Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

«Hediyye Meyveler İle Yemişlerin Ağaçlarını Satma Hususunda Ruhsat Bâbı»

«Hediyye Meyveler İle Yemişlerin Ağaçlarını Satma Hususunda Ruhsat Bâbı»



867/710- «Zeyd b. Sâbİt radtyallâhü anh'ien rivayet edildiğine göre Rosûlüllah saUallahü aleyhi ve scîîcm hediyye hurmaların meyvesini tahmin sureti il.; ölçekle satmak için ruhsat vermiştir.»[157]



Müttefekum aleyh'tir.

Müslim'in rivayetinde «hediyye hurma hakkında o ailenin hurmayı kuru olarak tahmin ederek almalarına ve yaş iken yemelerine ruhsat verdi» denilmiştir.

Ruhsat : kolaylaştırma demektir. Kitabımızın birinci cildinde gö­rüldüğü veçhile şer'an ruhsat: kulların özrüne binâen ikinci defa meşru' olan şeydir. Binâenaleyh şer'î mânâsında da kolaylık mülâhaza edil­miştir. Bu da gösterir ki «ariyye» denilen şeylerin satışı haram olan sa­tış nevilerinden istisna edilmiştir BuharVnin Hz. Câbir'den tahrîc ettiği şu hadîste istisna tasrîh edilmiştir:

ResûJüllah (S.A.V.) olgunlaşmadan meyveyi satmaktan ve ariyyeler müstesna, ondan bîr şeyi dinar ve dirhemden başkası İle satmaktan nehyettî]».

(Araya) ariyyenin cem'idir. Arİyye: aslında hurmanın meyvesini bağışlamaktır. Arapların âdeti: kıtlık oidumu hurma sahipleri hurması olmıyanlara ağacın yemişini bağışlarlardı. Nitekim koyun ile devenin sütlerini de bağışlamak âdetti. İmam Mâlik şöyle diyor: «ariyye*: bir kimsenin hurma ağacım birine tahliye etmesi ve sonra kendisi için tahliye olunan şahsın bahçesine girmesinden rahatsız olmasıdır. Şu hâl karşısında o şahsın hurma sahibinden o hurmayı kuru hurma mukabilinde satın almasına ruhsat verilmiştir.»

Yezid b. Hârûn ise Süfyan b. Hüscyn'den naklen : «ariyye, fa­kirlere hibe edilen hurma ağacı idi; onlar hurmanın kemâle ermesini bekleyemezlerdi. Bu sebeple kendilerine bu hurmayı kuru hurma mukabilinde diledikleri miktara satmaları için ruhsat verildi» de­miştir.

Hulâsa Cumhur-u ulemâ bu satışın caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Satışın mahiyyeti: ağaç üzerindeki yaş hurmayı, tahminen beş vesk-tan az olmak ve bir de teslim, tesellüm şartı ile, bir o kadar kuru hur­ma mukabilinde ölçeklr satmaktır. (Beş vesktan az) kaydı aşağı­daki Ebu Hüreyre hadisimle zikredildiği içindir.[158]



868/711- «Ebu Hüreyre radvyallâhü anh'ien rivayet olunduğuna gö­re Resûlüliah Sallallahü aleyhi ve sellem : beş vesktan az ,yâhûd beş vesk hediyye hurmanın kuru hurma ile tahmin sureti ile satılmasına ruhsat vermiştir.»[159]



Hadîs müttefekum aleyh'tir.

tmam Müslim, hadîsteki şekkin Dâvud b: el-Husayn'dan geldiğini beyân etmiştir. îmâm-ı Şafiî ile İmam Mâlik arasında bu satışın beş vesktan az olursa caiz, çok olurca caiz olmadığına ittifak vardır. Beş veskta ise ihtilâf etmişlerdir.

