Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

«İhram Babı»

«İhram Babı»



İhram lûgatta : Hiirmete girmektir.

Şer'an ise : Hac'ca veya omra'ya girmeye niyet etmektir.

Hanefîler'e göre ihram : Hurumat-ı mahsûsâ'yı iltizâm etmek de mektir. Ve niyet ile telbiyeden ibarettir. İhram haccın farzlanhdandır. Yalnız bâzı mezheplere göre rükün, bâzılarına göre şarttır. İhrama gi­rene muhrlm, girmeyene halâl denilir.

Âfâkîler'in yani uzaklardan gelenlerin Beyfullah-ı Haram'a varmaz­dan önce ona hürmet ve ta'zim için şer'an ihrama girmesi lâzımdır. Nitekim dünya büyüklerinden birini karşılamak için atla çıkan bir adam, ona yaklaştığı zaman nasıl yere inmek suretiyle ta'zim ve ihtiramda bulunursa, Beytullah-ı Haram-ı ziyarete gidenin de onun huzuruna çık­madan önce ihrama girerek hürmet ve ta'zimde bulunması gerekir. İş­te o beyaz renkli ihram elbiseleriyle adetâ kefenlere bürünmüş Ölülere benzeyen hacılar; ilâhi vecdü istiğrak içinde ihtiyarları elden gitmiş, Kâbetullah'ın azametini hayâl ettikçe kendilerinden geçmiş; tende canı unutarak âlem-i emvate karışmış pejmürde halleriyle bu ta'zimi ifâ ederler.[786]



745/591- «Ibnl Ömer radtyaUahü anhüma'âan rivayet olunmuştur. Demiştir k! : Resûİüllah SaUoTlakü aleyhi ve sellem, ancak mescidin yanında ihrama girmiştir.»[787]



Hadîs, müttefekun aleyhdir.

Mescidden murâd, Zülhüleyfe mesciddir. Hazret! Ibni Ömer (R.A.) bunu: «Peygamber (S.A.V.) Beyda'da ihramlanmıştır.» diyenlerin sözü­nü red için söylemiş ve : «Peygamber (S.A.V.)'in üzerine yalan atarak burada ihrama girdi dediğiniz şu Beyda'ğınız (ı başınıza çalın). Resûlüllah (S.A.V.) ancak mescidin yanında ihrama girmiştin» demiştir. Bir rivayette : «Peygamber (S.A.V.) ağacın yanında hayvanı ayağa kalk­tığı vakit tel biye yapmıştır» deniliyor. Bu ağaç da mescidin yanında idi. Müslim'in rivayeti şöyledir :

«Peygamber Sallallahü aleyhi ve setlem, Züfhüleyfede iki rek'âf namaz kıldı. Sonra hayvanı kendisini Zülhüleyfe mescidinin yanında kaldırıp, doğrultfukta telbiye etti» Beyda'da ihrama girdiğini ifâde eden hadîsle, Zülhüleyfe'de ihramlandığım bildiren hadîsin araları «iki­sinde de telbiye etmiştir» şeklinde cem edilir. Zîrâ her râvi işittiğini rivayet etmişti. Filvâkî Ebu Dâvud ile Hâkim Ibni Abbas (R. A.J'dan gu hadîsi rivayet ediyorlar :

«Peygamber SaTlaUahü aleyhi ve sellem, Zülhüleyfe mescidinde İki rek'at namaz kıldıktan sonra onlardan ayrıldığı an hac İçin telbiye etti.»

Bunu bâzıları işitmişler ve bellemişlerdir. Sonra hayvanı kendisini kal­dırınca, Resûlüllah (S.A.V.) yine telbiye etmişdir. Bunu ilk defakini gör­meyen bir kavim yetişmiş, bu sefer onlar işitmiş ve: «Hayvanı yola çe­kildiği zaman telbiye etti» demişler. Nihayet Beyda' düzüne tırmanınca yine telbiye etmiş. Bunu da deminkilerden başkaları duymuş, onlarda işittikleri gibi nakletmişlerdir.

Hadîs-i şerîf, ihramın mikatta yapılmasının mendûb olduğuna de­lildir. Mikat'tan evvel ihrama girenler hakkında Îbnü'l-Mimzir şöyle demektedir : «Ehl-i ilim mikaftan evvel ihrama girenin muhrim sayılacağına ittifak etmişlerdir.» Fakat bunun için mekruh diyenler vardır. Bunlar şöyle diyorlar: «Çünkü sahâbe'nin : MedînelHer için Re­sûlüllah (S.A.V.) Zülhüleyfe'yi mikat tayin etti; demeleri bu inikatlar­dan ihrama girmeyi iktizâ eder. Binaenaleyh mikat'ın üzerine ziyâde demek olan, evvel ihramlanma haram değilse bile mekruhtur. Eğer caiz olduğuna dâir icmâ' iddia edilmeseydi, haram diyecektik. Çünkü mikat delilleri bunu iktizâ ediyor. Bir de mikat üzerine izyâde (yani önceden ihrama girmek) tıpkı namaz rek'âtları üzerine ziyade etmek gibi mukadderat-ı şer'iyye üzerine ziyâdedir. Binaenaleyh noksanlık na­sıl kabul edilmezse ziyâde de kabul edilmez.»

Halbuki sahâbe-î kirâm'ın birçoklarının mikat'tan evvel ihramlan-dıkları rivayet olunmuştur. Meselâ: İbni Ömer (R.A.) : Beytü'l-Mukad-des'ten, Hz. Enes (R.A.); El-Akîk'den, İbni Abbas (R.A.); Şam'dan, Imran ibni Husayin; Basra'dan; Ibni Mes'ud (R.A,); Kadisjye'den İhrama girmişlerdir: « [788]» âyetinin tefsirinde: «Buradaki tamamlamaktan maksad: Onlar için ailenin evceğizinden ihramlan-mandır.» dedikleri Hz. Ali ile Ibnî Mes'ud (R. A.)'dan rivayet olunmuş­tur.

Hassaten Beyt-i Mukaddes'ten ihramlanma hususunda Ümmü Se­leme (R. anhaydsn şu hadîs rivayet olunmuştur:

«Resûlüllah Salîallahü aleyhi ve sellem:

— Bir kimse mescicl-i Aksa'dan omra veya hac içirr telbiye yaparsa o kimsenin geçmiş günâhları afv olunur;

derken İşittim.»

Bu hadîsi İmâm Ahmed rivayet etmiştir. Bir rivayette :

«Kim Beytü'l-Mukaddes'ten ihrama girerse, onun geçmiş günâhları afv olunur.» buyruhmıştur.

Bu hadîsi, Ebu Dâvud §u lâfızlarla rivayet eder

«Bir kimse hac veya omra için Mescid-i Aksa'dan, Mescid-i Haram'a niyet ederse onun geçmiş ve gelecek gü­nâhları afvolunur. Yahut ona cennet vacip olur.»

