Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
«Sadakaların Taksimi Babı»
«Sadakaların Taksimi Babı»
662/518- Ebu Saîd-i Hudrî radıyaJlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kh Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :
— Beş nev'i zenginden başka hiç bir zengine sadaka helâl değildir: Zekât tahsildarına, yahut sadakayı malı ile satın alana, veya borçluya, yahut Allah yolunda gaza edene, yahut da sadaka bir fakire verilip de fakirin o sadakadan kendisine hediye ettiği zengine; buyurdular.»[609]
Bu hadîsi, İmâm-i Ah m e d, Ebu Dâvud ve Ibni Mâce rivayet etmişlerdir. Hâkim'de onu sahîhlemiş fakat mürsel olmakla illetlendirmiştir.
Zâhir'e göre illetlendirmeyi bütün sayılan muharriçler yapmış görünüyorsa da hakîkatta mürsel olarak Uletlendirilen rivayet yalnız Hâkim'in sahih diye hükmettiği rivayettir. Sadaka almayı haram kılan, zenginliğin tarif ve tahdidi babında ulemânın kavilleri çeşitlidir. Biz bu kavilleri buraya almıyoruz. Dilenmeyi haram kılan zenginliğin hududunu çizen bir takım hadîsler vârid olmuştur ki, bâzılarını agağıya dercediyoruz:
1— Nesâî (215—303) Hx. Ebu Sald (R.A.)'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:
«Bir okiyye malı varken dilenen muhakkak ısrarla istedi demektir.
2— Ebu Dâvud (202—275) şu hadîsi rivayet ediyor :
«Sizden biriniz bir okiyyesi veya onun dengi malı varken (yine) dilenirse muhakkak ısrarla istedi demektir.»
3— Yine Ebu Dâvud şu hadîsi tahrîc etmiştir :
«Kendisini geçindirecek malı varken, dilenen kimse ancak ateşi (nî) çoğaltır; Ashâb;
— Onu ne miktar mal geçindirir?; dediler : Resûl-ü Ekrem :
— Akşam ve sabah yemeğine yetecek kadar; buyurdular.»
Bu hadîsi, Ibnİ Hibban (—354) sahîhlemiştir. îşte dilenmeyi haram kılan zenginlik bundan ibarettir. Zekât almayı haram kılan zenginlik ise, üzerinden zekât vermek farz olan zenginlikdir. Hadîs-i şerifte :
«Ben o sadakayı sizin zenginlerinizden alarak fakirlerinizde iade etmekle emrolundum» buyurulmuş ve zengin ile fakir mukayese edilerek, zenginin zekât vermek kendisine farz olan; fakirin ise kendisine zekât verilen kimseler olduğu anlatılmıştır.
Hadîs-i şerif, zekât tahsildarının zengin bile olsa zekât alabileceğini ifâde ediyor. Çünkü tahsildar aldığını fakir olduğu için değil, emeğinin mukabil olarak alır. Zekâtı bir kimsenin kendi malı ile satın alması da böyledir. Çünkü evvelâ o zekât fakire verilmiş ve yerini bulmuştur.. Artık fakir onu satarken zekât malı değii, kendi mülkü olarak satar.
Keza borçlu ile gâzî zengin bile olsalar kendilerine zekât verilebilir. Bâzı ulemâya göre, kadı, müftü ve müderris gibi müslümanların umûmî mesâlihi ile meşgul olan zevat zengin bile olsalar kendilerine zekât verilebilir. Hattâ Buîıârtihir babında buna işaret ederek : «Hâkim İle zekât tahsildarının rızkı babı» demiştir. Buhârî buradaki rızktan, devlet reîsinin beytü'l-mal'dan kendisine maaş verdiği kadı ve müftü gibi zevatı kasdetmigtir. Taberî (224—310) diyor ki : Cumhur ulemâ, kadının hâkimlik ücreti almasının caiz olduğuna kaildir.Çünkü hâkimliği kendisini hususî işlerini görmekten alıkoyar. Şu kadar var ki seleften bir takımları bunu mekruh görmüş, fakat haram dememişlerdir.»
