Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
«Teflîs Ve Hacr Babı»
«Teflîs Ve Hacr Babı»
Teflîs : îffâsa nrsbet etmek, müflis çıkarmak demektir.
Hacr ve Hıcr : Lügatte, men'etmektir. Şer'an ta'rifi mezheb ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Şöyle ki :
Hanefîler'e göre hacr : Şahs-ı mahsusu tasarruf-u mahsustan mer'i mahsustur, {yani hususî şahsı hususî bir tasarruftan hususî surette men' etmektir).
Şâfiîler'e güre hususî bir takım sebeplerden dolayı bir kimseyi malda tasarruftan men'etmektir.
Mâl İkiler'e göre : Şerîafİn kendisi ile hükmettiği hükmî bir sıfat olup, mevsufunun yiyeceğinden fazlası hakkında tasarrufunun nafiz olmasının men'ini ve malının üçte birinden ziyâdesi hakkındaki tasarrufunun nafiz olmasının men'ini îcabeder.
Hanbelîlere göre: Mal sahibini malında tasarruftan men* etmektir. (TaVıMeı-in îzâhı için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir).[194]
834/725- «Ebu Bekr b. Abdİrrahman[195] radıyaîlahü onft'dan (o da) Eb.u Hüreyre radıyaîlahü anh'den işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Ebu Hüreyre demiştir ki: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'i :
— Eğer bir kimse iflâs etmiş bir adamın yanında malına olduğu gibi (hiç değişmeden) yetişirse o malı almak için kendisi başkalarından daha haklıdır; derken işittik.»[196]
Hadîs müttefekun aleyh'tir.
Onu Ebu Dâvud Üe Mâlik, Ebu Bekir b. Abdİrrahman'dan mürsel olarak şu lâfızlarla dahî rivayet etmişlerdir : «Her hangi bir adam
bir mal satar da onu satın alan iflâs eder ve satan o malın semen'inden bir şey almamrş olduğu halde malını aynı iie bulursa o kimse o malda en ziyâde hak sahibidir. Şayet müşteri ölürse mal sahibi alacaklılarla beraber
olur».
Bu hadîsi Beyhakî vasle.tmiş, fakat Ebu Davud'a, tabî olarak o da hadîsi zaîf bulmuştur. Aynı ha" isi Ebu Dâvud ile îbni Mâce, Ömer b. Halcde'nin rivayetinden na.detmişlerdir. Ömer demiştir ki: «Ebu HÜreyre'ye : İflâs etmiş bir dostumuz için geldik. (Bize) :
— Şüphesiz ki hakkımızda Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'in hüküm buyurduğu gibi hükmececşğim; «Kim İflâs eder veya ölür
de bir adam malını olduğu gibi onun yanında bulunursa o adam o malı en ziyâde hak edendir» dedi.»
Bu hadisi Hâkim sahînlemiş; Ebu Dâvud ise onu zaîf bulmuş; ölümü bildiren en ziyâdeyi dahî zaîf addetmiştir.
Bu hadîsi Ebu Ddvud mürael olarak rivayet ettiği gibi başka bir yoldan mevsul da rivayet etmiştir. Çünkü o tarihte İsmail b. Ayyaş bulunuyorsa da hadîsi Şamhlar'dan rivayet etmiştir. Onun Şamh-lar'dan rivayeti sahihtir. Binâenaleyh hüccet olabilir ve mürseli takviye eder.