Hadîste râvi şek etmiştir. Aynı hadîsi İbni Mâce de şu lâfızlar­la rivayet etmektedir :

«Bir kimse omra için Beytül-Mukaddes'ten niyet ederse bu niyet geçmiş günâhlarına kefaret olur.»[789]



476/592- «Hallâd ibni Saib'ten, o da babası radıyatlahü anh'den duy­muş olarak rivayet olunmuştur ki; Resûlüllah Sallatlahü aleyhi ve sellem :

— Bana Cibril geldi de, ashabıma telbiye yaparken, seslerini kaldırmalarını yöntermemi emretti; buyurmuşlar­dır.»[790]



Bu hadîsi, Beşler tahrîc etmişlerdir. Tirmîzî ile İbnî Hibban onu sahîhlemişlerdir.

İbni Mâce, (207—275) şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellem'e amellerin hangisi efdâldlr diye sorulmuş :

— Sesi yükseltmek, deveyi boğazlamaktır; buyurmuşlardır.» Saib'in rivayetinde :

«Resûlüllah SaUaUahii aleyhi ve sellem :

— Bana Cibril geldi de : Gürültücü patırtıcı ol dedi; buyrulmuştur.» Bütün bunlar telbiye yaparken sesi kaldırmanın müs-tehâb olduğuna delildir. îbni Ebi Şeybe ashâp'tan Resûlüllah'ın tel­biye yaparken tâ sesleri kasılıncaya kadar bağırdıklarını rivayet eder. Cumhur ulemâ'nm kavli de budur. İmâm-ı Mâlik'ten bir rivayete göre telbiye yaparken ses yalnız Mescid-i Haram'la Mina'nın mescidinde yükseltilir.[791]



747/593- «Zeyd ibni Sabit radıyaUahü anh'den rivayet olunduğuna göre; Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seTlem telbiyesinî yapmak İçin soyunmuş ve yıkanmıştır.»[792]



Bu hadîsi, Tirmİzî rivayet etmiş ve hasen bulmuştur.

Ukaylî ise onu zayıf ve garip addetmiştir. Bu hadîsi Dâre Kutnî, Beyhakî ve Taberânî de tahrîc etmişlerdir. Hâkim ile Beyhakî onu Yakub b. Ata'd&n, o da babasından o da İbni Abbas'dan işitmiş olarak şu lâfızlarla rivayet ederler :

«Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, yıkandı; sonra elbisesini giydi, Zülhüleyfe'ye geldiği vakit İki rek'ât namaz kıldı. Sonra devesinin üzerine oturdu. Hayvan kendisini çöle doğrulttuğu zaman hacca ihram yaptı.» Fakat Yakup b. Ata zayıftır.

îbni Ömer (R. anhümaymn : «İhrama ve Mekke'ye girmek istiye-nin yıkanması sünnettir.» dediği rivayet olunur. îhrama girmezden ev­vel kokulanmak müstehâbtır. Çünkü Hz. Âişe (R. anha) şöyle demiş­tir: «Ben Resûlüllah (S.A.VJ'i bulabildiğim kokunun en güzeli île koku­lardım.» Diğer bir rivayette : «Ben Resûlüllah (S.A.V.)'i ihrama gir­mezden evvel bulabildiğim kokunun en güzeliyle kokulardım. Sonra İh­rama girerdi» demiştir.

Bu hadîsi, Şeyheyn müttefîkan tahrîc etmişlerdir.[793]



743/594- «İbnî Ömer radtyallahü anhüma'dan rivayet olduğuna gö­re, Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'e ihramlı ne gibi elbise gîyecek diye sorulmuş; O da :

— Gömlekleri, sarıkları, donları, külahları ve mest­leri giyemez; yalnız bir kimse ayakkabı bulamazsa mest­leri giyiversin ve onları topuklardan aşağı kessin. Zağfe-ran veya vers[794] sürülmüş elbiseden hiç bir şey giyme­yin; buyurmuşlardır.»[795]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir. Lâfız Müslimindir.

«Ayakkabı bulamazsa» tâbirinden murâd: Satılık ayak­kabı bulamazsa yahut bulur da almaya yetecek kadar parası yoksa, de­mektir.

Buhârî ile Müslim İbni Abbas radtyatlahü anh'den §u hadîsi tahrîc etmişlerdir ;

«Resûlüllah Saîlallahü aleyhi ve sellem'ı Arafat'ta hutbe okurken işittim:

— Kim gömlek bulamazsa don giysin; kim ayakkabı bulamazsa mest giysin (diyordu).»

Bu hadîsin bir mislini de îmâm-ı Ahmed tahrîc etmiştir. îbni Teymiyye'ye göre bu hadîs, mestlerin konçlarını kesmeyi ifâde eden İbni Ömer hadîsini neshediyor.

Çünkü İbni Ömer hadîsi Medine'de; bu ise Arafat'ta ihtiyaç zama­nında şeref sadır olmuştur.

Ulemâ bu hadîsle haram kılman şeylerin erkeklere mahsus olduğu­na ittilâk etmişlerdir. Bu delillerde ihramlıya haram edilen şeyler :

Mest, gömlek, sarık, külah, don, zağferanlı veya versli elbise, koku ve münasebet-i cinsiyyedir. Mest giymek zarurî olursa, mestler ke­silerek giyilir. Gömlekten murâd : Bedeni örten her şeydir. Sarık­tan maksat da başı saran her şeydir. Başı örten diğer eşya da sarık hükmündedir.Hattâbî (319—388) : «Külah ile sarığın bir arada zikredilmesi başın mûtâd sarıklarla örtülemiyeceği gibi nadiren kullanılan serpuşlarla dahi örtülmesinin caiz olmadığını göstermek için­dir» diyor. Musannif merhum ihramlı kadına neler giymek haram oldu­ğunu bildiren hadîsleri burada zikretmemiştir.Maamâfîh kadının hükmüde hemen hemen erkeğin hükmü gibidir. Ziyâde olarak peçe takınmak, yaşmak sarınmak gibi şeyler haramdır.Kadın yüzünü baş örtüsü ve elbise gibi şeylerle örter. «Kadının yüzü avret değil­dir» diyenlere göre yüzüne hiçbir şey örtmez. Eldiven ve zağferanh, versli elbiceler giymek de haramdır. Bunlardan maada ziynet ve ko­kular mubahtır. Kadın, saçını kısaltmak ve av meselelerinde de er­kek gibidir. Fakat suya dalmak, başını eliyle örtmek, uyurken yas­tığa koymak gibi şeylerin bir zararı yoktur. Mest giymek zarurete msbni olursa, ekser ulemâ'ya göre giyildiği için fidye lâzım değildir. Fakat Hanefîler'e göre fidye îcâp eder. Vers ve zağfaran isabet etmiş, elbise giymeyi hadîsimiz men etmektedir. Bunun illetini tâyin hususun­da ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre kokusu, bâzılarına göre ziynet oluşudur. Cumhur ulemâ'ya göre kokusundan dolayı men edilmiş­lerdir. Binaenaleyh elbise yıkanarak kokusu giderilse onunla ihram ya­pılabilir. Usfurlu, versli elbise giymek erkekiere hac'tan sonra da mu­bah değildir.[796]



749/595- «Âişe radıyallahü anha'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Ben Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'i ihramı için ihrama girmezden evvel, (İhramdan) Hill'e çıkması için de beyti tavaf etmez* den Önce kokulardım.»[797]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

Bu hadîs-i şerif ihrama girmek istenildikte, koku sürmenin müste-hâb olduğuna ve kokunun ihramdan sonra dahi devam etmesinin zarar vermiyeceğine yani koku sürmenin yalnız ihrama başlarken haram oldu­ğuna delildir. Sahabe ve tabiîn hazarâtından birçokları ile cumhur ule­mâ'nm kavli budur. Ulemâdan diğer bir cemâat ise bunu hilâfına zâhip olmuş, ve iddialarını isbât için : Peygamber SaîlaMahü aleyhi ve seJlem koku sürünmüş, fakat sonra yıkandığı için kokudan eser kalmamıştır» demişlerdir. Lâkin bu söz tam bir delîl değil, bir tekellüften ibaret telâk­ki edilmiştir. Nevevî (631—676) Müslim şerhinde bunu zikrettikten sonra: «Doğrusu Cumhur'un dediği gibi ihrama girmek için mutlak su­rette koku sürünmenin müstehâb oluşudur» demiştir.