Tesîim ve tesellüm demek olan tekâbuz'a gelince: Bu satışta ruh­sat yalnız müsavatın iyice bilinmemesine müsamaha gösterilmek sure­ti ile yapılmıştır. Tekâbuz için ruhsat yoktur. Binâenaleyh o şarttır. Onun şart olduğuna imâm Şafii'nin tahrîc ettiği Zeyd b. Sâbtt[160] hadisi de delâlet etmektedir. Mezkûr hadîste; Hz. Zeyd, Ensâr'dan bir takım zevatın adlarını saymıştır. Bu zevat muhtaç imikler. Resûlüliah (S.A.V.) e hallerinden şikâyet etmişler. Ellerinde, yaş hurma alıp da âlem ile birlikte yemek için paralan yokmuş, yanlarında yalnız yiyecek­lerinden artan kuru hurma varmış. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) onlara hediyye hurmaları kuru hurma ile tahmin ederek almaları için ruhsat vermiş.

Bu hadîste teslim ve tesellüme delâlet eden cihet içerisinde kuru hurmanın zikredilmiş olmasıdır. «Zîrâ kabz şart olmasa bunu zikre ha­cet kalmazdı» diyorlar.

Hadîs-İ Şerif, henüz ağacın üzerindeki yaş hurma mukabilinde ku­ru hurma satın alma hususunda vârid olmuştur. Ağacından devşirildîk-ten sonra yine kuru hurma bedeli satılması da bir çok Şâfiîlere göre caizdir. Onlar bunu ağaçtaki hurmaya ilhak yolu ile caiz görürler. Çün­kü ruhsatın yeri mutlak surette yaş hurmadır. Binâenaleyh nass ağaç üzerindekine de devşirilmiş olanına da şâmildir. Bu söz ibni Dakîki'l-Iı/d'in: «Devşirilmiş yaş hurma kuru hurma mukabilinde satılamaz; çünkü buradaki ruhsatın mânâlarından biri de yaş hurmayı tedrici surette taze yemektir. Toplanmış hurma ile bu maksad hâsıl ol­maz» şeklindeki mütâlâasını çürütür.[161]



869/712- «İbni Ömer radıydllâhü anhümd'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûİüllah sallollahü aleyhi ve sellem : salâhı göze çarpıncaya kadar meyveleri satmaktan nehyettî. (Bundan) hem satanı hem alanı nehyetH.»[162]



Müttefekun aleyh'tir.

Bir rivayette : Kendilerine meyvelerin salâhı soruldukta :

«Kusuru gidinceye kadar» buyurmuşlardır.

(Salâhı göze çarpıncaya kadar) ifâdesinden muradın neo-1 duğu selef arasında ihtilaflıdır. Burada dürt kavil vardır :

1— Salâhtan murâd : haslaiik ve bozulmadan cmîn olmaktır. Ha-nefîler'in mezhebi budur.

2— Meyve cinslerinde olgunluk görülme sidir. Elverir ki şâir mey­velerin kemâle gelmesi müteiâhık, yani birbirini peşi sıra olsun. Mâ-likifer'le diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur.

3— Olgunluk behemehal satılan meyvenin cinsinde görülecektir şâir meyvelerin olgunlaşmasına bakılmaz.

İmanı Ahmed'in mezhebi budur.

4— Olgunluk, satılan ağacın meyvesinde görülecektir. Şafiî'nin mezhebi de budur. Görünmek tâbirinden de anlaşıhyofki bütün mey­velerin kemâle gelmesi şart değildir; bazılarının olgunlaşması kâfidir. Allah Teâlâ'nm hikmeti meyvelerin birden kemâle gelmemesini iktizâ etmiştir; tâ ki onlardan uzun müddet istifâde edilebilsin.

Hadîs-i Şerîf meyvenin salâhı zuhur etmeden satılmasının caiz ol­madığına delâlet ediyor. Zaten meyveler zuhur etmden onları satmanın caiz olmıyacağma icmâ' vardır; çünkü ma'dûmu yani mevcut olmıyan bir şeyi satmaktır. Meyve zuhur ettikten sonra henz kemâle gelmeden onu yerinde bırakmak şartı ile satmak âa icmâ'an caiz değildir.

Hanefîler'e göre meyvenin yerinden alınması şartı ile kemâle gel­meden evvel ve kemâle ermeğe başladıktan sonra satılması da caizdir. Fakat yerinde kalması şartı ile satmak caiz değildir.