«Hadîsi Beyhakî vasletmiş, fakat Ebu Davud'a, tâbi' olarak o da zayıf bulmuştur» diyenler olmuştur. Lâkin «Süncn-i Ebî Dâvud^a, müracaat neticesi rivayeti zaîf saydığına dâir bir şeye rastlanmamıştır. Bilâkis, rivayeti îmam Mâlik tarafından tahrîc ettikten sonra : «Mâlik'in hadîsi daha sahihtir» diyerek onun Ebu Bekr b. Ab-dirrahman hadîsi'ndrn daha sahih olduğuna işaret etmiştir. Ebu Davud'un Ömer b. Halede rivayetini dahi zaîf bulduğu kaydediliyor; fakat müracaat neticesinde «Süncn»âe böyle bir şeye de rastlanmamıştır. Bilâkis Beyhakî (384—458) musannifin burada «her hangi bir adam» diye zikrettiği Ebu Bekir b. AbdİrrabmanV mürsel rivayetini tahrîc ettikten sonra, İmâm-ı Şâ/n'nm: «Ö?ner b. Halede rivayeti Ebu Bekr'in şu rivayetinden daha evlâcı-; çünkü bu rivayet mev-suldiir: Peygamber (S.A.V.) onda ölüm ile i'ies arasını cerrû1 etmiştir. Ebu Bekr'in bu münkati rivayetine işareten, tbni Şihâb'm aadîsi ise münkatî'dir» dediğini kaydeder. İmâm-ı Çc/iî bu bâbta bir hayli söz ede.el' Ömer b. Halede'nin rivayetini ter'ih eylemiştir.
Hadîs-i Şerif bir kaç mes'eleye sâridir:
1— Satıcı malını iflâs eden müşterisinin elinde bulursa başka ala-r.-ıkhlar bulunsun, bulunmasın onu almak kendisinin hakkıc.ır. Bu malı n müflise satmakla ödünç vermiş olmak arasında bir fark yoktur. Vâ-kıâ bir çok hadislerde beyi' lâ'z satarken zikredilmiş 'se de Usul-ü Fıkıh kaidelerine göre âmm'a rr. ?âfık olan hâss o âmm'ı tahsis edemez. Bundan dolayıdır ki, İmâm-ı Şafiî ve diğer- oazı ulemâ'ya göre satış mes'elesinde olduğu gibi Ödü 17 mcs'clcsindc de mal sahibi malını buldmnu alır. Bir takımları bunun yalnız al.ş verişe mahsus olduğuna kaildirler. Bunların delili babımızın hadîsidir.
2— Hadîsteki «olduğu gibi» tâbirinden maksat: malın değişmemiş olmasıdır. Şayet sıfatı değişmiş, yâhûd azalmış veya çoğalmıştı artık o malı almak iğin sahibi diğer alacaklılardan daha hak-iı olamaz; alacaklılarla beraber olur. İmâm-ı Şafiî ile diğer bazı ulemâ'ya göre malın sıfatı bir kusurdan dolayı değişirse satan o malı alır; fakat noksanının bedelini alamaz. Ziyâdeden dolayı değişirse bu ziyâdenin zararı müşteriye âit olduğu gibi kâr'ı da ona aittir. Çünkü bunlar onun milkinde iken meydana gelmiş şeylerdir. Ağaç gibi yerindr ne kadar kalacağı bilinmiyen şeylerde onların kıymetini öder. Fak.it ekin gibi yerinde ne kadar kalacağı belli olanlarda bir şey ödemez.
3— Hadîsi mürsel olarak rivayet eden Ebu Bekr b. Abdirrahman'ın sözü, delâlet ediyor ki: satıcı malın kıymetinin bir kısmım almışsa artık o malı geri dönemez. O da alacaklılarla beraber olur. Cumhur-u ulemâ'mn mezhebi budur. Şafiî'nin iki kavlinden tercihe şâyân olana göre, satılan gey, kıymetinin bir kısmını almakla alacaklıların hakkı oluvermez. Satıcı onu almak için herkesten ziyâde hak sahihidir. Hz. Şafiî'nin bu kavle zâhib olmasına sebep, her halde hadîsin ona göre sabit olmayışıdır. Hadîsin sahih, olduğunu kabul edenler, Cumhur'un kavli ile amel ederler. Hadîs'in mürsel veya mevsul oluşu ihtilaflıdır. «Mürsel» diyenler daha çoktur.
