Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

«Nikâhın Rüknü»

«Nikâhın Rüknü»



Nikâh, alış veriş gibi şer'î bir tasarruftur. Şer î tasarruflar ise an­cak şerîatin Öğretmesi İle bilinir. Şimdi ehemmiyetine binâen bu cüm­leyi bir parça îzâh edelim,

Şer'î tasarruf: Şer'î bir fiil demektir. Usûl-i fıkıh ilminin beyânına göre bütün fiiller hissi ve şer'î olmak üzere ikiye ayrılırlar.

1— Hissi fiiller: Dinde hakîkaten matlûb bir hükme vaz'edilmiş olmayan fiillerdir; diğer ta'bîrle: yalnız hissî vücûdu olan fiillerdir. Birisine bir tokat vurmak, haksız yere adam öldürmek, zina etmek gibi şeyler birer hissî fiildir. Bunlar meydana gelebilmek için dinden maİûmat almağa yani bu iş oldumu olmadımı diye sormağa ihtiyacımız yoktur. Çünkü bu fiillerin vücûd bulması dîne bağlı değildir. Bunlar için dînen bir kaide ta'yimne hacet yoktur. Meselâ: Şöyle olursa vuru­lan tokat şer'î olur «böyle olursa şer'an sahih olmaz» diye bir kaide yoktur.

2— Şer'î fiiller: Dîn-de matlûb bir hükme vaz' edilmiş olan fiiller­dir. Bu, fiillerin hem hissî hem de şer'î vücûdtarı vardır; yani bunların tahakkuk edebilmesi mutlaka dînîn kabulüne bağlıdır. Bu İş oldumu olmadımı; diye dîn'e sorarız. îşte namaz, oruç, nikâh ve alış veriş gibi fiiller şer'î fiillerdir.

Dîn nazarında bir namaz, sahih bir ibâdet sayılabilmek için onun bütün şart ve rükünlerinin yerli yerince i'fâ edilmiş olması lâzım gelir. Bunlardan bir tanesi bırakılsa namaz sahih olmaz. Meselâ: Namazın şartlarından biri olan abdest terk edilse namaz caiz olmaz. Görülüyor "•ki: yapılan fiil sahih oldu mu olmadı mı; diye dîn'c soruyoruz. Şu hal­de namaz şer'î bir fiildir. Şer'î bir fiilin aynı zamanda hissî de olma­sında bir mahzur yoktur.

Nikâh da öyledir : Nikâhın şer'an sahih olabilmesi için onun da şartlan ve rüknü vardır. Bunlardan biri yapılmazsa şer'an nikâh yok demektir. Nikâhın şartlarrıı az yukarıda gördük. Şimdi rüknünü ele alalım ;

Nikâhın rüknü, îcab ve kabul denilen sözlerdir. Yani nikâh denilen yapının esas malzemesi bunlardır. O bunlarla vücûd bulur.

Nikâh kıyarken hangi taraf söze evvel başlamışsa onun sözüne îcab denilir. Buna îcab denilmesi, karşı tarafın kabulü şartı ile akdin vücûd bulmasını istilzam ettiği yâ!^V karşı tarafa kabul edip etme­mek muhayyerliğini isbât ettiği için îcaba cevab olarak söylenen söze de kabul derler. Meselâ: Söze erkeğin başladığını farzedersek onun kadına: «Seni aldım» demesi îcab: kadının: Ben de sana vardım» demesi kabuldür.

İşte dînimiz nikâhın şer'an nikâh olabilmesi için bu müessesenin malzemesi mesabesinde bulunan îcabla kabulün mâzî sîgalardan yapıl­masını emretmiştir. Daha ilmî ta'bir ile: «Aldım, verdim» gibi habe­re[447] delâled eden sîgalardan inşâ yapılmıştır. Yani nikâh kıyarken erkek «aldım» diyecek kadın da «vardım» sîgasım veya benzerini söy-liyecektir. Vâkıâ inşâ için kullanılacak sığaların emir olması îcab ederdi. Fakat tahakkuk ve sübûta en kesin şekilde delâlet eden sîgalar mâzî sığaları olduğundan, en ciddî fiillerin başında gelen nikâhı yap­mak için, Sâri' hazretleri bu sığaları seçmiştir. Yapılmakta olan akid işi o kadar kesinlikle vücûd bulmaktadır ki, sanki haber vermeden evvel olmuş bitmiş de biz onu bu sığalarla şimdi haber veriyoruz.

Hâl böyle olunca gelişi güzel sözlerle nikâh kıyılamaz. Ve: «Bir anlaşma değil mi, hangi sözlerle olursa olsun yapılabilir» denilemez. Unutulmamalıdır ki yapılan.'iş bir tiyatro temsili değil, şer'î bir fiil, bir ibâdettir. Rızâya delâlet eden her hangi bir söz veya hareket ile nikâhın kıyılabileccğl. 3 kail olmak, her ne şekilde olursa olsun yapı­lan bir duayı namaz diye^kabul etmeye benzer. Namaz nasıl ancak ve ancak şerîatin ta'rîfi vecihle kılındığı zaman sahih olursa nikâh da ancak şerîatin istediği lâfızlarla ve onun dilediği keyfiyetle sahih olur. Şimdi burada pek tabiî olarak belediyelerde kıyılan medenî nikâh hatıra gelir. Ancak bu nikâh medenî olduğu gibi şer'î de sayılabilir mi?

Yukarıki îzâhat karşısında medenî nikâha ş'er'î demeye imkân, yoktur. Çünkü bu nikâhta dînen aranan vasıflar yoktur. Onda ak­din ruhu mesabesindeki îcab ve kabulün mâzî lâfızlarla yapılması şart değildir. Bilâkis gördüğümüz belediye nikâhlarında mâzî sı­ğaları kat'iyyen kullanılmamaktadır. Şu halde kanun muvacehesinde şer'î nikâh nasıl resmî nikâh sayılmıyorsa dîn nazarında da mede­nî nikâh şer'î nikâh sayılamaz.

İşte bu günkü medenî nikâh ile şer'ı nikâhın aralarında bu de­rece derîn bir fark vardır.

Bu farkı gidermek için bazıları doğrudan doğruya medenî ni­kâha şer'î nikâh süsü vermeye çalışıyorlar. Bunlar Mcccllc'nin ikin­ci maddesini teşkil eden «Bir işten maksad ne ise hüküm ona gö­redir» kaidesi ile istidlal etmek istiyorlar.

Filvaki aslı büyük bir hadîs olan bu kaide bir çok fıkıh esas­larına nisbetle kaideler kaidesi denilebilecek derecede şümullü ise do mevzu-u bahsimiz nikâh meselesi ile uzaktan yakından bir alâ­kası yoktur. Hattâ aynı kaideyi tatbik ile medenî nikâhın şer'î ol­madığını isbât etmek pek âlâ mümkündür. Şöyle ki: Belediyenin nikâh salonuna da'vct olunanlar, oraya ancak medenî nikâhı kıy­mak için giderler, Orada şer'î nikâh kıymak kimsenin hatırından bile geçmez. Madem ki: bir işten maksad ne ise hüküm ona göre verilir; o halde burada maksad medenî nikâhtır. Binâenaleyh kıyılan ni­kâh, ancak medenî nikâh olur. Medenî nikâh ise şer'î nikâh de­ğildir.