Bâzıları bunun Hz. Peygamber (S.A.V.j'e mahsus olduğunu iddia ederler. Fakat bunların da iddialarını ispata yarar bir delilleri yoktur. Bilâkis iddialarının aksine delîl sabit olmuştur. Bu delîl Hz. Âişe (R. anhaymn şu hadîsidir :

«Biz ihrama girmezden evvel yüzlerimize kokulu misk sürünürdük. Müteakiben terliyerek yüzlerimize akardı. Fakai Resûlüllah (S.A.V.)'-in yanında olduğumuz halde (bundan) bizi nehyetmezdİ,» Bu hadîsi Ebu Dâvud ile îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel şu lâfızlarla rivayet edi­yorlar :

«Biz Resûlüllah Saîldllahü aleyhi ve sellcm île birlikte Mekke'ye (müteveccihen) yola çıkardık. İhrama girerken yüzlerimize kokulu misk sürerdik. Birimiz terledi mi misk yüzüne akar. Peygamber (S.A.V.) de onu görürdü. Fakat bizi (bundan) nehyetmezdİ.»

«Bu kadınlara mahsustur» da denilemez. Çünkü koku sürünme me­selesinde erkeklerle kadınlar arasında bilicmâ fark yoktur. Binaenaleyh koku sürünmek ihramdan evvel değil, ihramdan sonra haramdır. Bu mesele nikâha benzer, zaten nikâhın sebeplerindendir. îhramlı bir kim­seye Hanefîler'den gayrı mezheplere göre nikahlanmak memnudur. Fa­kat ihram, nikâhın devamına mâni değildir. Yani ihram halinde nikâh memnudur. Ama evvelden nikâhlı bir kimseye ihrama girmek memnu değildir, işte koku sürünmek de böyledir. îhram hâlinde sürünmek ya­saktır. Fakat ihramdan Önce sürünmek memnu değildir. Velevki koku­nun eseri devam etsin. Bir de koku sürünmek nezâfetten ma'duttur. Zîrâ pis kokuları defeder. Bundan dolayı ihrama girmeden koku sürün­mek, tırnak kesmek koltuk altlarında vesair yerlerdeki kılları atmak müstehâbtır. Çünkü ihram halinde bunlar yapılamaz.

Yalnız burada şöyle bir sual vârid olur: İmâm-ı Müslim'in tah-rîc ettiği bir hadîste Peygamber (S.A.V.)'e omra halinde iken, nasıl hareket etmesi îcâp ettiğini sormaya gelen bir adamdan bahsediliyor. Bu zât kokuya bulanmış bir halde ihrama girmiş ve : Yâ Resûlüllah, ko­kuya buJanrnış bîr cübbe İçinde cm raya ihramlanan bir adam hakkında ne buyurursun? demiş; Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :

Üzerindeki kokuya gelince : Onu üç defa yıka ilâh...» buyurmuşlardır.

Yukarıki soruya cevaben : «Bu hadîs mensuhtur» denilmiştir. Çün­kü mezkûr sual ve cevap sekizinci yılın zilkadesinde Ci'rane'de vâki ol­muştur. Halbuki Peygamber (S.A.V.) onuncu yılda haccetmiş ve ihram­dan evvel süründüğü kokuyu ihram halinde devam ettirmiştir.

Maamâfîh Hanefîler'den İmâm-% Muhammed'le Züfer'e göre, ih­ramdan sonra da aynı bakî kalan kokuları sürünmek mekruhtur. Zîrâ ihramdan sonra koku sürünmüş gibi olur. îmâm-ı Muhammed: «Ben bunda, evvelce bir beis görmezdim. Fakat bir kavmin pek çok koku getirdiklerini ve yapılan fenalığı görünce kerahetine kail ol­dum» demiştir .îmâm-% Şafii ile, JlfdKfc'in kavli de budur.

Hadîste geçen «Ehramdan hÜl'e çıkması için de beyti tavaf etmez­den önce kokulardım» ifâdesindeki hül'den murâd: Her memnû'u helâl kılan hill'dir, ki bu hill tavâf-ı ziyarettir. Bundan önceki şeytan taşlama ile koku sürünme vesaire gibi bazı şeyler helâl olmuş ve memnu olarak yalnız kadınlarla münasebet-i cinsîyye kalmıştır.[798]



750/596- «Osman ibnî Afvan radıyallahü cmVden rivayet edildiğine göre; Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Ihramtı ne evlenir, ne evlendirir, ne de dünürlük yapar; buyurmuşlardır.»[799]



Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir.

«Sübülü's-Selâm» sahibi San'ânî : «Bu hadîs ihramda iken ken­dine olsun, başkasına olsun, nikâh kıymanın ve dünürlük yapmanın haram olduğuna delildir» dedikten sonra sözüne çöyle devam edi­yor. : «İbni Abbas'ın rivayetine göre Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem, rlz. Msyrnûne ile ihramlı iken evlenmiştir» iddiası merduttur. : Çünkü bilide : «Peygamber (S.A.V.) onunla ihramda değilken evlendi.» rivayeti vardır ki o daha şayân-ı tercihtir. Eu rivayetin sahibi olan Ebu Rafİ' o gün Peygamber (S.A.V.) ile Hz. Meymûne (R. anha) ara­sında elçi idi. Srnra bu rivayet ekser ashabın rivayetidir. Kadı İyâz (476—544) : «Rssûlüllah (S.A.V.)'in Meymûne (R.anha) ile ihramlı iken evlendiğini yalnız İbnî Abbes'tan başka kimse rivayet etmemiştir. Hattâ Baid ibni Mussyyib : «Halası da olsa İbni Abbas zühul etti. Re-sûlülah (S.A.V.) onu ancak ihramdan çıktıktan sonra almıştır. Bunu Buharı zikr eder diyor.

Sonra : «Zahir olan, hadîste zikri geçen üç şeyin haram olma­sıdır. Ancak dünürlük babında nehy tenzih içindir. Ve icmâ' budur» diyenler vardır. Eğer icmâ' sahih ise, bir diyeceğimiz yoktur. Ama sahîh olduğunu zannetmiyorum. Şayet sahîh değilse, zahir olan tah-rimdir. Neden sonra İbni Ukayl Hanbeîî'den naklen dünürlüğün da­hi haram olduğunu gördüm. îbni Teymiyye (661—728) : Çünkü Peygamber (S.A.V.) üç şeyin hepsinden bir defa da nehyetmiş ve ayır­ma yapmamıştır. Nehyin mûcebi ise tahrimdir. Buna muraza edecek bir eser veya nokta-i nazar da yoktur» demiştir.