4— Hadîsteki «şayed müşteri Ölürse mal sahibi alacaklılarla beraberdir» cümlesinde mahzûf kelime vardır. Takdiri şöyledir: «Mal sahibinin malı, alacaklıların hakkıdır.» Bu cürnk: ölümle iflâs arasında fark olduğuna delildir. İmam Ahmed ile Mâlik bu rivayetle amel ederek aralarında fark olduğunu kabul ederler. Derler ki: ölenin zimmeti beraet etmiştir, o artık alacaklılar için müracaat mahalli olamaz. Fakat müflis böyle değildir; onun zimmeti bâkî'dir. Bu hususta ölenin ödemeye kâfi mal bırakması ile bırakmaması arasında fark yoktur.
Bir takımlarına göre: ölen, borcuna yetecek kadar mal bırakırsa satıcı malını almak için başkalarından haklı olamaz. Bunlar : Ebu Bekir hadUi'ndcki «ancak sahibi ödeyecek ma! bırakırsa o başka» cümlesi ile istidlal ederle'. Fakat İmâm Şafiî bu ziyâde için : Ebu Bekir b. Abdirrahman'ın re'yi olmak ihtimali vardır» demiştir. İhtimalin karinesi, aynı hadîsi Ebu Bekir'den mevsul olarak rivayet edenlerin ölüm mes'elesinden bahsetmemeleridir. Hadîsi Hz. Ebu Hü-reyre'den rivayet edenler dahi bu mes'eleyi zikretmemişlerdir.[197]
887/726- «Amr b. Şerîd'den[198], babası radıyallahii anh'den işitmiş:
— Sizin İçin buna imkân yok; buyurmuşlardı.[199]
Hadisi Bcyhakî, Vâkıdl[200] tariki ile tahrîc etmiştir. Onda şu ziyâde vardır : «Peygamber (S.A.V.) bundan sonra Muaz'ı biraz kendisini toparlaması için Yemen'e göndermiştir.»
Hadîs-i Şerîf, hâk im'in borçlu bir kimseyi malında tasarruftan men' ederek, borçlarını ödemek için onun malını satabileceğine delildir.
Bazıları buna: «Peygamber (S.A.V.)'in sadece fiilidir; fiil ise vü-cûb ifâde etmez» diyerek i'İİrâzda bulunmak istemişlerse de, bu doğru değildir. Çünkü böyle bir hâdise kavilsiz olamaz.
Hadîs'in zahiri Hz. Muaz'in bütün malının borca karşılık olduğunu gösteriyor. Acaba malı borcundan artıyorsa hâkim'e aynı hacr ve satış hakkı var mıdır? Bu cihet ulemâ arasında ihtilaflıdır. Şâfİîler'le diğer bazı ulemâ'ya ve Hanefîlerden İmameyn'e göre vardır. Çünkü borcunu Ödemeye şitâb etmemek sureti ile onun malını satmak için muk-tezî hâsıl olmuştur; binâenaleyh bu da hüküm i'tibâriyle ona katılır. Yalnız îmameyn denilen Ebu Yusuf ile Muhammed'G gö're alacaklıların onun hacrini istemeleri hacr için şarttır. îmâm-ı A3zam Ebu Hanîfe ile başkalarına göre bu mes'ele yukarıkine katılamaz. Ve borçlu hacr edilemez; malı da satılamaz. Burada yapılacak iş borçluyu habsetmektir; borcunu ödeyinceye kadar habsolunur. Delilleri şu hadîstir :
«Gerçekten müslüman kişinin malı ancak gönlünün rızası ile helâl olur.»