Bu zevat bir de Mccclle'nin üçüncü maddesiyle istidlal etmek isterler. Madde şudur: «Ukûd'da i'tibâr makasıd-u-maanîyedir. El-faz-u-mebânîye değildir.»

Maddenin îzâhı : Bir akid yapılırken söze değil mânâya ve maksada bakılacaktır. Ni'.îâh da bir akidtir; şu halde onu kıyarken sözler mâzî imiş muzârî imiş bakmam&h; maksad nikâh kıymak değil mi? olur deyip geçmeli.

Cevaben deriz ki ; Bu kaide alış veriş, icâre kefaret ve havâie ,gibi sırf muamele olan akidlere mahsustur. Nikâha şümulü yoktur. Nitekim «Mecelle» şerhlerinde îzâh edilmiştir. Halbuki nikâh sırf muamele değil, yukarıda da arzettiğimiz vecihle bir cihetten hâlis bir ibâdet, diğer cihetten Şer'î şerifin âdeta üzerine titrediği bir akidtir. Böyle akidlerde ise İtibâr maksada değil lâfzadır. Bunu is­pat için yukarıda arzettiğimiz bir misali tekrarlamıya mecburuz: Bir kimse maksadı şaka olduğu halde şâhidler huzurunda, mâni'i şer'îsi olmayan bir kadınla nikâhın îcâb ve kabulünü söylese der­hal nikâhları mün'akid olur. Maksadın şaka olduğuna asla bakıl­maz. Çünkü nikâhın şakası yoktur.

Hâsılı bu teşebbüsler iki nev'i nikâh arasındaki derin farkı yok etmeöe kâfi değildir. Onu yok etmek için yegâne çâre medenî nikâhdan sonra şer'î nikâhı da ihmâl etmeyip kıydırmaktır.

Dîn'de nikâhın pek muhterem ve müstesna bir mevkii olduğu içindir ki şâir akidierde göstcrilmiyen titizlikler nikâhta -gösterilmiştir. Meselâ: Evlenecek erkeğin alacağı kadına mehir ve başlık nâmı altında şer'an kıymeti hâiz bir mal vermesi akid esnasında iki ta­rafın îcab ve kabulü işitmelerinin şart olması, nikâhın ancak şâ-hidier huzurunda akdedilebilmcsi bu şâhidlcrin iki âkil baliğ ve erkek yâhûd bir hür erkekle iki hür kadın olmaları, nikâh meclisin­de bulunarak beraberce iki tarafın sözlerini işitmeleri nikâha mah­sus şartlar cümlesindendir.

Bunlarsız nikâh caiz değildir. Hattâ bu bâbda o derece titizlik gösterilmiştir ki şâhidler îcâb ve kabulü beraberce işitmeyip ken­dilerine ayrı ayrı söylense nikâh sahîh olmaz. Keza nikâh meclisin­de hazır bulunan müstakbel kan koca îcâb ve kabulü söylemeye -ıtansalar da bir kâğıdın üzerine «seni aldım», «Ben de sana var­dım» cümlelerini yazsalar nikâh sahîh olmaz. Hattâ alış verişte te-âtî yani hiç konuşmadan parayı verip malı almak caiz olduğu hal­de nikâhta bu da caiz değildir.

Ayrıca müslüman bir kadının nikâhında şâhidlik yapacakların müslüman olmaları da şarttır. Zîzâ kâfirlerin müslüman aleyhine şâhidliği makbul değildir.

Elhâsıl İslâm dîni «budu1» ta'biri ile ifâde edilen kadından is­tifade hakkına pek büyük bir ehemmiyet atfetmiş onun şan-u şere­fini bir defa şâhid huzurunda kıyılmasını şart koşarak, bir defa da mehir ilzamı suretiyle en yüksek makamı ihtirama çıkarmıştır.[448]



993/822- «Abdullah b. Mes'ud radıyalîahü an/ı'den rivayet edî!mîşİr kî: Resûlüllah saîîallahü aleyh ve srllcm bize :

— Ey gençler cemâati, sizden kimin evlenmeye gücü yetiyorsa hemen evlensin; zîrâ evlilik gözü (haramdan) daha yumdurucu, iffeti daha koruyucudur. Kimin gücü yetmezse o da oruç tutmayı iltizâm etsin. Çünkü oruç onun için hayalarını kesmek demektir; buyurdular.»[449]



Hadis müHefekum aİeyh'tir.

Peygamber {S.A.V.) 'in gençlere hitâb etmesi kadınlara karşı şeh­vet daha ziyâde onlartbın beklendiği içindir. Hadîsteki «bâe» kelime­sinden muradın ne olduğu uiemâ arasında ihtilaflıdır. Esah kavle göre cinsî münasebet kastedilmiştir. Bu takdirde mânâ şöyle olur: «Nikâ­hın masraflarını çekmeğe kudreti olduğu cihetle kimin cimâ'a gücü yeterse hemen evlensin. Kimin nikâh külfetlerine katlanmaktan âciz ol­duğu cihetle cim'a gücü yetmezse, o da şehvetini giderecek ve ondan doğacak kötülüğü hayaların kesilip çıkarılması gibi kesecek olan orucu tutsun.

îbni Hibban'm rivayetinde müdrec olarak (vicâ) «hayaların, çıkarılması» diye tefsir edilmiştir. Bazılarına göre (vicâ) hayaları burmaktır. Onları çıkarıp atmaya (ihsâ1) denilir. Burada maksad orucun civâ gibi olduğunu anlatmaktır.

Evlenme emri, aile geçindirebilecek olanlara nikâhın farzolma-sını iktizâ eder. Dâvud-u Zahirî ile İmam Ahmcd b. HanbeVdcn bir rivayete göre böyleîere evlenmek farzdır. Zâhiriler'den îbni Hazm (384 — 456): «cimâ'a muktedir olan her erkeğe evlenecek kadın veya satın alacak câriye bulursa evlenmek voya câriye almak farzdır. Bun­dan âciz kalırsa çok çok oruç tutsun» demiş; ve bunun selef-i sâlihîn-den bir cemâatin kavli olduğunu söylemiştir.

Cumhur'a göre buradaki emir nedib içindir. Çünkü Teâlâ hazret­leri :

[450] «O takdirde bîr kadın alın yâhûd satın aldığınız cariyelerle ik-tifâ edin.» bururarak evlenmekle câriye almak arasında muhayyer bı­rakmıştır. Câriye satın almak bilicmâ' vacip değildir; o halde nikâh-da vâcib değildir. Zira vacip olanla vâcib olmiyan bir şey arasında mu hayyerlik olmaz.

Hanefîler'e göre Nikâhın yerine göre farz, vâcib, sünnet haram mekruh ve mubah olduğum! yukarıda gördük.

Orucun insanın hayalarım kesip atmak mesabesinde oluşu, şehveti kırmasındadır. Fakat oruçsuz az yiyip içmek şehveti kırmağa kâfi de­ğildir. Bu işte Allah'ın oruçta halketüği bir sırrın mühim tesiri vardır.