Bâzılarına göre şayet kadının aldığı ücret helâl cihetten ise, alması bilicmâ caizdir. Almayan ver'a-takvasmdan dolayı almaz. Ama alınan ücrette şüphe bulunursa evlâ olan onu almamaktır. Beytü'l-mal'dan haksız olarak alınan ücret haramdır. Davacı ile dâvâlıdan ücret alınmasına gelince: Bunun caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Caiz görenler dahi ortaya bir takım şartlar koymuşlardır. Meselâ kaza bahsinde görülecektir.[610]
663/519- «Ubeydullah ibni Adiyy b. El-Hıyar[611] radıyaîlahü anlı' den rivayet edildiğine göre, iki adam Resûlüllah Salîallahü aleyhi ve sellem'e sadaka istemeye geldiklerini; Resûlüllah SaMallahü aleyhi ve sellem'ln kendilerini süzdükten sonra onları güçlü kuvvetli görerek :
— Dilerseniz size veririm. Fakat bu sadakada ne bir zengine, ne de kazanan güç kuvvet sahibine hisse vardır; buyurduğunu kendisine anlatmışlardır.[612]
Bu hadîsi, İmâm-ı Ahmed rivayet etmiş ve onu Ebu Dâvud ile Ne-sâî kavı bulmuşlardır.
Bu hadîs hakkında îmâm~ı Ahmed ibni Haribel (164—241) : «Ne güzel hadîs» demiştir. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'in : «Dilerseniz size veririm» buyurmaktan muradı ; Sadaka almanın bir meziyet değil, mezellet olduğunu anlatmaktır. Ve eğer böyle olmakla beraber yine de kabul ederseniz veririm, demek istemişlerdir. Yahut; sadaka gücü kuvveti yerinde olana haramdır.Eğer haram yemek isterseniz veririm, diyerek onları azarlamak ve ayıplamak istemiştir.
Hadîs-i şerîf, sadakanın zengine, ve gücü kuvveti yerinde olup çalışabilene haram olduğuna delildir. Zîrâ bir iş veya san'at sahibi olmak onu zengin- hükmüne katar. Böylelerine sadaka almayı caiz görenler de vardır. Bunlar hadîs-i şerifi te'vil ederler.[613]
664/520- «Kufaayselü'bnü Muhârîk Hilâlî[614] radıyaîlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Resûlüllah Saîlaîlahü aleyhi ve seUem :
— Şüphesiz dilenmek ancak üç kişiden birine helâl olur :
1— Bir kefaleti üzerine alan adama. Buna kefil olduğu malı buluncaya kadar dilenmek helâldir. Sonra vazgeçer.
2— Başına felâket gelip, malını helak eden adama. Buna da bir geçim nizâmı sağlayıncaya kadar dilenmek helâldir.
3— Kavminden aklı başında üç kişinin kalkıp : «fü-lâna hakikaten fakr-ü zaruret isabet etmiştir» diyecekleri (derecede) başına fakrü zaruret gelen adama. Buna da bir geçim yolu buluncaya kadar dilenmek helâldir.
Bunlardan gayrı dilencilikler yâ Kubeysa haramdır. O sadakaları (yiyen) haram olarak yer; buyurdular»[615]
Bu hadîsi, Müslim, Ebu Dâvud, İbni Huzeyme ve Ibnİ Hibban rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerif üç sınıf insan müstesna olmak üzere dilenmenin haram olduğuna delildir.
Birinci sınıf : başkasına kefil olarak onun borcunu veya diyetini üzerine alan ve o ödemezse ben ödeyeceğim diyenlerdir. Böylelerine ödemek îcâp ettiği vakit dilenmek helâldir.
İkinci sınıf : Malına dolu veya sel veyahut yangın gibi âfetler isabet ederek elinde maişetini temine yarayacak bir şey kalmayanlardır. Bunlara da dilenmek helâldir.
Üçüncü sınıf : Fakir düşenlerdir. Lâkin böylelerine dilenmek helâl olabilmek için hemşehrilerinin şehâdeti şarttır. Çünkü bunların hâlini en iyi bilen komşularıdır. Binaenaleyh aklı başında olanlardan üç kişinin bu gibilerin fakir olduklarına şehâdet etmesi dilenmeyi kendilerine mübâh kılmak için kâfidir.
Şâfiîler bu husustaki şâhidlerin üç kişiden az olamıyacağma kaildirler. Delilleri bahsimizin hadîsidir. Diğer mezhep imamları ise şâir şehâdet nisablarına kıyasen burada da iki şahidin kâfî geleceğine zâhip olmuşlar ve bu hadîsi nedip mânâsına hamletmişlerdir.
Bu hüküm, zengin, olarak tanınmış birisinin sonradan fakir düşmesine göredir. Hâl bunun aksine olursa, şehâdeti lüzum kalmadan dilenmek caizdir.