[201] «Ancak birbirinizin rızası yolu ile olursa o başka» âyet-i kerîmesi de oniara dolildir. Hacr ve satışın muktezâ'sı ise borçlunun rızâsı olmaksızın malını elinden çıkarmaktır.
ttâüğ bir kimsenin Kefeninden ve külü tasarrufundan dulnyı hacrine gelince : İmam Şafiî (150—204) ile Hanefîler'dcn İmâm-t Ebu Yusuf (1|3__182) ve îvıâm Muhammcd'e (135—189) göre caizdir, tmâm- A'zam ile diğer bazı ulemâ'ya göre caiz değildir. İmam Bcyhakî CÎ84—458) «cs-Süncnü'l-Kübrây nâm eserinde bu hususa âid bir bâb tahsis etmiş; buna; «Baliğ kimselerin sefeh sebebi ile hacri» adım vermiştir. Bcyhakî orada şu vak'ayı da kaydediyor :
«Abdullah b. Ca'fer[202] altı yüz- bin dirheme bir yer satın almış, bunun üzerine Ali ile Osman (R. A.) kendisini hacr edecek olmuşlar. Abdullah, Zübeyr'e[203] tesadüf etmiş. Zübeyr kendisine :
Benî Kureyza yahûdîlerİ Peygamber (S.A.V.)'in baş düşmanı idi-lcr. Kendileri ile, Hz. Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) Medîne'y° geldiğinde muahede yapmış; fakat onlar bunu Hendek harbinin vuku' bulduğu gün bozmuşlar; ve Ahzâb'a[204] yardım etmişlerdir. Fahr-i kâinat (S.A.V.) Ahzâb'a galebe çaldıktan sonra hâne-i seâdet'lerine dönmüş; tam silâhını çıkarırken Cebrail (A.S.) geldi ve kendilerine hitaben :
— Bana, Benî Kureyza'da yetiş; demişti. Bunun üzerine onları muhasara ettiler. Sonra Sa'd b. Muaz[205] (R.A.)'m hakemliğine razı oldular. O da erkeklerin katline, kadınlarla çocukların esîr alınmasına hükmetti. Orada bulûğ, avret mahallinde kıl bitmiş olmakla biliniyordu.
Hadîs-i Şerif, kıl bitmekle bulûğa erildiğine ve mahrem yerinde lal biten kimsenin artık mükellef hükmünde olduğuna delildir. Bunun icmâ' olmak ihtimali vardır.[206]
892/731- «Amr b. Şuayb'ten o cfa babasından oda dedesinden - radt-yallahii anhüm - işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S. A.V.):
«— Kocasının izni olmaksızın hiç bir kadına bir şey teberru' etrnek caiz değildir; buyurmuşlardır.»[207]
Bir rivayette : «Kadının ismetine kocası mâlik olduktan sonra ona kendi malı hakkında bir şey caiz olmaz» buyu-rulmuştur.
bu hadisi Ahmet ve «Sünen» sahihleri rivayet etmişlerdir. Yalnız Tîrmîzî müstesna kalmıştır. Hâkim onu sahîhiemişür.
Hat tabî (319 — 388) diyor ki : «Ekseriyet bunu güzel geçim ve gönül rızâsına hamlctmİşür. Yâhût: reşîd olmıyan kadın; dîye te'vil odilir.»
Peygamber (S.A.V.} 'in kadınlara «sadaka verin» dediği sâbif. olmuşu1. Hattâ bu emr-İ Peygamberi mu'cibince kadınlar yüzük ve küpelerini çıkarıp atmağa başlamışlar; Hr. Bilâl'de onları elbisesinin irine toplamıştı. Bu bağışlar kocalarının izni ile olmamıştı. Cumhur-u ulemâ'nm mezhebi işte budur Bu hadîs'in mânâsına kail olan yalnız Tavuktur. Ona göre kadın evli ise kendi malı bile olsa kocasının izni olmadıkça onda tasarrufta bulunmaktan hacredilir. îmâm-ı Mâ-lik'e göre ise kadının tasarrufu malın üçte birinden caiz olur.[208]
893/732- «Kabîsa b. Muhârİk radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve settem:
— Hiç şüphe yok ki dilenmek ancak üç kişiden bîrine helâl .olur:
1— Bir kefalette bulunan adam.
Böylesine, o kefil olduğu şeyi buluncaya kadar dilenmek helâldir; sonra vazgeçer.