San'ânVnin îzâhatı burada bitti. Şimdi biraz da muhalifini din-liyelim : «Burada muhalif yani» ihramlı evlenir; evlendirir ve dü­nürlükte yapar» diyenler yalnız Hanefîler'dir. Ve hakikaten bu bâbda en kuvvetli delilleri San'ânî'nm «merduttur» dediği İbni Abbas hadîsi­dir. Fakat mezkûr hadîs o kadar kuvvetle sabittir ki, San'âni'nm reddetmesiyle merdût olmasına imkân yoktur. Çünkü bu hadîs, te­vatür derecesine yaklaşan meşhurlardandır. Onu yalnız Taberâni (260—360) Hz. İbni Abbas'dan onbeş tarîkla rivayet etmiştir. Hattâ bir rivayetinde her ikisinin ihramlı olduğu zikredilmiştir. Taberânî : «Sahîh olan da budur» diyor. İbni Abbas (R. A.) hadîsini «Kütüb'ü Süte» diye mâruf olan altı hadîs kitabının bütün imamları rivayet etmişlerdir. îmâm-ı Buharı (194—256) sahihinde «Kitabü'l- Megazh nin Omratü'l-Kazâ babında şu ziyâdeyi'de tahrîc etmiştir:

«Onunla ihramlı değilken zifaf oldu. Mey-

mûne Şerifte vefat etti.» Artık bu kadar kuvvetle sabit olan bu hadîsin karşısında San'ânî'nin iddia ettiği Ebu Rafi' hadîsi şâyân-ı tercih ola­maz. Çünkü Ebu Rafi' hadîsini «Kütüb-ü Sitte-» şöyle dursun, Buharı ile Müslim'den biri dahi tahrîc etmemiştir. Onu İbni Hibban (—354) sahihinde rivayet etmişdir lâkin hadîs sıhhat derecesine bile çıkama­mıştır. Bundan dolayı İmâm-ı Tirmizî (200—279) onun hakkında «hasendir» demekten başka söz etmemiştir.

Binaenaleyh İbni Abbas hadîsine muâraza bile edemez. Ona muâraza eden hadîsler vardır. Fakat bu değildir. Muâraza hadîslerinin râvi-leri Yezîd ibni Esam ile Eban b. Osman b. Affan hazarâtıdır. Bunlar­dan Yezid ibni Esam : «Peygamber (S.A.V.) Meymûne'yi ihramda de­ğilken aldı.» demiştir.

Bu hadîsi, İbni Abbas hadîsi kadar kuvvetli değildir. Çünkü İbni Ab­bas hadîsini bütün «Kütüb-ü Sitte» imamları tahrîc etmiş, bunu ise, Buharı ile Nesâî rivayet etmemişlerdir. Kendisi de hıfz ve itkanca İbni Abbas'la ölçülemez. Eban hadîsi babımızın hadîsidir. Bunu dahi Buharı rivayet etmemiştir.

Bu sebeble her ikisinin üzerine İbni Abbas (R. A.) hadîsi tercih olunur. Şöyle ki :

1— Senet itibarıyla tercihe müracaat edilirse, İbnî Abbas hazret­lerinin hadîsini tercih etmek icâp eder. Çünkü bu hadîsi Hz. Âişe (R. anha) 'dan naklolunan şu rivayet takviye eder :

«Âişe Radıyallahü anha : Resûlüllah (S.A.V.) kadınlarından birini ihramlı iken aldı, demiştir.» Hadîsi Ebu Avane (—316) rivayet et­miş : «Bu hadîsin bütün râvileri sıkadır.. Rivayetleri ile ihticac olu­nur» demiştir. Ondan maada aynı hadîsi El-Bezzar da tahrîc etmiş­tir. Süheyl'i : «Âişe (R, anha) ancak Meymûne'nin nikâhını kasdetmiş fakat isim vermemiştir» demektedir.

2— Râvilerinin zapt kuvveti ve fıkıh derecelerine göre ele alınsa, yine İbni Abbas (R.A.) hadîsi tercih edilir. Zîrâ Hz. Osman'dan ve di­ğerlerinden rivayet eden râviler, İbni Abbas'ın râvileri derecesinde de­ğillerdir. İbni Abbas'ın râvileri Said ibni Cübeyr, Tavus, Af a, Miicahid, îkrime ve Cabir ibni Zeyd hazarâti olup, hepsi fıkıh ve zaptı ile tanınmış zevattır.

3— Hadîsler bir birine muarızdır; diye onları hükümsüz bırakarak kıyasa baş vursak, kıyas dahi Hanefîler'e yardım eder. Çünkü nikâh'ta şâir akitler gibi bir akittir. O akitlerden hiç biri ihram sebebiyle ha­ram olmuş değildir. Binaenaleyh nikâh da haram değildir, haram olsa, nefs-i cima' yerine geçmiş olur ki bunun eseri akdin bâtıl olmasında değil, haccın fesadında zahir olur. Eir de eğer ihramlının nikâh edilmesi ihramdan dolayı caiz değilse, bütün nikâhlı hacıların ihrama girer gir­mez nikâhlarının bâtıl olması icâp eder. Çünkü akde manî olan bir şey iptida halinde nasıl mâni ise beka halinde de öylece mânidir.

Elhâsıl hangi zaviyeden bakılsa, İbni Abbas hadîsi kuvvetlidir. Bi­naenaleyh : Yezid ibni Esam İle Eban ibni Osman hadîslerindeki «ni­kâh» sözleri mecazen cima' mânâsına kullanılmıştır; demekten başka çâre kalmaz.

Eu izahattan anlaşılır ki, Kadı îyâz'm : «Resûiüllah (S.A.V.)'in Meymûne ile ihramlı iken evlendiğini yalnız İbni Abbas'dan başka kim­se rivayet etmemiştir» sözüyle İbni Teymiyye'nin : «Nehyin mucebi ise tahrimdir. Buna muâaraza edecek bir eser veya bir nokta-i na­zar da yoktur» demesi doğru değildir. San'âm'nin : «Bu rivayet ek­ser ashâb'ın rivayetidir» sözü dahi bizce îzâha muhtaçtır. Biz bu ekse­riyetin kimler olduğunu bilmek isterdik.[800]



751/597- «Ebu Katadetü'l-Ensârî radıyaUahü anh'den ihramsız İken yaban eşeğini avlaması kıssası hakkında rivayet edilmiştir. Demiştir kt : «Resûiüllah SallaTlahü aleyhi ve sellem, ihramlı olan arkadaşları­na:

— Sizden buna emreden veya bir şeyle işaret eder» Oldu mu? edi. Ashâb :

— Hayır; dediler.

— O halde kalan etinden yeyin; buyurdular.»[801]



Bu hadîs, miittefekun aleyh'dir.

Kıssa Hudeybiye vak'âsmda geçmiştir. Hz. Ebu Katade'nin mi-katı geçtiği halde nasıl ihrama girmediği müşkül görülmüş ve buna bir kaç türlü cevap verilmiştir. Şöyle ki:

1— Resûiüllah (S.A.V.) onu arkadaşlarıyla birlikte sahildeki düş­manlarını keşfe göndermişti.