Hadîs-i Şerîf satıcı İle alıcının da böyle bîr satıştan nehî edildikle­rine delâlet ediyor. Satanın nehyedilmesi: başkasının malını bâtıl ile yemesin diye, müşterinin nehyedümesi ise: malını zayi' etmemesi için­dir.

Âhe : Meyvelere gelen hastalıktır. Bunun böyle olduğunu Hz. Zeyd b. S'bit'in rivayet ettiği bir hadîsten anlıyoruz. Hz. Zeyd diyor ki: «Peygamber (S.A.V.) zamanında halk meyve alış verişi yaparlar; mey­veleri devşirme ve teslim zamanı geldimi müşteri : meyveye duman düştü, kuşam isabet etti; derdî. (Bunlar birer nevi hastalıktır). Nihayet gelir, PeygambRr (S.A.V.) e dert yanarlardı. Bu gûnâ ;âvâlar çoğa­lınca ResülüllaK (S.A.V.):

«— Eğe olmuyorsa siz de meyvenin salâhı görünün-ceye kadar satın almayın; buyurdular.»

Buradaki nehî meşveret mânâsında olduğundan tahrîm için değil tenzih içindir. Mezkûr hâdiseden sonra Hz. Zeyd artık arazîsinden çıkan meyveyi Süreyya yıldızı doğup da meyvenin sarısı kırmızısı seçilmeden satmazmış.

Süreyya : Ülker denilen top yıldızlardır. Bu yıldızlar Hicaz'da yaz mevsiminde sabahlan doğarmış. Onlar doğmaya başladımı meyveler de kemâle ermeğe başlarmış. Burada ondan murâd işte bu alâmet olu­şudur.[163]



870/713- «Enes b. Mâlik radıyallâhü emfr'den rivayet edildiğine göre Peygamber sallattahü aleyhi ve sellem yemişler renk atmadan onları satmaktan nehyetmîş; onların renk atması nedir? denilince:

«— Kızarır ve sararırlar.[164]



Hadîs mütteîekun aleyh'tir. Lâfız Buharî'nindir.

Hattâbî (319-385) diyor ki: «(tahmaarru) ve (tasfaarru) kelimeleri ile hâlis kırmızılık ve sarılık kasdedilmemiştir. Bunlardan maksad: karışık olan kırmızılık ve sarılıktır. Eğer hâlis renk kasdedilse «tah-merru, tasferru» denilirdi.» İbni Tın ise: «Bu kelimelerle meyvelerin kızarmağa ve sararmağa başladıkları zaman kasdolunmuştur; öteki sigalar değişen renklerde kullanılır» demiştir. Burada muradın İbni Tîn'in dediği gibi olduğuna aşağıdaki hadîs delâlet ediyor.[165]



871/314- «(Yine) Enes radıyallahü emVten rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem kararmadıkça üzü.. ü satmak­tan ve katılaşmadıkça dâneyî satmaktan nehî buyurmuştur».[166]



Bu hadîsi Nesâî müstesna Beşler rivayet etmişler; İbni Hibban ile Hâkim onu sahîhlemişlerdir.

Üzümün kararması, ile dânenin katılaşmasından murâd : olgunlaş­maya başlamalarıdır. Nevevî (631 - 676); «Bunda Kûfeliler'in mezhebine delîl vardır; fakat ekser-i ulemâ'ya göre katılaşmış başağın satıl­ması caizdir. Bizim mezhebe gelince:

Mezhebimizde tafsilât vardır. Eğer başak arpa veya dan ise yâ-hûd o mânâda, hâriçten dâneleri görünen hububattan ise satması caizdir. Buğday ve amsâli gibi, "dâneleri kavuz ile örtülü olanlardan ise bu bâbta Şafiî'nin iki kavli vardır. Yeni kavline göre caiz değil; eski kavline göre caizdir. Fakat katılaşmadan, ancak biçmek şartı ile sahih olur» diyor.