Hattabî (319 — 388) bu hadîsle, şehveti kesmek için ilâç kul­lanmanın caiz olduğuna istidlal etmiştir. Bunu Bagavî (426— 516) hikâye etmişse de tamamiylc şehveti kesmek doğru değildir. Çün­kü olabilir günün birinde aile geçindirecek hale gelir. Hattâ bu hu­susta Allah Teâlâ'nm fadl-u kerem'inden iffet ve nâmûs sahiplerini zengin kılacağına dâir va'd-i ilâhî'si vardır.

însanın tenasül âletini kesmek, hayalarını çıkarmak bilittifâk mem-nu'dur. Bittabi bu mânâdaki her şey de aynı hükümdedir. Binâenaleyh' bu gün salgın haline gelen umumî (doğum kontrolü) de dînen memnu'-(Jıır Çünkü bu nazariyeyi müslümanlara tatbik ve ta'mîm etmek, müs-lümanların azalmasını istihdaf eder. Halbuki iki cihan serveri Pcygam-berimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) müslümanların çoğalmaları için gönderilmiş; kendisi de bütün hayatı boyunca buna teşvik etmiştir. Nitekim bu husustaki hadisler sırası geldikçe görülecektir. Binâenaleyh böyle bir şeyi müslümanlara tavsiye etmek, doğrudan doğruya onları dînlerine karşı cinayete teşvik olur.

Hadîs-i şerifte gözü haramdan koruyacak, iffet ve namusun mu­hafazasına yarayacak şeyleri yapmağa tergîb ve teşvik vardır.

Bu hadîsle Mâlikîler'den bazıları istimnanın yani el ile meni in­dirmenin haram olduğuna istidlal etmiştir. Zîrâ mubah olsa tavsiye buyuruSurdu. Hanbelîler'den bazılarının istimnaya mubah hükmü ver­dikleri rivayet olunur.[451]



994/823- «Enes b. Mâlik radıyallahü anh'den rîvâyet olunduğuna gbrc Peygamber sallallahü aleyhi ve selîcm Allah'a hamd-ü sena et­miş ve :

— Lâkin ben namaz kılıyor ve uyuyorum; hem oruç tutuyor hem tutmuyorum; kadınlarla da evleniyorum. Şu halde kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir; buyurmuşlardır.»[452]



Hadîs müttefekum aleyh'tir.

Bu hadîsi bu lâfızla Müslim rivayet etmiştir. Hadisin sebebi var­dır. Bunu Enes (R.A.) şöyle anlatmıştır:

«Üç kişi Peygamber (S.A.V.) 'in (evinde yaptığı) ibâdetini sormak üzere onun zevcelerinin evlerine geldiler. Kendilerine Resûiülfah (S. AV) 'in evdeki ibâdeti haber verilince galiba onu az buldular da: «Re-sülüllah (S.A.V.) nerede bİi neredeyiz? onun gelmiş geçmiş bütün (müfesavveı) günahlarını Allah mağfiret buyurmuştur.» dediler. Bunun "•üzerine birisi :

— Bana gelince, ben (bundan böyle) ebedî olarak geceler! namaz kılacağım; dedi. Diğeri :

— Ben de ömrüm boyunca oruç tutacağım; hiç bırakmıyacağun; dedi. Öteki de :

— Ben de kadınlardan uzak'kalacağim; ve evlenmeyeceğim; dedi. Nihayet Resûlüllah {S.A.V.) onların yanına geldi ve :

— Siz şöyle şöyle dediniz mi? Vallahi ben sizin en zi­yâde Ailah'dan korkanınız ve ondan sakınanınızım. Lâki^ ben namaz da kılıyorum; uyku da uyuyorum. Hem oruç tutuyorum, ilâh..; buyurdular.»

Abdürrczzak'm Said b. Müseyyeb'den Mürsel olarak rivayetine göre Peygamber (S.A.V.) 'in ibâdetini sormağa gelenler Alî b. Ebî Tâ-lib, Abdullah b. Amr b. As ve Osman b. Maz'un'dur.

Hadîs-i Şerif ibâdetlerde nefse zarar verecek derecede fazla inhimak değil, orta halin meşru' olduğuna delildir. Taberî : «Bu hadiste, yiyecek ve giyeceklerde helâl isti'mâlini men' edenlere ce-vâb-i redd vardır» diyor.

Kadı îyaz ise : «Bu cihet selefin ihtilâf ettiği meselelerdendir; bazıları Taberî'nin kavline zâhib olmuş; bir takımları da aksini il­tizâm etmişlerdir» demekte ve sözüne devamla : «evlâ olan, her işte ortayı tutup helâl şeylere devamda ifrat göstermemektir. Çünkü bu­nun sonu büyüklenmeye varır; şüpheli ve hattâ memnu' şeyleri ir­tikâba kadar götürür; zîrâ bir şeye alışan, bazan onu bulamaya bi­lir; sabredemez ve böylece haramı irtikâbeder» diyor.

KaadVnin fikrine itiraz eden de vardır. Bunlar «umurun en ha­yırlısı ortasıdir» dadîs-i şerifini prensip ittihâz ederler.

Hadîsteki «Benim sünnetimden yüz çeviren benden de­ğildir.» ifâdesinin mânâsı : benim yolumdan yüz çeviren dosdoğru olan îsîâmiycte ehil değildir» demektir.

Müslümana düşen vazife : Oruç tutmaya muktedir olabiimek için onu dâimi tutmamak; gece namazı kılabilmek için uyumak ve iffet­li olmak için evlenmektir.

Bazı ulemâ şöyle diyorlar : «Bir kimse Peygamber (S.A.V.) Efcn-mizin yoluna muhalefet etmekle, kendi yaptığı ibâdetin onun yaptığın­dan daha üstün ve muvafık olduğunu göstermek isterse, o takdirde ha­dîsteki «benden deö-ildjr» cümlesinin mânâsı: benim dinimde de­ğildir;" demek olur. Çünkü böyle bir itikad küfre götürür.[453]



995/824- «Bu da ondan (radtyallahü anh) rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem bize evlenmeyi emreder; nikâhı terkedip bir kenara çekilmekten şiddetle nehî buyurur ve :

— Çok doğuran sevimli kadınları alın; çünkü ben kı­yamet gününde sair ümmetlere sizinle öğüneceğim; derdi.»[454]



Bu hadîsi Ahmed rivayet etmiştir. Ibni Hibban onu sahîhlemiştir.

Hadîsin Ebu Dâvud ile Nesâî ve keza îbni Hibban'da. Ma'kil b. Yesar'dan rivayet edilmiş bir şahidi vardır.

Tebettül : Kadınlardan el çekerek, ibââdet maksadı ile nikâhı ter-ketmektir. Bu kelimenin aslı : Kesmek demektir Hz. Meryem ile Hi. Fâtıma (R. Anha)'ya bu kelimeden alarak (betüf) denilmesi, dîn ahlâk ve faziletçe şâir dünya kadınları ile kabil-i kıyâs olmamalarındandır.