2— Ebu Katade, Peygamber (S.A.V.) ile beraber sefere çıkmamış­tı. Onu Medinoliler göndermişti.

3— O zaman henüz mikatlar tayin edilmemişti.

Hadîs-i şerîf, ihramlmm kara avından yiyebileceğine delildir. Bun­dan maksad, avı ihramlı olmayan birisinin vurmuş olması ve ihramlı­nın ona hiç bir suretle yardım etmemiş bulunmasıdır. Cumhur ulemâ'-nın kavli budur. Hadîs de bu bâbda nasstır. Bâzıları: «ihramlı yardım etmese bile o avdan yemek kendisine helâl değildir» demişlerdir. Bu kavi, Hz. Ali, İbni Abbas ve İbni Ömer (R. arjıüm)'den rivayet olunmuştur. Bunlar Teâlâ Hazretleri'nin [802]» îhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı; âyet-i kerîmesiyle istidlal ederler. Avdan murâdları da, av­lanan hayvandır. Fakat kendilerine : «Âyetteki av tâbirinden murâd; avlanmaktır.» diye cevap verilmiştir.

Vâkıâ «av» kelimesi her iki mânâya da ihtimalli ise de Ebu Katade hadîsi maksadın ne olduğunu beyân etmiş; Câbîr ibni Abdullah hadîsi daha da îzâh etmiştir. Bu hadîsi «Sünen» sahipleri ile, İbni Hüzeyme (223—311) İbni Hibban (—354) ve Hâkim (321—405) rivayet et­mişlerdir. Lâfzı şudur :

«Peygamber SdüaUahü aleyhi ve sellem : — Kendiniz avlamadikça, yahut sizin için avlanmış olmadıkça kara avı size helâldir; buyurmuşlardır».

Yalnız bâzı tarîkları hakkında söz edilmiştir. Âyetteki avdan mu­radın avlanan hayvan olduğunu farzedersek avlamanın haram kılındığı başka âyetler ve hadîslerle sabit olmuş; Câbir hadisiyle de beyân edil­miş olur. Çünkü Câbir hadîsi maksad hakkında nasstır.

Mevzuubahsimiz hadîsin ziyâdesi de vardır. Bu ziyâde şudur :

«Yanınızda onun etinden bir şey var mi?» ir rivayette :

Yanınızda ondan bir şey var mı?

dîye sormuş Ashab :

— Yanımızda onun bacağı var; demişler; bunun üzerine Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve settem, bacağı almış ve yemiştir.» Ancak Şeyheyn bu ziyâdeyi tahrîc etmemişlerdir. îhramlının mutlak surette av eti yemiyeceğine kail olanlar aşağıdaki hadîsle istidlal ederler.[803]



752/598- «Saâb b. Cessametü'l-Leysî radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, kendisi Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'e Eb-va'da yahut Veddan'da iken bir yaban eşeği hediye etmiş, fakat Resû­lüllah Sallallahü aleyhi ve sellem onu hemen geri çevirmiş ve :

— Biz bunu sana iade edecek değildik. Şu varki biz İhramliyiz; buyurmuşlardır.»[804]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

Müslim'de bu hadîsin çeşitli rivayetleri vardır. Bir rivayette :

«üzerinden kan damhyan bir yaban eşeği» denilmiş. Diğer bir rivayette «Yaban eşeği eti» tâbiri kullanılmış. Başka bir rivayette: eşeği budu» diye ifâde edilmiş. Bir başka rivayette de «Av etinden bir kol» buyrulmuştur.

Hâdise Haccetül Vedâ'da vuku bulmuştur.

Hadîs-i şerif, ihramlı bir kimseye av eti yemenin mutlak surette helâl olmadığına delildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) eti iade etmeye sebep olarak ihramlı olmasını göstermiş; fakat o avı kimin için vurdu­ğunu sormamıştır. Yemesini caiz görenler bu hadîsi te'vil ederek avı Peygamber (S.A.V.) için vurduğuna hamletmişlerdir. Böylelikle bu ha­dîsle Ebu Katade hadîsinin arasını cem'etmişlerdir.Bittabi bir birine zıd hüküm ifâde eden mutearız hadîslerin aralarını bulmak mümkün olursa, cem etmek bâzısıyla ameli terk etmekten evlâdır. Buna Ebu Ka­tade hadîsinin îmâm-ı Ahmed'le İbni Mâce'nin güzel bir isnadla tah­rîc ettikleri :

«Ber> bu avı ancak onun için avlamıştım. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) ashabına yemelerini emretti. Fakat avı kendisi için avladığımı haber ve­rince kendileri ondan yemedîler» rivayeti delâlet etmektedir.

Hadîs-i şerifte hediyenin kabulü îcâp ettiğine, şayet kabul edilmi-yecekse, ne sebeple kabul edilmediğinin bildirilmesi lüzumuna işaret vardır.

Bu hadîsin lâfızları çeşitli rivayet edilmiştir. îmâm-ı Şafiî (150— 294) diyor ki: Eğer Saâb Peygamber (S.A.V.)'e yaban eşeğini diri olarak hediye ettiyse, ihramlı bir kimse yaban eşeği kesemez. Şayet eşeğin etini hediye ettiyse, ihtimal ki Peygamber (S.A.V.) onu kendisi için av­ladığını anlamıştır.»

Resûlüllah (S.A.V.)'in o etten yediğine dâir bir rivayeti Beyhakî tahrîc etmişse de bu rivayeti İbnü'l-Kayyim (691—751) zayıf bul­muş; bu rivayetlerin içinden «eşek eti» rivayetini kuvvetli kabul etmiş­tir. Bunun sebebini anlatırken : «Çünkü bu rivayet sadece (eşek) diye­rek yapılan rivayete münâfi değildir» demiştir. Çünkü küll'ü zikrede­rek cüz'ü kasdetmek mecâz-ı mürselin pek şayi bir nev'idir. Rivayetle­rin ekserisi eşek etinin bir parçası olduğunda müttefiktir. İhtilâf yalnız bu parça hakkındadır. Bâzıları but olduğuna, diğer bâzıları bacak ol­duğuna kail olmuşlardır. Maamâfîh rivayetler arasında münâfât ve zıddiyet yoktur. Çünkü hediye edilen parçanın but ve bacağın bir yerde bulunduğu bir parça olması mümkündür.[805]



753/599- «Âişe radıyallahü anha'tian rivayet olunmuştur.Demiş­tir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem:

— Hayvanlardan beş nev'i vardır. Bunların hepsi fâ-sıklardir. Hil'de de, haremde de öldürülürler. Akrep, çay­lak, karga, fare ve kuduz köpek; buyurdular.»[806]



Hadîs, müîtefekun alcyh'dîr.

Buhârî'nin rivayetinde yılan da zikredilerek fâsıkların sayısı altıya çikarlımiştır. Gerçekten hadîsi altı lafzıyla Ebu Avâne tahrîc etmiştir. Ebu Dâvzıd (âdi yırtıcı) yi da ziyâde etmiş; bu suretle sayı yediye yükselmiştir. îbni Buzeyme ile Îbnü'l-Münzir (kurt ve kaplan) ı ziyâde etmişler. Böylece fasıklar dokuza çıkmıştır. An­cak Zühlî'den rivayet edildiğine göre kurt ile kaplanı (kuduz kö­pek) in tefsirinde zikretmiştir. Kurt lâfzı râvileri sıka olan bir mürsel hadîsde de geçer. îmâm-ı Ahmed îbni Hanbel, ihramlı bir kimsenin kurdu öldürmesine ait emri merfu' olarak tahrîc etmiştir. Yalnız hadîsin râvileri arasında zayıf râvi vardır.