NcvcvVnin «Kûfelîler» demekten maksadı Hanefîler'dir. Filhakika onlara göre başağında buğdayı satmak fâsid beylerdendir.[167]



872/715- «Câbir b. Abdiliâh radıynUâhii anh'ten rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüliah sallallahü aleyhi ve scllem;

— Eğer din kardeşine meyve satar da sonra o mala bir âfet gelirse artık ondan bir şey alman sana helâl olmaz. Din kardeşinin malını haksız yere ne sebeble alacaksın? buyurdular.[168]



Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Müslim'in bir rivayetinde: Peygamber saltallahü aleyhi ve sellem âfet isabet eden meyvelerin (fiattan) düşülmesini emretmiştir.

Hadîs-i Şerîf ağaçların üzerindeki yemişleri sahibi satar da sonra bir âfet gelirse zararın satana âit olduğuna bu hususta müşteriden hiç bir şey almağa hakkı bulunmadığına delildir.

Âfet isabet eden meyvelerin fiattan düşülmesi hususunda ulemâ ih­tilâf eylemişlerdir.

Bazılarına göre: âfet bütün meyvelere isabet ederse bütün fiat dü­şülür. Zarar ziyan satana âit olur. Bunların dclîli bu hadîstir.

Ekse-i ulemâ ise zararın müşteriye âid olduğuna, âfetten dolayı fiat düşme emrinin nedib ifâde ettiğine kaildirler. Delilleri Ebu Saîd hadîsidir. îieride görülecek olan bu hadîste Peygamber (S.A.V.) meyvctİne âfet isabet eden kimseye sadaka vermelerini ashaba emret-nıişlir. Zararın müşteriye âid olması satış akdi yapılırken malı tahliye etmenin onu tesellüm yerine geçtiği içindir. Yani mah tahliye etmekle satıcı onu müşteriye teslim etmiş; müşteri de kabul ve tesel­lüm etmiş gibi olur. Maamâfîh bu kavle itiraz edilmiş ve: Hadîsteki: «Sana ondan bir şey alman helâl olmaz» ifâdesi zararın sa­tıcıya âid olduğuna delâlet eder; denilmiştir.[169]

873/716- «İbni Ömer radıyalldhü anhümâ'dan Peygamber sallallahü nh-yhi ve sellem'den İşitmiş olarak rivayet edildiğine göre Peygamber (S.A.V.):

«Eğer bir kimse aşılandıktan sonra bir hurmalık sa­tın alırsa o hurmalığın meyvesi onu satan bayia aittir; ancak müşteri şart koşarsa o başka; buyurmuşlardır.»[170]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Hadîs-i Şerif aşıladıktan sonra satılan meyvenin satana âid oldu­ğuna delildir. Mefhumu muhalifine bakılırsa aşılanmadan Önce müşte­rinin olur. Cumhur-u ulema'nın kavli de budur. Delilleri bu hadîstir. htıâm-ı A'zam Ebu Hanîfc'ye göre (80 - 150) ise satılan meyve aşı­landıktan sonra olsun evvel olsun mutlaka satana aittir. Hz. îmam mefhumu muhalif ile amel etmemektedir. Çünkü onun mezhebine göre mefhumu muhalif sahih bir delîl değildir; binâenaleyh onunla amel olunamaz.

Hadîs-i Şerîf, akdin muktezâsma uygun olan şartın satışı boz­madığına da işaret ediyor.[171]


«Selem, Karz Ve Rehin Bâbları»



874/717- «ibni Abbas radtynUdhü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Peygamber salîallahü aleyhi ve sclîCm Medine'ye geldiği vakit Medıneliler meyvelerde bîr ve ikî seneye kadar selem yaparlardı. Bunun üzerine:

— Her kim meyvede selem yaparsa ma'lûm Ölçek ve tartıda mal'ûm bir va'deye kadar yapsın; buyurdular.»[172]



Her kim müttefekun aleyh'tir. Buharî'nin rivayetinde «Her kim bir şeyde selem yaparsa» buyurulmuştur.

Seİem: Iraklılar'a gorc hem vezin hem de mânâ itibar^ilc selem de­mektir. Hicazlılar'a göro ise: Zimmette mevsuf bulunan bir şeyi peşin P'ım ile satmaktır ki, şer'an ta'rifi de budur. Maamâfîh mezheb imam­larının ta'rifleri arasında at çok fark vardır.