2— Başına bîr felâket gelerek malını helak eden adama. Buna da bir geçim düzeni buluncaya kadar dilenmek helâldir.[209]
2— «Müslümanlar şartlan üzerindedirler» ifâdesinden murâd: sözlerinde dururlar; demektir, burada sözünde durmayı mü-teaddî edatlarından (alâ) ile müteaddî yapmakta ve müslümanları islâm vasfı ile tavsif etmekte onların mertebelerinin çok yüksek olduğu-rna işaret vardır. Şartı bozmıyarak ona riayetkar kalmanın lüzumu da hadîsimizin işaret ettiği ahkâmdandır. Bu bâbta bir hayli tafsilât vardır ki bunların yeri fıkıh kitaplarıdır.
«Ancak bir helâli haram veya haramı helâl kılan şart müstesna» cümlesindeki helâli i aranı kılan şart, bir cariyeyi satarken müşterinin onunla cİmâ' etmemesini şart koşmak, haramı helâl kılan ise cimâ'ı haram olan câriye ile cima1 etmeyi şart koşmak gibi şeylerdir.[210]
896/734- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'ten rivayet edildiğine göre Peygamber salîaUahü aleyhi ve seîlem:
— Komşu komşusunu duvarına kiriş çakmaktan men' edemez; buyurmuşlardır.»[211]
Bundan sonra Ebu Hüreyre: Aceb neden sizi bundan yüz çevirmiş görüyorum. Vallahi onu sîzin omuzlarınızın arasına atacağım; dermiş.
Müttefekun aleyh'tir.
Bu hadisi nehî sîgâsı ile yani «komşu komşusunu duvarına kiriş çakmaktan men* etmesin» şeklinde de rivayet olunmuştur, İmam Ahmcd ile Ebu Davud'un rivayetlerinde Hz. Ebu Hüreyre bu hadîsi rivayet ettiği zaman dinüycnlerin başlarını eğdikleri zikredilmektedir. Hz. Ebu Hüreyre mezkûr hadîsi Mervan zamanında Me-dîne-i Münevvere valisi bulunduğu sıralarda rivayet etmiştir. Mervan onu kendi yerine bırakıp sefer ediyordu. Hadîsi dinliyenlerin bu hükmü bilmiycnlerden olmaian ve ihtimal sahâbe'den olmamaları caizdir.
Filhakika îmam Ahmet ile Ahdurrrzzak (126 — 211) Ibni Abbas (R. A./den şu hadîsi rivayet etmişlerdir.
«Zarar (görmek) ve (başkasına) zarar yapmak yoktur. Ama bir adamın komşusunun duvarına kiriş koymağa hakkı vardır.»
Bu hadîsin ifâde ettiği umumî kaide mecette-i Ahkâm-ı adliyye'-nin 19. cu maddesinde: «zarar ve mukabele bîzzarar yoktur.» şeklinde ifâde olunmuştur. Yani: bidâyeten birisine zarar yapmak caiz olmadığı gibi zarara zararla mukabele etmek de yoktur. Meselâ birisi aldanarak birinden geçmez (kalp) para alsa o parayı başkasına vermeğe selâhiyeti yoktur. Hadîs-i Şerîf komşunun duvarına kiriş koymanın meşru' olduğuna; komşu buna mâni' olursa cebren konulabileceğine delildir.
İmam Ahmet, b. Hanbel ile mezheb-i kadî.ninde Şafiî ve diğer bazı ulemâ buna kail olmuşlardır. Delilleri bu hadîstir. Ashâb-ı KirânV-ın ekseriyetle sağ oldukları sıralarda Hz. Ömer (R.A.) da böyle hükmetmiştir.-Hattâ İmam Şafiî: «Şüphesiz ki sahabeden hiç biri Ömer'e muhalefet etmemiştir» diyor.