Hadîste görülen ziyâdeler, beş adedinden mefhum-u muhalifi­nin kasdedilmediğine delâlet ederler. (Dabbe) yer yüzünde debeüyerek yürüyen hayvan demektir. Kuşa dahi ıtlak edilebilir. Bâzılarına göre dabbe tâbiri kuşa şâmil değildir. Nitekim Teâlâ hazretieri'nin şu âyet-i kerîmesinde buna işaret buyrulmuştur :

«Yeryüzünde hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki sizin gibi ümmetler olmasınlar...» örf ve âdette dabbe sözü dört ayak­lı hayvanlara mahsus olmuştur. Hadîsteki hayvanlara fâsık denilmesine gelince: Fisk lûgatta, çıkmak demektir. Âsîye fâsık denilmesi Rabbİ'ne itaattan çıktığı içindir. Buradaki hayvanlara fâsık denilmesi başka hay­vanların hükmünden çıkarak, ihramlı iken öldürülmelerinin caiz olma­sındandır. Çünkü sair hayvanları öldürmek ihramlı olanlara yasaktır. Bâzılarına göre: Bunlara fâsık denilmesi etlerinin yenilmesi hususunda diğer hayvanların hükmünden çıkarak yenilmediklerindendir. Nitekim. KuKân-ı Kerîm'de :

«Üzerine Allah'ın adı zikredilmeyen hayvandan yemeyin. Çünkü a fısktır» buyurularak eti yenilmeyen hayvana fısk denilmiştir. Diğer bâ­zılarına göre: Bu hayvanlar eziyetçi ve ifsatcı olup, kendilerinden isti­fâde edilmediği için başka hayvanların hükmünden çıkarılmış ve ken­dilerine fâsık denilmiştir. Bu suretle ulemâ'mn mezkûr hayvanların öldürülmesi babında istinbat ettikleri illetler üç olmuş ve bittabi fetva da ona göre değişmiştir. Birinci kavle zâhip olanlar, ihramlı olmayan­lara haremde öldürülmesi caiz olan her hayvanın ihramlı tarafından da Öldürülebileceğine kail olmuşlardır. İkinci kavli tercih edenler dahi eti yenilmeyen her hayvanın burada zikri geçen beş hayvana ilhak etmiş ancak öldürülmesi nehyedilen hayvanları istisna etmiştir. Üçüncü kavli benimseyenler yalnız zararlı olanları hadîstekilere ilhak etmiştir. Fakat musannif merhum «Fethü'l-Bârî» de bu illetleri beğenmemiş, onlara göre verilen hükümleri de çürütmüştür. İhtiyat olan şâir hayvanların hükmünü buradakilere katmamaktır. Nitekim Hanefîfer'in mezhebi bu­dur. Yalnız onlarda yılanı ilhak etmişlerdir. ÇünKü yılanın öldürülmesi hakkında hadîs vardır. Kurd'u HanGfîler köpek hükmünde sayarlar. Şâ­ir hayvanların saldıranlarını da buradaki beş hayvanın hükmüne ilhak ederler.

Hadîste zikri geçen beş nev'i hayvanı öldürmek ihramlıya caiz olun­ca, ihrama girmeyenlere evleviyetle caizdir. Hattâ Müslim'in bir riva­yetinde hill'de ve harem'de öldürülebilecekleri, diğer bir rivayetinde : Muhrim bir kimsenin bunları öldürmesinde bir beîs olmadığı beyân olunmuştur. Hadîs-i şerifte zikri geçen hayvanların hükmü «öldürü­lürler» denilerek ihbar suretiyle bildirilmiştir. Başka rivayetlerde emir sigasıyla vârid olduğu gibi, öldürene günâh yoktur; gibi sığalarla da rivayet olunmuş; böylece emrin ibaha mânâsına olduğu anlaşılmıştır.

Hadîsin buradaki rivayetinde karga için «kurab» kelimesi mutlak zikredilmişse de Müolim'in Hz, Âişe (R. anha)'â&n rivayet ettiği ha­dîste «gurab-i ebg'a» yani «alaca karga» diye takyid olunmuştur. Bâzı ha­dîs imamları buna bakarak mutlakı da «alaca karga» diye takyid et­mişlerdir. Hadîsin bu ziyâdesine : «Şazdır; râvi tedlîs yapmıştır.» diye­rek ta'n edenler olmuş, fakat nazar-ı itibâra alınmamıştır. Çünkü râvi hadîsi sema'an yani işiterek rivayet ettiğini tasrih eylemiştir. Binaena­leyh tedlîs yoktur. Eir de bu ziyâde adli, sıka ve hafız olan râvinin bir ziyâdesidir. Şu halde şüzûz da yoktur. Musannif hububat yiyen tohum kargasının bu hükümden hâriç kaldığına ulemâ'mn ittifak ettiğini söy­lemektedir. Bunun eti de yenilir. Şâir karga nev'ileri alaca karga hük-

nıündedirler.

Hadîste köpeğin kuduz olmakla takyid edilmesi, kuduz olmayan ko-peğin öldürülemiyeceğine delildir. Hz. Ebu Hüreyre (R.A.)'dan kuduz köpeğin arslan diye tefsiri rivayet olunduğu gibi, Zeyd ibni Eslem.den, «yılan» diye, Süfyan'dan hassaten: «kurt'tur» diye tefsir ve îzâhla-rı rivayet edilmiştir. îmâm-ı Mâlik (93—179): «İnsanlara hücum ederek onları korkutan aslan, kaplan, pars ve kurt gibi hayvanların hepsi kuduz köpek hükmündedir» diyor ki Cumhur'un kavli de bu­dur. Hz. Mâlik'in bu husustaki delili gu hadîstir.

«Allah'ım; bunun üzerine köpeklerinden bir köpeği musallat et; Bu duâ üzerine onu arslan parçalamıştı».

Arslanın parçaladığı şahıs utbetu'bnu Ebil Lehehdir hadîse yemen yolunda vukubulmuştur.

Bu hadîsi Hâkim tahrfc etmiştir. Hadîs hasendir.[807]



754/600- İbnî Abbas radıyaltahü anhünıa'dan rivayet olunduğuna göre, Peygember Stillallahü aleyhi ve sellem, ihramh İken kan aldır­mıştır.»[808]



Hadîs muttefek'un aleyhdir.

Bu vak'a dahi Haccetü'l-Vedâ'da olmuştur. Hadîs-i şerîf, ihramh hacıya kan aldırmanın caiz olduğuna delildir. îhtiyac ânında gerek baştan, gerekse vücudun şâir yerlerinden kan aldırmak bilittifak caiz­dir. Yalnız kan aldırırken saçlar çözülürse tıraş olanlar gibi fidye ver­mek îcâp eder. Eğer kan baştan alınıyor ve bir özür de yoksa, saçlar çözüldüğü takdirde bu iş haramdır. Vücûdun kılsız yerlerinden aldırmak Cumhur ulemâ'ya göre caizdir, fidye lâzım değildir. Bâzıları bunu mek­ruh addederler. Fidye lâzım geldiğine kail olanlar da vardır.