Velûd : Çok doğuran kadındır. Bu cihet kızlarda akraba kadınların halinden belli olur.

Vsdûd : Güzel huyu, terbiyesi ve nezâketi ile kendisini kocasına sev­diren mahbûbedir.

Hadîs-i Şerîf, evlenerek üremenin lüzumuna ve doğum kontrolünün — gelişi güzel — caiz olmadığına delildir.

ÂhirrUe övünmenin caiz okluğu dahî bu hadîsin ahkâmı cümlesin-dendir. Bunun vechi. şudur : Hangi Peygamber'in ümmeti daha çoksa onun sevabı dahî çoktur. Çünkü her Peygamber'e kendisine tâbi olan­lara verilen ecirin bîr misli verilecektir.[455]



997/825- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den Peygamber salîallahü aleyhi ve seîlcm'den işitmiş olarak rivayet olunduğuna göre Peygam­ber (S.A.V.):

— Kadın dört şey için nikâh edilir: malı için, şerefi için, güzelliği için ve dîni için. Sen dindarı al da yoksul­luktan ellerin toprağa yapışsın; buyurmuşlardım.[456]



Hadîs Şeyheyn ile Yedİler'in geri kalanları arasında müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs erkekleri evlenmeye sevkeden şeyin bu dörtten biri oldu­ğunu fakat onlarca en sona kalan sebep dindarlık idiğini haber veri­yor. Peygamber (S.A.V.) ise dindarını bulurlarsa kaçırmamalarını em­retmiştir.

Filhakika dindarlıktan başka bir sebepten dolayı evlenmekten nehî vârid olmuştur. İbni Mâce ile Bezsar'm ve Beyhakî'nin Abdul­lah b. Ömer'e mevkufen tahrîc ettikleri şu hadîs onlardan biridir:

«Kadınları güzellikleri için nikâh etmeyin, zîrâ olur ki güzellik kendilerini kötüleştirir. Malı için de nikâh et­meyin, çünkü olur ki ma! kendilerini azdırır. Siz onları dîni için nikâh edin. Hakîkaten kara, beceriksiz dindar bir Câriye (dindar olmıyan diğer kadınlardan) efdâtdir.»

En iyi kadınların sıfatı hakkında Nesâî, Hz. Ebu Hüreyre'den şu hâdisî rivayet eder :

«— Yâ Resûlüllah, kadınların hangisi daha hayırlıdır? denildi :

— (Kocası) baktığı zaman kendisini memnun eden, emrettiği zaman itaat eden ve nefsi ile malı hususunda hoşlanmıyacağı bir şeyle kendisine muhalefet etmeyen­dir; buyurdular.»

Haseb: însanm kendisinin ve ecdadının yaptığı iyi işlerdir. Tirmizî'-nin Hz. Semura'dan tahrîc ederek: «Hasendir» dediği merfu' bir ha­dîste haseb «mal» diye tefsir edilmiştir. Ancak babımızın hadîsinde on­dan bu mânâ kasdedilmemiştir; çünkü malın yanında zikredilmiştir. O halde burada ondan birinci mânâ kastedilmiştir.

Hadîs-i şerîf, her şeyde dindarlarla beraber olmanın evlâ oldu­ğuna delildir.. Çünkü onlarla düşüp kalkan onların ahlâkından, bereke­tinden ve tuttukları yoldan istifâde eder. Bilhassa karısının dindar ol­masına dikkat etmelidir. Zîrâ erkeğe en yakın odur. Onunla bir Ras­tığa baş koyar; çocuklarının annesi odur. Malını mülkünü ve iffet-ü namusunu koruyan da- odur.

Hadisteki «ellerin topraklansın» ta'bîri, fakirlikten kinaye­dir. Bu söz halk arasında konuşulurken söylenmesi âdet olmuş bir söz­dür. Yoksa Resûlüllah (S.A.V.) bununla beddua etmiş değildir.[457]



998/826- «Yine ondan (radıyallahü anh) rivayet olunmuştur ki: Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem. Bir insan evlendiği zaman onu tebrik ederken :

— Allah senin için mübarek kılsın; ve senin üzerine bereket indirsin, aranızı hayırda cem'etsin; bujyururlarmış.»[458]



Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmiştir. Tirmîzî, İbn Huzey-me ve Ibnî Hibban onu sahîhlemişlerdir.

Rafa' : Güzel geçinmek ve uyarlık demektir. Burada evlenme teb­riki manasınadır. Resûlüilah (S.A.V.) evlenen bir kimseye iyi geçin­mesi için duâ ederse bu kelimleri söylerdi.

Bakıy b. Muhalled Benî Temîm'e mensub bir zâtdan şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Biz câhiİİyyet devrinde: Güfe güle geçin.... çoluğa çocuğa karış; derdik. Resûlüflah (S.A.V.) bize (ne diyeceğimizi) öğretti ve: — «Şöyle deyin.. İlâh..; buyurdular.» İmam Müslim Hz. Câbir (R.A.) 'dan şu hadîsi tahrîc etmiştir.

«Peygamber (S.A.V.) Câbir'e : s - Fvlendin mi? diye sormuş. Câbir:

— Evet; cevabını verince Resûlüiiah (S.A.V.):

— Allah senin için mübarek eylesin; demiştir.» Dârimî:

«Senin üzerine mübarek kılsın.» cümlesini ziyâde eyle­miştir.

Hadîs-i Şerîf, evlenene duâ etmenin sünnet olduğunu gösteriyor. Okunması sünnet olan duâ Hz. Amr b. Şuayb'ın babasından onun da dedesinden onun da Peygamber (S.A.V.) 'den rivayet ettiği şu hadîstir:

«Biriniz bir kadın veya hizmetçi yâhûd hayvan edi­nirse onun alnından tutsun ve: Yâ Rabbî, senden bunun hayrını ve mecbul bulunduğu tabiatının hayrını dilerim; bunun şerrinden ve mecbul bulunduğu tabiatının şerrin­den sana sığınırım; desin.»

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Nesâî ve îbni Mâcc rivayet etmişlerdir.[459]



999/827- «Abdullah b. Mes'ud radıyaîîahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki: Bize Resûlüiiah sallallahih aleyhi ve seîlem hacet İçin teşehhüdün şöyle olacağını öğretti :

— Şüphesiz ki hamd Allah'a mahsustur. Ofna hamde-der; ondan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden de Allah'a sığınırız. Allah kime hidâyet ve­rirse artık onu saptıracak yoktur. Ve kimi saptırırsa, onu da doğru yola getirecek yoktur. Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. Muhammed'in onun ku­lu ve resulü olduğuna da şehâdet ederim der. Üç de âyet okur.»[460]



Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmiştir. Tirmizî ile Hâkim onu hasen bulmuşlardır.

Hadîsteki «hacet için» ta'bîrinden sonra îbni Kesir «cZ - irşâd» nâm eserinde «nikâh ve gayrisinde» kaydını ziyâde etmiştir.

Okunacak âyetler: Nisa sûresi'nin ilk âyeti, Âl-i Imran'ın 102. ci ve Ahzâb sûresi'nin 70 — 71. ci âyetleridir. Îbni Kesîr'in rivayetinde bu âyetler hadîsin içinde zikredilmektedir.