Hz. Ömey kıssası İmam Mâlik'in sahih senedle rivayet ettiğine go-re şöyledir : Dahhâk b. Halife'den, Muhammed b. Mesieme argının suyunu kendi arazisine akıtmasına müsaade istemiş; fakat Dahhâk buna. razı olmamış. O da keyfiyeti Hz. Ömer'e bildirmiş. Bu hususta kendisi ile Ömer (R.A.) da görüşmüş. Dahhâk yine razı olmayınca Ömer (R.A.): Vallahi karnının üzerinden bile olsa onu mutlaka geçireceksin» demiştir. Bundan sonra Hz. Ömer bu meseleyi komşunun komşudan faydalanmağa muhtaç olduğu ev ve arazî gibi şeylerin hepsine teştrü etmiştir.
Şâir ulemâ ise komşunun duvarına kiriş koymanın izinsiz caiz ol-mıyacağına kaildirler. Onlara göre duvar sahibinin izni olmadıkça onun duvarına kiriş konamaz. Çünkü bir müslümanın malının ancak kendi rızâzı ile helâl olabileceğini bildiren deliller hu hükme mâni'dirler.
Hadîsteki «Vallahi onu sizin omuzlarınızın arasına atacağım» ifâdesini Hattâhî: «vallahi eğer bu hükmü kabul etmez ve onunla gönülden razı olarak amel eylemezseniz, kirişi zorla omuzlarınıza yüklerim» şeklinde tefsir etmiş ve ibarede mübâleğa olduğunu söylemiştir. Bazıları ise zamiri sünnete göndermiştir. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Vallahi o sünneti sizin omuzlarınıza atarım».[212]
(Matl) aslında müdâfaa demektir. Burada ondan murâd: bir borcu ödemeğe iktidarı varken ödemeyip sonraya bırakmaktır. (Matlu'l-Ga-niy) terkibinde masdarm failine de mef'uiüne de muzaf oiması ihtimâli vardır. Fâiiine muzaf olduğu takdirde mânâ şöyle olur: «Borcunu Ödemeğe iktidarı olan zenginin, sonra öderim bahanesi ile onu ödemîyerek sallantıda bırakması haramdır.»
Mef'ulüne muzaf olduğu .akdirde ise: «Alacaklısı zengin bile olsa borçluya yine borcunu Ödemek îcab eder.» demek olur. Tabiî zengin hakkında hüküm böyle olunca fakir hakkında evleviyyette kalır.
Hadîsteki emri cumhur-u ulemâ istihbâb mânâsına almışlardır. Zâhİrîler'e göre ise vücûb manasınadır.
Burcu mühim'semiyerek sonraya bırakmanın büyük günahlardan olduğunu yukarıda görmüştük. Böyiesinin dînen fâsık sayılacağı dahî it-tifâkîdir. İhtilâf yalnız istemeden önce fasik sayılıp sayılmayacağı hu-susundadır. Hadîsten anlaşılan: istemenin lüzumudur. Çünkü borcu sallantıda bırakmak ancak istemekle tahakkuk eder.
Hadîs mefhum-u muhalifi ile, âciz fakirin borcunu ödeyememesinin zulüm sayıîmıyacağına delâlet eder. Fakat Hanefîler gibi mefhum-u muhalifi delil kabul etmeyenlere göre borcunu ödiyemiyen âcize zâten mâtıl (yani borcunu Ödemeyip uzatan) denilmez. Malından uzakta bulunan zengin de fakir hükmündedir. Fakir ödemeye imkân buluncaya kadar borcu için sıkıştırılmaz.
İmam Şafiî diyor ki: «fakiri muaheze etmek caiz olsa onun da ödemediği taktirde zâlim olması icab ederdi; fakat o âciz olduğu için zâlim farzedilmomişür.»
Bazıları bu hadîsten şu mânâyı da çıkarırlar: muhâlün aleyh fakir olup borcunu vermezse muhtâl alacağını muhilden isteyemez. Çünkü isteyebilse zenginliği şart koşmanın bir mânâsı kalmaz.