Hadîs-i şerîf, bir kâide-î şer'iyye'ye işaret ediyor. Bu kaide şudur: İhram sebebiyle haram kılman: Tıraş olmak, av vurmak ve emsali şey­ler, ihtiyaçtan dolayı mübâh olurlar. Fakat fidye vermek îcâp eder. Bir kimse başını tıraş ettirmeye yahut sıcaktan veya soğuktan dolayı göm­leğini giymeye muhtaç olursa .bunları yapar ve kendisine fidye vermek, îcâp eder. Fidyenin ne olacağını aşağıdaki hadîs tâyin ediyor.[809]



755/601- «Kâ'b ibni Ücra[810] radıyallahü anh'den rivâyot olunmuş­tur. Demiştir ki: Bitler yüzüme saçılır bîr halde benî Resûlüllah Sal-laUahü aleyhi ve sellem'e götürdüler, (hâlimi görünce) :

— Rahatsızlığının gördüğüm dereceye varacağını tahmin etmezdim. Bir koyun bulabiIirmisin?dedL

— Hayır dedim.

— O halde üç gün oruç tut. Yahut her biri için yarım saf olmak üzere altı fakir doyur; buyurdular.»[811]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

BuhârVnin bir rivayetinde de bu hadîs şöyledir :

«Resûlüllah SaUaîlahü aleyhi ve seîlem, Hudeybiye'de benim yanı­ma uğradı. Başımdan bitler dökülüyordu.

— Böceklerin sana eziyet veriyor mu? diye sordu?

— Evet; dedim:

— O halde hemen başını tıraş et... ilâh..; buyurdular.»-Yine Buhâri'de Hz. Kâ'bın :

«Eğer sizden biriniz hasta olur, veya başından rahatsız bulunursa... ilâh..; âyet-i kerîmesi benîm hakkımda nazil oldu» dediği zikrolunur. Bu hadîs çeşitli lâfızlarla rivayet olunmuştur.

Fidye üç kısımdır : Hayvan kesmek, oruç tutmak ve fakir doyur­mak.

Hadîs-i şerifin zahir olan mânâsı bulunursa hayvan kesmeyi diğer nevi'lere tercih etmenin lüzumunu gösteriyor. Maamâfîh gerek bu âyet­ten gerekse birçok hadîs-i şerîfe'den fidye verecek kimsenin üç nevi fidye arasında muhayyer olduğu anlaşılıyor. Bundan dolayı Buhâri (194—256) «keffâret babı» nın başında : «Peygamber (S.A.V.) Kâ'bi fidye hususunda muhayyer bırakmıştır» demektedir. Ebu Dâvud (202—275) Şa'bî tarikiyle Kâ'b ibni Ücra (R.A.)'âan şu hadîsi tah­rfc etmiştir :

«Peygamber Saîlaîlahü aleyhi ve seMem:

— İstersen bir hayvan kes, istersen üç gün oruç tut. İstersen fakir doyur; nah... buyurdular.»

Şâfiîler'e göre vücûdun herhangi bir yerindeki kılları zaruretten dolayı gidermek fidye icâp etmez.

Yarım sa' mes'elesi ulemâ arasında ittifakı ise de îmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe (80—150) ile Sevri (97—161)'ye göre buğdaydan yarım sa', diğer yiyeceklerden bir sa' verilir.[812]



756/602- «Ebu Hüreyre radıyalîahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Allah, Peygamberi Sallallahü aleyhi ve sellem'e, Mekke fethettiği vakit# Resûlüllah Saîlaîlahü aleyhi ve seMem, cemâatin içîn-de ayağa kalkarak, Allah'a hamd-ü sena ettî sonra şöyle buyurdular:

— Şüphesiz Allah fili Mekkeye girmekten men et­miş, ama ona Resulünü ve mü'minleri musallat kılmıştır. Gerçekten Mekke benden önce hiç bir kimseye helâl ol­muş değildir. Bana dahi ancak günün bir saatinde helâl oldu. Benden sonra o hiçbir kimseye helâl olmayacaktır. Binaenaleyh onun avı ürkütülmez; dikeni kesilmez, kayıb malı, ancak sahibini arayıp, soran için helâldir. Her ki­min bir yakını Öldürülürse, o kimse iki nokta-i nazar ara­sında muhayyerdir; Abbas :

— Yalnız îzhir müstesna Yâ Resûlüllah, çünkü biz onu kabirlerimi­ze ve evlerimize koyuyoruz; dedi. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :

— (Evet) yalnız İzhİr müstesna; buyurdular.»[813]



Bu hadîs, müttefekun aleyh'dir.

Bu hutbe fethin ikinci günü okunmuştu. Resûlüllah (S.A.V.)'in da­ha sözünün başında fil vak'asma işaret buyurması Teâlâ Hazretleri'nîn mü'minlere olan minnet ve ihsanını anlatmak içindir. Çünkü fü'lerin girmediği Mekke'ye mü'minler Allah'ın lutf-û inâyetiyle bir hamlede girerek onu kahren fethetmişlerdi. ResûEüMah (S.A.V.)'e Mekke'nin helâl olduğu saat onu fethederek içine girdiği saattir. Hadîsi şerifte ge­çen «iki nokta-i nazar arasında muhayyerdir» cümlesinden murâd : Ya diyetini almak, yahut kaatili öldürtmektir.

Bu hadîs, Mekke-î Mükerreme'nin kahren fethedildiğine delildir.

Çünkü «helâl olmuş değildir, helâl olmayacaktır. Musallat kılmıştır» gibi tâbirler bunu göstermektedir. Cumhur ulemâ'nm kav­li budur. Yalnız îmâm-ı Şafiî (150—204) sulhan fethedildiğine kail olmuştur. Zîrâ : «Kahren fethedilse Resûîüllah (S.A.V.) onu gaziler ara­sında taksim ederdi. Nitekim Hayber'i taksim etmişti. Halbuki Mekke'yi taksim etmemiştir» diyor. Hz. Şafiî'ye şöyle cevap verilmiştir : «Peygamber (S.A.V.) Mekkeliler'e bir lütuf olmak için taksimden im­tina etmiş; Mekkeliler'i öldürmekten, kadınlarını esir ve mallarını ga­nimet olarak paylaştırmaktan vazgeçerek kavm-ü kabilesine, akraba­sına karşı görülmedik bir fadl-ü kerem ve nezâket göstermiştir.

Mekke-i Mükerreme'de Peygamber Sallallahü aleyhi ve seîlem'den sonra hiç bir kimsenin muharebe etmesinin helâl olmayacağı da hadîsi­mizin delâleti cümlesindendir.

Mârudî şöyle diyor : «Harem-i şerifin hassalarından biri de: orada yaşıyanîar ehl-i adalet olanlara karşı âsî ve bagî bile olsalar, kendileriyle harp edilmemektir.»