Hadîsteki (hacet) in her hacete âmm ve şâmil olduğunu az evvel söylemiştik. Bu bâbta Beyhakî (384 — 458) de Şu'be'n'm şu sözle­rini naklediyor : Ebû Ishak'a,; Bu, nikâh hutbesi ile başka şeylerde mi okunacak ? dedim: Her hacette (okunacak) dedi.»

Hadîs bu teşehhüdün nikâh ve sâirede sünnet olduğuna delildir. Ni­kâhta bunu, akdi yapan nikâhı kıyarken okuyacaktır. Fakat bu sün­net bu gün metruk ve mehcurdur. Zâhir'ler'e göre teşehhüd vâcibtir.

Hu hususta Şâfüler'dcn Ebu Avâne Zâhirîler'le beraberdir. Nikâh hut-besinin vâcib olmadığı bir iki hadîs sonra görülecektir.[461]



1000/828- Câbir radıyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş-oîr ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve scllcm:

—. Biriniz kadını istediği vakit, eğer onunla evlenme­ğe sebeb teşkil eden yerini görebilecekse bunu hemen yapsın; buyurdular.»[462]



Bu hadîsi; Ahmed ile Ebu Dâvud riv'.yet etmişlerdir. Râvîleri si­kadırlar. Onu Hâkim sahîhlcmiştİr.

Tirmizî ile Ncsâî'de bu hadîsin Mugîre'den rivâyelen bîr şahidi; !hni Mâcc ile İbni Hibbarida, Muhammed b. Mesleme'den bir şahidi İaha vardır. Müslim'mEbu Hüreyre'dcn rivayetine güre Peygamber «Ulallahü aleyhi ve sellcm bir kadınla evlenen bir adama:

— Ona baktın mı? demiş. Adam:

— Hayır; deyince :

— Git de ona bak; buyurmuşlardır, Câbir hadîsinin tamamı şudur:

«Câbir demiştir kî: Ben de bir kız istedim. Ondan gizleniyordum. -ithayet kendisini nikâh etmeme sebep olan yerini gördüm ve onunla vlendim.»

Hz. Mugîre rivayetinin lâfzı da şöyledir:

eMugîre bir kadın İstemiş Peygamber (S.A.V.) kendisine: — O kadına bak: çünkü bakmak yıldızınızın barışma­sı için daha muvafıktır; buyurmuştur.»

Bu hadîsler, evlenmek istiyenlerin istiyecekteri kız veya kadım evve­lâ bir görmelerinin rncndûb olduğunu göstermektedir. Cumhur-u ulemâ­nın kavli de budur. Bakılacak yer, ellerle yüzdür. Çünkü yüzünden güzelliği çirkinliği, ellerinden de vücudunun matlûba muvafık olup olmadığı anlaşılır. Evzaî'ye göre etli yerlerine bakabilir.

Hadis mutlaktır. Binâenaleyh nereye bakmakla maksad hâsıl ola­caksa oraya bakar. Nitekim Sahâbe-i Kiram hazcrâtı da bunu böyle anlamışlardır. Abdiirrezzak ile Saıd b. Mansur'un rivayetlerine na-zaran Hi.. Ömer (R. A.) Hz. Ali'nin kızı Ümm-ii Külsüm'ün topuğunun üstüne bj.kmıştı.

Bu hfıdi.sc Hz. Ümm-ü Külsüm (R.Anha) yi babası, Hz. Ömer'e gö­rünmek için gönderdiği zaman vâkî olmuştur. Hattâ bunun için kadı­nın rızâsı da şart değildir; o Farkında olmadan da bakılıp görülebilir. Nitekim Hz. Câbir (R.A.) öyle yapmıştır.

Bazı Şâfü imamlarına göre bu görme işinin dünürlükten evvel ol-m;ısı gerekir; tâ ki ^anlaşma olmazsa kadını rahatsız etmeden bırak­ım:; olur. İstedikten sonra görür ve sonra bırakırsa kadın üzülür.

İsteyeceği kadını erkek göremezso itimâd ettiği bir kadını görücü olarak göndermesi müstehâbtır. Filhakika Hz. Enes (R.A.) Peygam­ber (S.A.V.) 'in Ümm-ü Süleym'i bir kadını görmeğe yolladığını ve kendisine ta'limât verirken ;

«Ökçelerine bak; ve yakalarını kokla.» buyurduğunu ri­vayet etmiştir.

Bu hadîsi İmam Ahmcd, Taberînî, Hâkim ve Beyhakî tahrîc et­mişlerdir. Faka', hadîs hakkında söz edilmiştir. Bir rivayette :

«ön dişlerini kokla» denilmiştir. Bundan murâd ağzının ko­kup kokmadığını anlamaktır. Acaba kadının da aynı şeyleri evlene­ceği erkekte araştırmaya hakkı varandır? Bazıları: her ne kadar onun hakkında hadîs yoksa da hüküm ona da sabittir; diyorlar. Zâten kadının varacağı erkeğin kendisine küfu-ü yani denk olup olma­dığını araştırması şer'an hakkıdır.

Bir takımları kadın hakkında bu bâb'ta ayrıca delîl olmadığı için ona bu hakkın sabit olmadığına kaildirler.

Şunu da arzedelim ki şer-İ şerifin nezih bir müslüman erkeğe bahşettiği bu görme hakkı asla bu günkü yüz kızartıcı birleşmeler, dostlaşmalar, gezişmeler ve sevişmeler mânâsına gelemez. Bu kadarcık görme müsaadesi, sonra pişman olup ta, kurulan aile yuva­sını yıkmamak için peşinen alınan şer'î tedbirden başka bir şey de­ğildir.[463]



1004/829- «İbnİ Ömer radıyattahtİ anhümâ'ûsn rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Sizden biriniz dîn kardeşinin dünürlüğü üzerine dünürlük göndermesin. Tâ dünür gönderen ondan önce vazgeçinceye yâhûd kendisine izin verinceye kadar; buyurdular.» [464]



Hadîs mütîefekun aleyh'tir. Lâfız Buhârî'nindir.

Buradaki nehyin tanrım için olduğuna Nevevî (631 — 676) ic-mâ' iddia etmiştir. Fakat Hattabî (319 — 388) bunu kabul etme­miş buradaki nehy'in tahrîm için değil, te'dîb için olduğunu söyle­miştir. Kadın icabet ettikten sonra dünürlüğü bozmak icmâ'en ha­ramdır. Kadın mükellef ise icabet hususunda söz kendisinindir. Kü­çükse velîsi îcâbet eder. Eğer kadın nikâha sarahaten icabet etme­mişse, başkasının onu istemesi esah kavle göre haram değildir. Ni­kâha rızâ göstermediği gibi adem-i rızâda göstermemişse hüküm yine aynıdır.

Hanefîier'le Şâfiîler'e göre bakire kızın burada sükût etmesi rizâ sayılır. Nikâha razı olduktan sonra dünürlüğü bozmak haram olmakla beraber kıyılan nikâh cumhur'a göre yine de sahihtir. Dâvud-u Zâhirî~ ye göre ise böyle bir nikâh zifaftan sonra bile olsa yine feshedilir.