İbni Ebi Leylâ dilenmenin haram olduğuna ve adaleti iskat edeceğine kaildir.[616]
665/521- «Abdulmuttalip ibni Rabîatü'bnü El-Hâris[617] radıyaMahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah SaMaMahü aleyhi ve sellem:
— Şüphesiz sadaka Muhammed'in sülâlesine yakışmaz. O ancak ve ancak nâssın kirleridir. Bir rivayette de «O ne Muhammed'e ne de Muhammed'in sülâlesine helâl olur; Buyurdular».[618]
Bu hadîsi, .Müslim rivayet etmiştir.
Hadîsteki «yakışmaz» tâbiri ile «helâl olmaz» mânâsı kasdedil-miştir. Binaenaleyh bu tâbir de tahrim ifâde eder. Hz. İbnî Rabîa'nın bu hadîsten maada Kütüb-ü Sitte'de hadîsi yoktur.
Hadîs-i şerîf, Hz. Fahr-İ Kâinat (S.A.V.) ile onun sülâle-î tâhiresine zekât almanın haram olduğuna delildir. Resûlüllah (S.A.V.)'e zekât almanın haram olduğu icmâ' ile sabittir. Sülâle-i tâhiresine de haram olduğuna icmâ' bulunduğunu İbni Küdâme ve Ebu Tâlib gibi ulemâ iddia etmişlerdir.
İmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe'den Ebu'l-İsme Nuh b. Meryem'in rivayetine göre sülâle-i tâhire'ye zekât almak mubahtır. Hz. tmam bunlar için : «Resûlüllah (S.A.V.) devrinde almaları caiz değildi. Fakat şimdi bu zamanda caizdir» demiştir. Benî Hâşim'in birbirlerine zekât vermeleri ise Ebu Hanîfe ve Ebu Yusuf'a, göre caizdir.
Lâkin zahir rivayete[619] göre Hanefîyye imamlarının ittifakı ile Benî Hâşîm'e zekât verilmez. Nafile sadakaya gelince :
Hanefîler'in «En-Nihaye-» gibi bâzı fıkıh kitaplarında «Benî H âsim'e nafile sadaka vermek bilicmâ caizdir» denilirse de hadîslerin umûmâtı karşısında hak olan: Bu sadakayı onlara hibe diye vermeli ve ehl-i beyt-î Resûlüllah'a karşı son derece edep ve terbiyeye riâyet etmelidir. Sülâle-i tâhire'ye zekât almadıklarına mukabil «humsü'i-Humus» yani ganimetlerin beşte birinin beşte biri verilmiştir. Bâzı ulemâya göre kendilerine bu «humsü'J-Humus» verilmezse o zaman zekât almaları helâl olur. Maamâfîh umumiyetle hadîslerin delâlet ettiği mânâ haram olmasıdır. Aksini iddia edenler hadîsleri te'vil yoluna giderler. Halbuki buna lüzum yoktur.
«Sadaka ancak ve ancak nâsın kirleridir» diye ta'lil buyrulması, onlara yalnız zekâtın haram olmasını îcâp eder. Zîrâ sahibini temizleyen sadaka farz olan zekâttır. Nitekim Teâîâ Hazretleri :
«Onların mallarından kendilerini temiz ve pâk edeceğin bir sadaka al.»[620] buyurmuşlardır Ancak tefsir kitaplarında beyân edildiğine göre, bu âyet-i Kerîme nafile sadaka hakkında nazil olmuştur. Bundan dolayı bir çok ulemâ sülâle-l tahîre'ye nafile sadaka almanın da haram olduğuna kaildirler. Hadîste geçen «âl» lâfzından muradın ne olduğunu tâyin hususunda ulemâ arasında ihtilâf vardır. Akla en yakın olan tefsir, râvi Zeyd ibni Erkam hazretlerinin yaptığıdır. Bu tefsire göre : Âl-i Muhammed (S.A.V.) şunlardır : Âl-İ Alî, Âl-İ Abbas, Âi-İ Cafer, Â1-İ Âkîl ve Âl-i Haris ibnî Abdül Muttalip.