Maamâfîh mes'ele ihtilaflıdır. Mekkeliler'le harp etmenin cevazına kail olanlar da vardır. Kurtubî : «Hadîsin zahiri orada harbin Pey­gamber (S.A.V.)'e mahsus olmasını iktizâ eder. Çünkü Mekkelİler'in küfrü müslümanlar'ı mescid-i haram'dan men etmeleri ve çeşitli zülüm ve hareketleri; harbi çoktan haketmiş olmalarına rağmen kendileriyle harp etmemesi bunu gösterir.» demiştir. Ulemâ'dan bu rey'e iştirak eden çoktur.

Hadîs-i şerîf, Mekke'de av ürkütmenin haram olduğuna da delâlet ediyor. Bittabi ürkütmek haram olunca, av vurmanın hürmeti evlevi-yette kalır. Keza Mekke'nin dikenini kesmenin haram olduğunu ifâde ediyor. Faydasız dikeni kesmek haram olunca faydalı ağaçlarını kes­mek yine evleviyetle haramdır.

İmâm-ı Şafiî: Mekke'de ağaçların dallarındaki dikenlerin kesile­bileceğine kail olmuştur. Bunu kendisinden Ebu Sevr (—240) nakl ve hikâye eder. Ulemâ'dan bir cemâatin mezhebi de budur. Bunlar di­kenleri zararlı hayvanlara kıyâs ederler. Halbuki bu yaptıkları, kıyâsı nassa tercih etmektir ki caiz değildir. Mekke-i Mükerreme'nin hüdâyına-bit ormanlarıyla, otlarını kesmek de haramdır. Fakat kuru otların kesil­mesinde beis yoktur. Bu cihet yine ittifakı ise de insan emeğiyle yetiş­tirilen ağaç ve nebatların kesilmesi ihtilaflıdır. Cumhur'a göre caizdir.

Hadîs, Mekke'de bulunan bir malın bulana helâl olmadığına, ne ka­dar ilân ederse etsin, asla da helâl olmayacağına ancak ilân etmek için elinde bulundurmanın helâl olduğuna delâlet ediyor. Fakat diğer bel­deler böyle değildir. Onlarda bulunan bir mal ,malûm bir müddet zarfın-da ilân edildikten sonra sahibi çıkmazsa, bulan ondan istifâde edebilir. Bu mes'eledeki ihtilâf «tukata» babında, kati meselesi de «cinayetler» babında görülecektir. İn-şâ'-Allah.

Hz. Abbas İzhir hakkında : «Çünkü biz onu kabirlerimize ve evleri­mize koyuyoruz» demişti. Bundan maksad: îzhir güzel kokulu olduğu için onunla lâhid'in üzerine çekilen taşların araları tıkandığını; evlerde dahi tavan tahtalarının arasına konduğunu bildirmektedir. Hazretİ Ab­bas (R.A.ym sözü Resûlüllah (S.A.V.) huzurunda bir şefaat dileğidir. Maamâfîh kendisinin bir içtihadı da olabilir. Âmm'm tahsis kabul etti­ğini bildiği için bunun tahsisini istemiştir. Zîrâ güçlük çıkarmamak şe-riât'ın esaslanndandır. Binaenaleyh Peygamber {S.A.V.) onun sözünü ya vahy'le, yahut ictihâd yoluyla takriı buyurmuşlardır.[814]



757/603- «Abdullah İbni Zeyd b. Âsim radıyallahü anfe'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah Sallalîahü aleyhi ve sellem:

— Şüphesiz İbrahim Mekke'yi haram kıldı ve ehline duâ etti. ibrahim Mekke'yi nasıl haram kıldıysa, ben de Medine'yi haram kıldım ve gerçekten onun sa'ına ve müddine ibrahim'in Mekke'lilere yaptığı duanın iki mis­li duâ ettîm; buyurmuşlardır.»[815]



Bu hadîs, Müttefekun aleyh'dir.

Hadîsin bir rivayetinde Resûlüllah (S.A.V.):

«Şüphesiz Allah Mekke'yi haram kıldı» buyurmuştur. Maamâ­fîh iki rivayet arasında münafaat yoktur. Çünkü murâd: «Allah Mekke'­nin haram olduğuna hükmetti. İbrahim'de bu hükmü kullara bildirdi.» demektir. «Ehline duâ etti» demekle Hz. İbrahim'in Kur'ân-ı Ke-rînVde zikrolunan :

[816]» «Yâ Râb, şu beldeyi emniyette kıl. Hem ehlini cümle meyvalardan rızıklandır» âyet-i kerîmesiyle emsali kasdedilmiştir. Müdd ile sa'ın birer nev'i ölçek olduğunu yerinde görmüştük. Burada onlardan murâd: Kendileri değil, onlarla ölçülen şeylerdir.

Mekke'nin haram kılınmasından maksad: Orada yaşıyanlann harp­ten oraya girenlerin her türlü tecâvüzden masun bulundurulmalarıdır.

Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de bu bâbda: « [817]» «O hareme giren emniyette olur» buyrulmuştur. Avının vurulmaması, ağacı­nın dikeninin, otunun kesilmemesi dahi onun haram kılınmasmdandır.

Medine'nin haram kılınmasına gelince, bundan murâd dahi, avının vurulmaması, ağaçlarının kesilmemesi ve orada bir hâdise çıkmaması­dır. Medine'nin haremini hudutlandırma hususunda ihtilâf vardır. Çün­kü hâdiselerde birçok lâfızlarla tahdid olunmuştur. Bunların arasından:

«İki taşlığının arası» ifâdesi tercih edilmiştir.Çünkü bu tâbir pek çok râvilerin rivayetlerinde zikredilmiştir.[818]



758/604- «Ali İbnî Ebi Talip radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah Saîlaîlahü aleyhi ve settem:

— Medîne Ayr'dan, Sevr'e kadar haremdir.»[819]



Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Ayr ve Sevr; Medîne-i Münevvere'de birer dağ'dır. Kamus sahibi Sevr hakkında sahîh bir hadîs bulunduğunu söylemiş ve yukarıki hadîsi rivayet etmiştir. Bundan sonra da şunları söylemiştir: «Ebu Ubeyd Kasım b. Selâm ile diğer büyüklerin: Bu bir tashiftir. Doğrusu uhud'a kadardır. Çünkü Sevr Mekke'dedir; demeleri iyi bir şey değildir. Çünkü bana Şuca-i Sa'lebi şeyh Zâhid'in hafız Ebu Muhammed ib-ni Abdü's-Selâm BacrVden rivayet ettiğine göre Uhud'un hizasında -arkaya doğru ufak bir dağ bulunmaktadır. Buna Sevr derler. Bunu bu yeri bilen arap taifelerine defalarca sordum: Hepsi o dağın isminin Sevr olduğunu söylediler. Ve çünkü bana Şeyh Afifü}d-Din Matarî ba­bası hafızdan, rivâyeten yazarak dedi ki: «Filhakika Uhutfkm arkasın­da sol tarafına gelen ufak ve yuvarlak bir dağ vardır. Ona Sevr der­ler. Onu Medîneliler babadan, dededen bilirler.»

Bu îzâhât «iki taşlığının arasıdır» hadîsine münâfi değildir. Çünkü bunlar Medine'yi saran iki taşlıktır. Ayr ile Sevr dahi Medine'yi ihâtâ ederler. Binaenaleyh ayr ve sevr hadîsi «iki taşlığı» tefsir eder.[820]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com