Hanefîler'f öre istiyebilİr, Onlar havaleyi kefalete benzetirler.[213]
899/737- «Câbir radıyallahü anlı'ten rivayet edilmiştir. Demiştir kî :. Bizden bir adaftı vefat etti : Biz de onu yıkadık, kokuladık ve kefenledik, sonra ResûlüHah saUaîîahii aleyhi ve sellem'e getirerek kendilerine :
— Şunun cehâze namazını kılarmtsınız? dedik. Bunun üzerîine Re-sûlüllah (S.A.V.) bîr kaç adım attı; sonra (bize dönerek) :
— Borcu varnr? dedi. Biz:
__ İki altın (borcu var); dedik. Bu hâl karşısında namazını kılmaktan sarf-ı nazar etfîler. Derken bu ikî altını Ebû Katâde üzerine aldı. Müteakiben Resûlüllah (S.A.V.) 'e geldik. Ebu Katâde :
— İki altın benim borcumdur; dedi. Resûlültah (S.A.V.) de :
— Borç senin üzerinemi geçti? meyyit bu paralardan berât etti mi? buyurdular. Ebu Katâde :
— Evet; deyince, cenazenin namazını kıldılar.»[214]
Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud ve Nesâî rivayet etmiş; Ibnt Hibban İle Hâkim onu sahîhlemişlerdir.
Hadîsi Buhdri Seleme b. Ekva'dan tahrîc etmiştir. Yalnız onun hadisinde altın sayısı üçtür. Aynı hadîsi Ebu Dâvud ile Tabcrânî de tahrîc etmişlerdir. Tabcrânî (260 — 360) iki rivayetin arasını bulmuş ve : «Kitabımızın hadîsinde altın sayısı ikiden biraz fazla idi. Üç altın diyen buradaki buçuğu bütün saymış; iki diyen, buçuğu nazar-ı i'tibâre almamıştır. Yâhûd aslında altınlar üç olup vefatından evvel birini ödemiştir. Binâenaleyh (üç) diyen, aslını i'U-bar etmiş; (iki) diyen kalan borcu söylemiştir» demiştir. Rivayetlerin ayrı iki kıssaya âid olması ihtimâli de düşünülebilirse de bu ihtimâl uzaktır. Tlâkim'in bir rivayetine göre Peygamber (S.A.V.) Ebu Katâde'ye her tesadüf ettikçe iki altını ne yaptığını sorarmış; nihayet Hz. Katâde : «Ben onları ödedim yâ Resûlüllah» demiş. Fahr-i Kâinat hazretleri de :
«— Şimdi meyyît'in teni serinledi; buyurmuşlardır.»
Dara Kutnî (30(i — 385) *nin Hz. Ali (R.A.) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde şöyle deniliyor : «Resûlüllah (S.A.V.) bir cenazeye geldim! o adamın amelini sormaz; borcunu sorardı. Eğer: «Borcu var» denilirse namazını kılmaktan vaz geçer; «Borcu yok» denilirse namazını kılardı. Bîr defa bir cenaze getirdiler. Tekbir almak için ayağa kalktığı vakit:
— Bunun borcu Varmi? d'Ye sordu. İki altın borcu olduğunu söylediler. Bunun üzerine namazını kılmaktan vaz geçtiler. Derken A1İ:
— O altınlar benim borcumdur, meyyit onlardan beridir; dedi ve Resûlüllah (S.A.V.) de namazını kıldı. Sonra:
— Allah sana hayırlı mükâfaat versin ve başını çözsün.İlâh...; buyurdular.»
îbni Battal (— 444) şöyle demiştir: «Cumhur, meyyit nâmına yapılan bu kefaletin sahih olduğuna zâhib olmuştur; bu kefaletten meyyiL'in malına rücu' da yoktur [215].»