Selem: Saîd b. Milscyyrb müstesna bütün ufemâ'ya göre meşru'-dur; ve beyi de şart olan her şey bunda da şarttır. Re'si mal da o hhcIirio teslim edilir. Yalnız fmam Mâlik semenin bir veya iki gün te'eiİ edilmesine cevaz vermiştir.

Hadîs-i Şerifte zikredildiği veçhile malın iki nev'i ölçüden biri ile mutlaka ölçülmesi îcabeder. Eeğer Ölçcek ve tartı ile satılan şey­lerden değilse sayısının veya metresinin ma'lûm olması lâzımdır; çünkü bunlar ölçek ile tartıya mülhaktır. Mezâhib ulemâsı arasında selemin bazı hususâtı hakkında az çok ihtilâf görülürse de satılan ma­lın miktarı Ölçekle satılanlardan ise ölçeğinin ta'yini malın ayırıcı va­sıflarının beyânı gibi esasa âid şeylerde ittifak halindedirler.

Te'cil'c gelince: Şâfiîler'dcn maada mezheb imamlarına göre se­lemde te'cîl şarttır. Şâfiîler'e göre ise hâlen de vapılabilir. Selem'in mezheblere göre bir hayli şartlan daha vardır. Bunlar ve selem'in han­gi mallarda caiz olacağı her mezhebin fıkıh kitaplarından öğrenilebilir.

Alış verişte semen denilen şey, selem'de «re'si. mal» dır. Keza alış verişte mebî' yani satılık mal selemde «müslemün Fin» adını alır.[173]



875/718- «Abdurrahman b. Ebzâ[174] ve Abdullah b. Ebî Evfâ rad\-yallâhü anhümâ'dan rivayet olunmuştur. Bunlar :

— Biz Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem ile birlikte ganimetler atıyorduk. Bize Şam Nebîtlanndan bir takım nebîtlar gelir; biz de on­lara buğday, arpa ve kuru üzümde (bir rivayette) ve zeytin yağında muayyen bir va'deye kadar selem yapardık; demişlerdir :

— Onların ekini varmı İdi? dîye sorulunca :

— Bunu kendilerine sormazdık; demişlerdir.».[175]



Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Enbât : Nebît'in cem'idir. Bunlar araplardan bir sülâle olup acem-ler'in araşma girmiş ve onlarla nesebleri karışmış; lisanları bozulmuş­tur. Su çıkarmakta mahir olduklarından kendilerine «enbât» deniimiştir.

Hadîs-i Şerif akid halinde mevcut olmıyan mala selem yapılabile­ceğine delildir. Çünkü mevcut olması şart olsa onu arar sorarlardı, halbuki «bunu sormazdık» demişlerdir. İhtimal karşısında soruşturmayı terketmek, sözün umum ifâde etmesi demektir. Şâfiîler'lı1 Mâlikîler'in ve diğer bazı ulemâ'nm kavli budur. Bunlar va'de geidt.m zaman malın bulunabilmesini şart koşmuşlardır. Va'dc gelmez:en önce bulunmaması onlarca zarar etmez. Hanefîler’le başkalarına göre ise müslemün fîhin mevcut olması ve tâ va'de gelinceye kadar devam etmesi şarttır.[176]



876/719- «Ebu Hüreyre radıyaUâhü anh'ten Peygamber sattallahü aleyhi ve seZfcm'den işKmîş otarak rivayet edildiğine göı-e Resûlülfah (S.A.V.):

—Bir kimse başkalarının mallarını Ödemek kssdı ile alırsa onun yerine Allah öder; her kim de onları itlaf et­mek için alırsa Allah onu itlaf eder; buyurmuştur.»[177]



Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir.

Başkalarının mallarını almak ta'biri onları ödünç ve muhafaza için almaya şâmildir. Ödemek kasdı.ıc'an murâd: dünyada ödemektir. Al­lah'ın onun yerine Ödemesi: ona ödemek için dünyada kolaylık hâl-ketmesi, âhirete kalmışsa alacaklıyı Teâlâ hazretlerî'nin dilediği bir şeyle razı etmesidir. Filvaki1 bu hususta İbni Mâce, îbni Hibbân ve Hâkim, merfu' olarak şu hadîsi tahric etmişlerdir :

«Hiç bir müsiüman yoktur ki; Ödemek niyetinde oldu­ğunu Allah'ın bildiği bir borca girsin de Allah onun yeri­ne o borcu dünyada ve âhirette ödemesin».