Râvinin tefsiri elbette başkalarının tefsirine müraccahtir. Hanefî-ler'Ie diğer bâzı ulemâ Âl-i Muhammed'i «Benî Hâşimdir» diye tefsir etmişlerse de maksatları yine Zeyd ibni Erkam hazretlerinin tefsiridir. Çünkü Benî Hâşîm'den murâd bütün Benî Hâşim değil, Peygamber (S.A.V.)'e yardım edenleridir. Bu yardımlarına bir ikram olmak üzere Teâlâ hazretleri kendilerine sadaka almayı haram kılmıştır. Binaenaleyh Ebu Leheb gibi Peygamber (S.A.V.)'e ezâ cefâ etmek için ömrü boyunca fırsat kollayanları bu ikramı asla hak edememişlerdir. O gibilerin sülâlesinden müslüman olanlar sadaka alabilirler.
Kendilerine zekât almak haram olanlardan biri de Ben! Muttaüb'tir. Bunu aşağıdaki hadîslerden anlıyoruz.[621]
666/522- «Cübeyr ibnt Mut'im[622] radıydllahü anh/den rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Ben ve Osman ibni Affan Peygamber SaUallahü aleyhi ve seMem'e gittik ve :
— Yâ Resûlallah El-Muttalip oğullarına Hayber (ganimetin) in beşle birinden (hisse) verdin; bizi bıraktın. Halbuki bîz hep bir mertebedeyiz; dedik. Bunun üzerine Resûlüllah Salîalîahü aleyhi ve seîlem :
— El-Muttalip oğulları ile Hâşim oğulları ancak ve ancak bir şeydir; buyurdular».[623]
Bu hadîsi, Buhârî rivayet etmiştir.
Benî Hâşim'den muradın kimler olduğunu ve Ebu Lehep sülâlesinin bunlarda dahil olmadığını yukarda gördük. Bâzıları : Ebu Lehep oğullarından Utbe ile Muattîb, Peygamber SaUallahü aleyhi ve setlem'in asr-ı saadetlerinde müslüman olmuş ve onunla beraber Hayber'in fethinde bulunmuşlardır. Binaenaleyh Âl-i Muhammed (S.A.V.)'de bunlar da dahildir derler.
Hadîs-i şerîf, Benî Muftalib'in ganimetlerden akraba hissesi almakta ve kendilerine zekât almak caiz olmamakta, Benî Hâşİm'e iştirak ettiklerine delildir. Fakat diğerleri nesep itibarıyla müsavi de olsalar, onlara iştirak edemezler. Zîrâ Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) :
( «Onlar câhiliyette ve islâm'da bizden ayrılmamışlar. Binaenaleyh, ahkâm hususunda bir şey gibi olmuşlardır» buyurarak âlemin kirleri mesâbesindeki zekât kendilerine haram kılınmak ve onun yerine ganimetlerin humsü'l-humus verilmek suretiyle niçin ikram olunduklarını beyân etmiştir.
Şu halde Âl-i Muhammed kendilerine hâs olan bu ikramı hak etmişlerdir. îmâm~ı Şafiî'nin mezhebi de budur. Cumhur ulemâ'ya göre ise Peygamber (S.A.V.)'in akrabasına hamsü'l-Humus vermesi İstihkak ci-hetiyle değil, sırf bir ikram ve tefaddüldür.
Benî Mutfalîb : El-Muttalîb b. Abdi Men'af'ın oğullarıdır. Hz. Cübeyr b. Mut'im, Nevfel b. Abdi Men'af oğullarındandır. Osman İbni Affan (R. A.) ise Abdüş-Şems b. Abdil Men'af oğullarındandır Binaenaleyh Benî Mutfalîb, ile Benî Abdi Şems ve Benî Nevfel amca oğulları olup derece itibarıyla birbirlerine müsavidirler. Bundan dolayıdır ki Hz. Osman (R. A.) ile Cübeyr İbni Mut'îm (R. A.) Peygamber (S.A.V.)'e kendilerinin Benî Muttalib ile bir derecede olduklarını söylemişlerdir.[624]
667/523- Ebu Râfi[625] radıyaUahü anh'den rivayet edildiğine göre Peygamber Sttllalîahü aleyhi ve seMem; Sadaka toplamak için Beni Mahzum'den bir adam göndermişti. Bu adam Ebu Rafî'a :
— Bana arkadaş ol; zîrâ sen sadakayı toplarsın; dedi. Ebu Rafı de : «Peygamber Saîlallahü aleyhi ve sellem'e gideyim de bir sorayım» dedi. Ve o (hazrefe) gelerek sordu. Resûtüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem :
— Bir kavmin azadlısı kenclilerinclendir. Şu muhakkak ki bize sadaka helâl değildir; Buyurdular».[626]
Bu hadîsi Ahmed ile Üçler, İbni Huzeyme ve Ibnî Hibban rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf Âl-i Muhammed (S.A.V.)'in azadh kölelerinin de aynen kendileri hükmünde olduğuna delildir. Yani Âl-i Muhammed (S.A.V.)'e zekât almak nasıl haram ise, azadlilarma da öylece haramdır. İbni Abdü'l-Berr (368—463) «Et-TemhM» adlı eserinde : «Müslümanlar arasında Peygamber (S.A.V.)'e ve Benî Hâşim ile onların azadlılarına sadaka helâl olmayacağı hususunda hilaf yoktur» diyor.