«Kendisine izin verinceye kadar» ifâdesi ilk dünürlüğü gönderen izin verdikten sonra artık onun üzerine dünürlük yapmanın caiz olduğuna delîHdr. Çünkü izin vermesi o işten vazgeçtiğine delâlet eder. Şu halde o kadını artık her dileyen isteyebilir.

Fâsık'ın dünürlüğü üzerine dünür göndermek bazılarına göre caiz­dir. Fakat Cumhur-u ulama bu ciheti nazar-ı itibâre almamışlardır.[465]



1005/830- «Sehl b. Sa'd es-Sâİdî radıyallahü anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sollallohü aleyhi ve acllem'e bîr kadın geldi ve:

— Yâ Resûlaliah kendimi sana tıîbe etmeğe geldim; dedi.Resû­lüllah sollallahü aleyhi ve scîlcm ona bir baktı ve kadını tepeden tır­nağa süzdü sonra Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem başını eğdi. Kadın onun kendisi hakkında bir hüküm vermediğini görünce oturdu. {Bu sefer) ashabından bir adam ayağa kalkarak:

— Yâ Resûlallah, eğer senin bu kadına bir İhtiyâcın yoksa onu be­nimle evlendir; dedi. Peygamber (S.A.V.):

— Yanında bir şey var mi? diye sordular. Adam:

— Hayır vallahi yâ Resûlallah; dedi. Resûlüllah. (S.A.V.):

— Ailen nezdine git de bak bir şey bulabilecekmisin? dedi.

Bunun üzerine adam gitti. Sonra döndü ve :

— Hayır vallahi, hiç bir şey bulamadım; dedi. Resûlüllah sallalla-hü aleyhi ve sellem :

— Velev demirden bir yüzük olsun bak; dedi. Adam (yi­ne) gitti Sonra döndü ve:

— Hayır vallahi yâ Resûlüllah, demirden bîr yüzük de bulamadım ama İşte kaftanım! — Sehl demiştir ki: malı bir kaftandan ibaretti — bu kaftanın yarısı onun olsun; dedi. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— O senin kaftanını ne yapsın? onu sen giysen kadı­nın üzerinde bir şey kalmiyacak; kadın giyse senin üze­rinde ondan bir şey kalmıyacak; buyurdular.

Derken adam oturdu. Bir hayli oturduktan sonra kalktı. Resûlüllah. sallallahü aleyhi ve sellem onun dönüp gitmekte olduğunu görünce ça-ğırılmasını emretti; ve adamı çağırdılar. Geldiğinde Peygamber (S. A.S.):

— Ne miktar Kur'an bilirsin? diye sordu:

— Filân ve filân sûreleri bilirim; dedi ve onları saydı. Peygamber (S.A.V.):

— Onları ezbere okuyabiliyormusun? dedi. Adam:

— Evet; cevabını verdi. Resûlüllah (S.A.V,)

— Haydi git, onu sana bildiğin Kur'an mukabilinde Verdim; buyurdular.»[466]



Hadîs müttefekum aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.

Bir rivayette Resûlüllah (S.A.V.) ona: «Git, onu sana verdim? ona Kur'andan şeyler) öğretiver» demiştir.

Bjihan'nin bir rivayetinde ise: «onu sana bildiğin Kur'an. mukabilinde temlik ettik.» buyurulmuştur.

Ebû Davud'un Ebû Hüreyre'dcn rivayetinde Peygamber {S.A.V.):

— Ezbere ne kadar biliyorsun? dedi. Adam :

— Bakara Sûresi ile ondan sonrakini; cevâbını verdi. Resûlüllah (S.A.V.):

— Kalk. Ona yirmi âyet Öğretiver; buyurdular.» denilmek­tedir.

Hz. Sehl hadîsinde geldiği bildirilen kadının ismini Musannif merhuni bulamamıştır. Bazı kayıdlardan bunun Havle binti Hakim yâhûd Ümm-ü Şerik olduğu anlaşılıyor. Hür bir insanın kendisi hibe edilemiyeceği ci­hetle «Kendimi s? a hibe etmeğe geldim» cümlesinden muzaf hazf edilmiş­tir. Mânâ şöyledir: «Kendimin umurunu sana hibe etmeğe geldim.»

Evlenmek istiyen sahâbi'nin ismi bulunamamıştır.

Bu hadîs-i Şerif bir çok meselelere delâlet etmektedir. Bunları İbni't-Tin tedkîk etmiş: ve yirmi bir dâne olduklarını söylemiştir. Bu­harı (194 — 256) bunların ekserisi için ayrı bir bâb tahsis etmiştir. Biz bunlardan bir kaç tanesini zikredeceğiz:

1— Kadın kendini ehl-i salâh bir zâta arzedebilir.

2— Evlenmek niyeti ile kadına bakılabilir.

3— Akrabası olmayan kadının velisi, (onun izin ve rızâsı ile) müs-lümanlarm hükümdarıdır. Yalnız hadîsin bazı rivayetlerinde kadının kendi umurunu Peygamber (S.A.V.)'e tefviz ettiği zikredilmektedir. Bu ise tevkildir; ve kadının velîsi vaFmi yokmu sorulmadan dahî yapılabilir. H af tabî: «Zâhİr-i hale hamlederek ulemâ'dan bir cemâat buna zâhib oldular» diyor.

4— Hibe ancak kabul ile sabit olur.

5— Nikâhta mutlaka mehir lâzımdır; ve bu az bir şeyden de olabilir. Çünkü«velev demirden bir yüzük» buyurulması, azlığı hususunda mübalâğadır. Binâenaleyh bir mala kıymet ve fiyat olabilen her şey­den mehir olabilir. Kıymeti olmıyan bir şeyden mehir yapılamıyaca-ğma ve böyle bir şeyle nikâhın helâl olmıyacagma icmâ' bulunduğu­nu Kadı îyaz nakletmiştir.

Zâhirîler'den îbni Hazm-: «Mehir, kendisine şey denilebilen her nes­neden hatla arpa dâhesinden bile olur; çünkü Peygamber (S.A.V.): (bir şey bulabilecekmisin) buyurdu» iddiasında bulunmuşsa da kendisine cevap verilmiş ve : «velev demirden bir yüzük» buyurması az­lık hususunda bir mübalâğadır; onun da bir kıymeti vardır» denilmiştir. Zâten hadîsteki: Kimin evlenmeğe gücü yetmezse» cümlesi ev­lenmenin herkesin gücü yeteceği bir .şey olmadığına delildir. Kur'ân-ı Kerim'de :

«Kim[467] güç yetfiremezse» ve keza «mallarınızla[468] akdeimenîz» buyurulması mehirde maliyetin şart ol­duğunu gösterir. Hattâ bazıları onun en az elli dirhem olabileceğine, diğer bazıları kırk; bir takımları da beş dirhem olabileceğine kail olmuşlardır. Hanefîler'e göre mehirin en azı on dirhem para yâhûd on dirhem kıyme­tinde olan bir maldır.

Mehir: Nikâhın hükümlerindendir; ve kadının şerefini meydana çı­karmak için meşru' olmuştur.