Hadîsi Şerif'de bir borcu o borçla alâkası olmıyan bir kimsenin üzerine alabileceğine ve bunun ona fayda vereceğine İşaret vardır. Ayrıca borcun şiddetine de işaret buyurulmuştur. Kczâ hâkim'in bir kimseyi bir hak c'olayısiyle İlzam edebilmesi için akid ve ikrarlarda kullanılan lâfızların söylenmesi lüzumuna da işaret vardır.[216]
900/738- «Ebû Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna göre, Resûlüllah s:,,ıallahü aleyhi ve sellem'e vefat etmiş borçlu bir adam getirilir; o da:
— Borcunu Ödiyecek bir şey bıraktı mı? diye sorardı. Eğer ödeyecek bir şey bıraktığı söylenirse, onun cenaze namazını kılar; aksi takdirde :
— Arkadaşınızın cenaze namazını kılın; derdi.
Vaktâ ki Allah kendisine bîr çok fütuhatı nasîb eyledi, (o zaman)
— Ben mü'minlere kendi nefislerinden ileriyim. İmdi her kim borçlu olarak vefat ederse ödemesi bana aittir; buyurdular.»[217]
Müttefekun aleyh'tir. Buharî'nin bir rivayetinde: «Her kim ölür de borcuna yetecek (mal) bırakmazsa» buyurulmuştur.
Musannifin, bu hadîsi yukarıdakinin arkasından getirmesi, Allah'ın fütuhat ve nusratı ile Resûîüllah (S.A.V.)'m vakti hali iyileşince yuka-nki hükmün neshedildiğİne işaret içindir. Artık borçlu- ölen müminlerin borçlarını kendi üzerine alıyordu. Acaba bunu hâsseten kendi malından mi yoksa beytül-mâl'den mi veriyordu?. Bu cihet bilinmemekle beraber her ikisi de ihtimal dahilindedir. îbni Battal: «Müslümanların umurunu üzerine alan her zâtın, borçlu ölenler hakkında böyle hareket etmesi lâzımdır; böyle yapamazsa günahkâr olur.» diyor. Filhakika Râfiî hadîsin sonunda şunu da rivayet etmiştir:
«Yâ Resûlüllah! senden sonra her imama bu lâzım mı? denildi:
— (Evet) benden sonra her imama jâzım; buyurdular.» Bu hadîsin mânâsını ifâde eden bir hadîsi Taberânî «eZ-Ke&îr» adlı eserinde Hz. Selmân (R. A.) tarîki ile Zâdân'dan şu lâfızlarla rivayet etmiştir:
«Bize Resûlüllah (S.A.V.) m üs! uman esirlerinin fidyelerini vermemizi, dilencilerine tasadduk etmemizi emir buyurdu. Sonra dedi ki :
— Her kim mal bırakırsa ( mal) mîrasçılarınındır? kim borç bırakırsa (ödemesi) bana aittir. Benden sonrada müslümanların beyt-iü-mâl'inden verilmek üzere hükümet reislerine âid olacaktır.»
Yalnız bu hadîsin râvîleri arasında bir metruk ve müttehem vardır.[218]
901/739- «Amir b. Şuayb'ten o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) işitmiş olmak üzere rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki : Resûlüllah sallalîahii aleyhi ve sellem :
— Hadd için kefalet yoktur; buyurdular.»[219]
Bu hadîsi zâif bir isnad ile Beyhakî rivâyeL etmiştir.
Bcyhakî: «Bu hadis münkerdir» demiştir. Bu bâb'ta bir çok eserler varsa da hiç biri i'tirâzdan hali değildir. Yalnız «hudûd-ı şer'iy-ye» denilen cezaların tatbikini emreden hadisler bu hadîsin mânâsını te'yîd ederler.
Hadîs hadd için kefalet sahih olmadığına delildir. Zâhirîler'dcn ibni Hazm (384 — 456) 'a göre nefis ile kefalet hiç bir hususta caiz değildir. İbni Hazm müddeasım ispat için hayli uğraşmıştır. Fakat uhmâ kefaletin her iki nev'ini yani hem nefisle kefaleti hem de mal ile keVÜeti caiz görmüşlerdir. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır.[220]