«İtiâf İçin alırsa» ifâdesinden maksad: başkasının malını alır­ken ihtiyacı olduğu içiı değil, ödememek niyeti ile almaktır. «Allah da onu itlaf eder» ibaresi: alan şahsın kendisini, dünyada helak eder; mânâsında zahirdir. Maamâfîh dünyada geçimini zorlaştırmak, malırdan beraketi kaldırmak sureti ile halatını mahvetmek ve âhİ-rette azaba ma'rûz kılmak mânâlarına da şâmildir-. îbni Battal (— 444) diyor ki; «Bu hadîste başkalarının mallarına göz dikmek­ten vaz geçmeğe teşvik ve borçlandığı zaman aldığını iyilikle ver­meye tergîb vardır; çünkü ceza amel cinsinden olur.»

Hadîs-i Şerifte hüsn-ü niyete teşvik, hilâf.na hareketten tehdid ve bütün amellerin bu iki mihver el.rafında döndüğüne işaret vardır. Ödemek niyeti ile borçlanan kimseye Allah'ın yardım edeceği dahî hadîsin İfâde ettiği ahkâm cümîesindendir.

Abdullah b. Ca'fer borçlanmağa merak edermiş. Kendisine bunun sebebi .soruldukta :

«Resûlüllah (S.A.V.)i :

«—Şüphesiz ki Allah, borcunu Ödeyinceye kadar borç­lu İle beraberdir» buyururken işittim» dermiş.

Bu hadîsi ibni Mâce ile Hâkim rivayet etmişlerdir; isnadı hasen-dir. Yalnız râvilerinden Muhammed b. Ali hakkında ihtilâf vardır. Aynı hadîsi Hâkim Hz. Âişe (R. Anhâ) 'dan şu lâfızlarla rivayet etmiştir :

«Borcunu Ödemiye niyeti olan hiç bir kul yoktur ki Allah'dan kendisine bir yardım gelmesin». Hz. Âişe (R.anhâ):

«Bu yardımı ben de dilerim» buyurmuştur.Vâkıâ :

«Gerçekten şehidin borçtan maada her günahı affedi­lir» hadîsi sabit olduğu gibi:

«Şimdi teni serinledi» hadîsi de sahihtir.

Bu hadîs, borçlu ölen bir zâtın başkası tarafından borcu ödendiği zaman seref-sâdır olmuştur. Fakat birinci hadîsten : Allah kıyamet gü­nünde şehidin borcunu ödeyinceye kadar o borç üzerinde kalır» mânâsı kasdedilmİş olabilir; o zamana kadar borçlu kalmasından şehidin ka­birde azab görmesi lâzım gelmez. İkinci hadîsin ise borcunu Ödemek niyetinde olmayan biri hakkında olması ihtimali vardır.[178]



877/720- «Âişe radıyalUjü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Yâ ResûİüHah, hakikat filâna Şam'dan basma gelmiş; ona (birini) gön-dersen de vakit buluncaya kadar veresiye kendisinden İki elbise alsana! dedim. Bunun üzerine o adama (birini) gönderdi fakat adam razı ol­madı».[179]



Bu hadîsi Hâkim ile Beyhakî tahric etmişlerdir. Ricali sikadır.

Hadis-i Şerif veresiye satışın ve vakti hâli oluncaya kadar vâde vermesinin sahih olduğuna delildir. Resûlüllah (S.A.V.)'in herkese gü­zel muamele ettiği ve kimseyi bir şeye zorlamadığı, bir şeyde ilhah ve ısrar etmediği dahi hadîsin ihtiva'ettiği beyanat cümlesindendir. Mev­zu bahis adam Medîne'li bir yahûdîdir.

Buharı ile Müslim ve Tirmizî Hı. Âİşe'den şu hadîsi rivayet eder­ler: Âişe demiştir ki: Peygamber (S.A.V.) dünyadan gittiği zaman zırhı otuz ölçek arpa mukabilinde rehinde İdî.»[180]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com