Mehrin: sadak, nihle, atiyye, ukr, ecir ve ferîza gibi bir çok isimleri vardır.

6— Akid esnasında mehri zikretmek îcabeder. Çünkü mehri zikret­mek niza'a meydan bırakmaz. Maamâfîh mehir zikredilmeden nikâh kt yılsa akid yine sahîhdir; zifaftan sonra kadına mehr-i misil verilir.

Mehr-i Misil : Kadının misli olan diğer bir kadının meselâ ablasının veya kız kardeşinin mehiridir. Onun mehri ne ise bunun da o olur. Nikâhdan önce verilen yüzük küpe kolluk ve şâire gibi başlık ve ağırlıklar da mehirden sayılırlar. Mehrin peşin verilen kısmına «Mehr-i muaccel» ve­resiye kalan kısmına da «Mehr-i müeccel» derler.

Mehrin hepsinin peşin verilmesi müstehâbtır.

7— Zan üzerine yemin etmek caizdir Zira Resulü Ekrem (S.A.V.) o zâtı yemininden sonra mehir aramağa göndermiştir. Eğer yemini yüzde yüz bildiği için etmiş olsa idi onu tekrar göndermekte bir mânâ kalmazdı.

8— Erkeğe kendisi İçin zarurî olan eşyasını mehir olarak vermek caiz değildir. Meselâ avret mahalline örttüğü elbisesini; yiyeceği zahiresini vermek doğru değildir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) o zâta abasını taksim ettirmemi ştir.

9— Fakirlik iddia eden kimseyi denemek îcabeder, Zîrâ Resûlüllah {S.A.V.} o adamı ilk iddiasında hemen tasdik edivermedi. Bu, fakirliğine karine hâsıl oluncaya Kadar onun yemininin bile nazar-ı îtibâre ahnmıya-cağına delilidir.

10 — Akid için hutbe vâcib değildir. Çünkü hutbe hadîsin hiç bir ri­vayetinde zi tredilmemiştir.

11— Mehir, Kur'ari öğretmek gibi bir menfeat olabilir. Nitekim Musa ve Şuayb aleyhimesselâm kıssası da buna delâlet eder.

Fakat Hanefîler'e göre menfaatten mehir olmaz. Onlar bu hadîsi te'vî'l ederler ve mehirsiz evlenmeyi Peygamber {S.A.V.) 'e mahsus sayarlar..

12— Hadîsin «Bildiğin KurTan mukabilinde» cümlesinin Kaadi hjaz'a. göre iki veçhe ihtimali vardır :

a) Kadına Kur'ân-ı Kerîm'den bildiklerini yâhûd muayyen bir mik­tarını öğretecek; ve bu onun mehri olacaktır.

b) Kadını o adama mehirsiz nikâh etmiştir. Bu takdirde hadîsteki (ba) harfi, ta'lü içindir.

O zât Kur'ân-ı Kerîm'in bir kısmını ezbere bildiği için bu mehirsiz evlendirme kendisine bir ikram olmuştur.

Hz. Enes (R,A.) 'm ebeveyni olan Ümm-ü Sülyem ile Ebu Süleym'in "kıssaları bu ihtimali te'yîd eder. Şöyleki :

«Ebu Süleym, Ümm-ü Süleym'i istemiş. Ümm-ü Süleym :

— Vallahi senin gibi bir adam reddedilemez ama sen kâfirsin b&n müslüman. Bana seninle evlenmek helâl olmaz. Eğer müslüman olursan mehir borcun bu otsun; senden başka bîr şey istemem; demiş. Bunun üzerine Ebû Süleym müslüman olmuş; Ümm-ü Süleym'in mehri de onun müslümanlığı kabulü olmuş.»

Bu hadîsi Nesaî ta.ıric etmiş ve sahîhlemiştir. Râvisi Ibni Abbas (R.A.) 'dır. Hattâ Nesü bu kıssa için «Bâbü't - Tezvîc ale'l - İslâm». unvanı altında bir bâb tahsis etmiştir. Nesâî'nin bu hareketi ikinci ih­timali tercih ettiğine delildir; halbuki birinci ihtimal daha kuvvetlidir.

13— Nikâh, temlik lâfzı ile mün'akid olur. Hanefîler'Ie Mâlikîler'in ve bazı ulemâ'mn mezhebi budur.

Onlara göre : nikâh, tezvic, hibe ve sadaka gibi hâlen temlike de eden her sözle mün'akid olur. Şâfiîler'e göre ise yalnız nikâh ve tezvic sözleri ile kıyılır.[469]



1007/831- «Âmir b. Abdlllah[470] b. Ez - Zübeyr'den o da babasından -radıyalahü anhihm- îşilmîş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Nikâhı ilân edin; buyurmuştur.»[471]



Bu hadîsi Ahmed rivayet etmiş; Hâkim de sahihi emiştir.

Bu bâbta Hi. Âişe ( R.Anhâ) 'dan şu hadîs rivayet olunmuştur :«Nikâhı ilân edin ve onun için def çalın».

Bu hadîsi Tirmizî tahric etmiştir. Fakat râvîleri arasında İsa b. Meymun vardır. Bu zât zaîftir. Aynı hadîsi tbni Mâce ile Bcyhakî de tahrîc etmişdir. Bunların isnadında da Halid b. îyas vardır ki bu zatın hadîsi münkerdir. İmam Ahmed demiştir ki: Yine Tirmizî, Hi. Âişe'dcn şu hadîsi tahrîc etmiş; ve «hasen garîbür» demiştir:

Bu nikâhı i'lân edin; hem onu mescidlerde kıyın; o-nun için defleri çalın. Biriniz hiç olmazsa bir koyun ile düğün da'veti yapsın. Şâyed biriniz bir kadın istediği va­kit saçını siyaha boyamış bulunursa (bunu) o kadına bil­dirsin; onu aldatmasın.»

Bu hadîsler nikâhı i'lân etmenin lüzumuna delâlet etmektedir. î'lân-için def çalmak dahî emrolunmuştur. Bu hususta hadîsler çoktur. Bun­ların her biri hakkında söz edilmiş de olsa yine birbirilcrini takviye ederler ve i'lân için def çalmanın meşru' olduğuna delâlet ederler.

Emrin zahiri vücûb ifâde ederse de : «def çalmak vâcibtir» diyen ol-îTHimışür. O sadece mesnûndur. Lâkin zamanımızda olduğu gibi berabe­rinde güzel sesli kadın şarkıcılar bulunup da çeşitli rezalet şarkıları okumamak şarttır. Bunlar kat'jyetle haramdır. Sünnet vecih üzere düğün i'lânı bu gün maalesef kalmamıştır.[472]



1008/832- «Ebu Bürdete'bni Ebî Musa'dan o'da babasından -radıyal-îahü anhümâ - rivayet olunmuştur. Babası demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Nikâh ancak velî iie olur; buyurdular.»[473]



Bu hadîsi Ahmed ile Dörtler rivayet etmişlerdir. Ibnİ Medîni ile Tirmizî onu sahîhlemiş; İbnİ Hibban mürsel olmakla illetlendirmiştir.

