fiilinden dolayı lâ'net etmek caiz ise kendisine lâ'net ve beddua ettirmeğe kendisi sebeb oldu demektir. Değil ise başkasını lâ'net sebebiyle günaha sokdu demektir. Acaba burada bu iki ihtimâlden hangisi kasdedilmiştir? Burada maksad birinci ihtimâldir. Çünkü Taberânî (260—360)'nin «El - Kebîr» inde tahrîc ettiği Huzeyfe b. Esed hadîüi buna delâlet ediyor. Hafız Münzîrî {—656)'nin isnadını beğendiği bu hadîsde' şöyle buyurulmaktadır:
«Resûl-ü Ekrem salîaUahü aleyhi vesellem : «Kim müslümanlara yollarında eziyyet verirse onun aleyhine müslümanların lâ'neti vâcib olur.» buyurdular. Bu mânâda başka hadîsler de vardır. Bu hadîsler bu fiili yapanın lâ'nete müstahak olduğuna delâlet ederler. Hadîsimizdeki gölgeden maksad; insanların oturup istirahat ettiği gölgedir. Yoksa işe yaramayan gölge değildir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) kaza-yı hacet için bir hurmalık altına oturmuşdu. Şüphesiz ki, onun da gölgesi vardır. îmam-ı Ahmed'in hadîsinde :
«Yahuî ksrtdisiyle gölgelenilen gölge» deniliyor ki, bu da lâ'nete müstahak olduğuna delâlet eder.[257]
97/80- «Ebû Dâvud Muâz r