Maamâfîh bâzıları nesep itibarıyla Benî Hâşîm'le azadlıları arasında iştirak olmadığına bakarak, «azadlılara zekât almak haram değildir. Zâten bunlara ganimetten karabet payı da yoktur» derlerse de kendilerine kısaca: «Mevrid-i nâsda içtihada mesâğ yoktur» diye cevap verilir.
Zekât tahsildarlığı süfâle-î tâhire'nin azadh kölelerine haram olunca kendilerine bilevlâ haramdır. Hz. Ebu Râfi'a arkadaşlık teklif eden zâtın ismi Erkam idi. Şayet Erkam (R. A.) Ebu Râfi'a kendi aldığı ücretten verse caizdi. Çünkü o kendilerine sadaka helâl olan beş sınıfa dâhildir. Ve sadakayı aldıktan sonra onu başkasına hediye eden gibidir.[627]
668/524- «Salim b. Abdullah b. Ömer'den, o da babasından (radıyal-lahü anhüm) duymuş olarak rivayet etmiştir ki : Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem, Ömer ibnü'l-Hattab'a ücretini verir; o da (bunu benden daha fakire ver) derdi. Bunun üzerine Peygamber Saîlallahü aleyhi ve seUem:
— Al da ya kendine mal et, yahut tasadduk eyle; gözün olmadığı ve istemediğin halde bu maldan sana geleni al. Böyle olmayan için hiç gönül yorma; buyururlardı.»[628]
Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.
Nevevî'rân beyânına göre muşrîf : Harîs demektir.
Hadîs-i şerîf zekât tahsildarının kendisine verilen ücreti alması gerektiğini ifâde ediyor. Çünkü ücret hakkında vârid olduğu MiisZim'-in bir rivayetinde tasrih edilmiştir. Ekser ulemâ «al» emrini nedip mânâsına almışlardır. Maamâfîh : «Vücûp ifâde eder» diyenler de olmuştur. Ulemâ : «hadîste zikri geçen iki şartla, verilen her atiyyeyi kabul etmek menduptur» diyorlar. Fakat bunun için verilen malın helâl olması da şarttır. Malına helâl ile haram karışan zâlim ve fâsıkların verdiği hediyelere gelince : Îbnü'l-Münzir: «Bunları almak caizdir» demiştir. Filvaki Resûlüllah (S.A.V.) zırhını bir yahudi'ye rehin etmişti. Ve keza onlardan cizye alıyordu. Halbuki hıristiyanlar'ın ekseriyetle kazançlarının domuz ve şaraptan olduğunu ve yahûdilerin haram yediklerini ve şâir bâtıl muamelelerini pek âlâ biliyordu.
«El-Camiü'l-Kâfî» nâm eserde şöyle deniliyor : «Zâlim bir sultanın hediyesi reddedilmez. Çünkü hediyeyi alan bunu bir müslüman m malı olduğunu bilirse, onu alarak sahibine teslim etmek vaciptir. Kimin olduğu belli değilse zulümdür. Onu müstehakkına verir. Eğer mal bu zâlim sultanın kendisininse, onun kabulü ile bâtılını azaltmış ve ma'siyet peşinde sarfedeceği malı elinden almış olur.» Bu söz güzeldir. Fakat böyle birinden hediye kabul etmek için verene muhabbet bağlamaktan emin olmak şarttır. Zîrâ insanda kendisine ihsan edenlere karşı minnet, muhabbet ve şükran hisleri fıtrî olarak mevcuttur, «insan ihsanın kuludur» derler. Binaenaleyh bu hislerin mağlûbu olan kimse, hediyeyi almakla başkalarına o zâlimi hak yolunda imiş gibi gösterir.[629]