İbni Kgs'it diyor ki: «Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî, îbni Mâce ve başkaları İsrail'den; Ebu Avâne, Kaadî Şurcyh Kays b. Rcbî', Yunus b. Ebî İshak ve Zübeyr b. Muaviye de Ebû İshak'dan yine böy­le mürsel olarak tahrîc etmişlerdir. Tirmizî dahî: «Aynı hadîsi Şu'be ve Scvrî, Ebû İshak'dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir; ama bence evvelki yani Ebû Bürde tariki ile olan rivayeti daha sahihtir» demek­tedir. Abdurrahman b. Mchdî de bu hadîsi böyle sahîhlemiştir. Ali b. Medlnî: «İsrail'in nikâh hakkındaki hadîsi sahihtir.» demiş­tir. Bu hadîs Buharî'ye sorulmuş: «sikanın ziyâdesi makbuldür» ce­vabını vermiştir. İsrail sikadır. Bunu tbni Kayyim (691 — 751) «Tchzibü's - Sünen» adlı eserinde zikretmiş ve: «Her ne kadar bu hadîsi Şu'be ile Sevrî Mürsel olarak rivayet etseler de bu, hadise zarar vermez» demiştir.

Hadîsi Bcyhakî ve daha bir çok hafızlar sahîhlemişlerdir. îbni Medînî: «Bu hadîsi Ebu Ya'lâ «Müsned inde Câbir'den merfu' olarak rivayet etmiştir. Hafız Ziya râvilerinin hepsinin sika oldu­ğunu söylüyor.» demektedir.

Hâkim : «Bu bâbta Peygamber (S.A.V.) 'in zevceleri Aişe, Ümm-ü Seleme, ve Zeyneb bînti Cahş'dan sahîh rivayetler vardır. Bu bâbta Ali İle îbni Abbas'tan da rivayetler vardır» demiş sonra otuz şahabı say­mıştır.

Kadının kadını ve kendini evlendirpmiyeceğine dâir Ebû Hüreyr© hadîsi ile velîsiz nikâh caiz olmayacağına dâir Hz. Âİşe hadîsi de aşa­ğıda gelecektir.

Hadîs-i Şerîf, nikâhın velîsiz caiz olmıyacağına delildir.

Velî : Kadının asabelerinden en yakın olan erkektir. Şâir akraba­larından olmaz.

Ulemâ nikâhta velînin şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Cumhur'a göre şarttır. Hattâ İbni Münzir'den rivayet olunduğuna göre sahâbe'den bu bâbta hiç bir muhalif yokmuş. İmam Mâlik : «Şe­refli kadın için velî şart; şerefsiz için şart değildir. Kendisini tezvîc edebilir» demiştir.

HaneFîler'e göre âkil baliğ olan kadın hakkında velî mutlak surette şart değildir. Onlar velîsiz nikâh olmadığını ifâde eden hadîslerin zaîf hattâ bazısının muztarib olduğunu ortaya koymuş; ve bekâr kadının kendini evlendirme, hususunda velîsinden daha ziyâde hak sahibi oldu­ğunu gösteren Müslim hadîsi ile istidlal etmişlerdir.

Bu hadîsi Ebu Dâvud, Tirmizî, Ncsaî ve «el - Muvatta'da.» imam. Mâlik de rivayet etmişlerdir. Lâfzı şudur:

«Bekâr kadın kendi nefsi hakkında velîsinden daha ziyâde hak sahibidir.»

Zâhirîler'e göre bakire hakkında velî şart; dul için şart değildir Delilleri aşağıda gelecek Ibnî Abbas hadîsidir.

Ebû Sevr (— 240)'e göre kadın velîsinin izni ile kendini nikâh edebilir. Delîli aşağıdaki hadîsin mefhumu muhalifidir.[474]



1010/833- «Âişe radıyallahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. DemİştSr ki: Resûlütİah sdllaUahü aleyhi ve seîlem:

— Hangi kadın velîsinin izni olmaksızın kendisini ni­kâh ederse onun nikâhı bâtıldır. Eğer kocası ona dâhil[475] oldu ise tercini istihlâl etmesine karşılık kadına mehir vardır. Eğer velîler (onun kocaya verilmesi hakkında) münazaa ederlerse o takdirde sultan, velîsi olmıyanın velîsidir; buyurdular.»[476]



Bu hadîsi Nesaî müstesna Dörtler tahrîc etmişlerdir. Onu Ebu Avâ-ne, Ibnİ Hibban ve Hâkim sahîhlemişlerdir.

îbni Kcsîr bu hadîsi Yahya b. Maîn ve daha başka hadîs ha­fızlarının sahihlediğini söylüyor. Ebu, Sevr «Velîsinin izni ol­maksızın» ta'biri için : «Bundan anlaşılıyor ki velisi izin verirse kadının kendini nikâhetmesi caiz olur.» demiştir. Bittabî bu mef­humdur. Mantûka muâraza edemez.

Hanefiler bu hadîsi zaîf bulmuşlardır. Onun, üzerinde ulemâ'nın sözleri çoktur. Bunları Bcyhakî «Es - Süncnü'l - Kübrâ» adlı ese­rinde uzun uzadıya saymıştır.

Hadîs-i Şerif, nikâhta velînin nazar-ı itibâre alınacağına, akdi kendisinin veya vekilinin yapması lâzm geldiğine delildir. Duhûl vâkî olursa mehir vermenin lüzumu; nikâh'ın bir rüknü bozulursa bâtıl olacağı; ve keza nikâhın bâtıl ve fâsid kısımlarına ayrılması de bu hadîsin delâlet ettiği hükümler cümlesindendir.

Velîler münazaa ettiği zaman nikâh hakkı devlet reisine inti­kal eder. Bazıları bu hakkın uzak velîye intikal edeceğine kaildir­ler.

Hadîsimiz, velîsi bulunmayan bir kadının velîsinin devlet Re­isi olacağına da temas etmektedir. TaberânVnin İbnî Abbas (R. A.} den merfu' olarak tahrîc ettiği şu hadîs dahî bunu te'yîd. ediyor:

«Nikâh ancak velî ile sahîh olur. Sultan da velîsi ol­mayanın velîsidir.»

Bu hadîsin ravîleri arasında zaîfîerden Haccac b. Ertât varsa da aynı hadîsi Süfyan da «.Cami'» inde tahrîc etmiş; ve yine o yol­dan Tdberanî de «el - Evsat* mda onu hasen bir isnadla İbnİ Abbas dan tahrîc eylemiştir. Lâfzı şudur:

«Nikâh ancak mürşîd bir velî yâhud Sultan ile caiz olur.»

Sulfan'dan murâd: âdil olsun olmasın, hükümdardır. Bazıları: «Bundan murâd yalnız âdil olan hükümdardır; âdil olmıyan hükümdar bu işe ehil değildir...» demişlerdir.[477]



1011/834- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahü aleyhi ve scîîcm:

— Dul kadın, kendisinden emir alınmadıkça nikâh edilemez; Bakire dahî kendisinden izin alınmadıkça ni­kâh edilemez; demiş. Eshâb :

— Yâ Resûlüllah, onun İzni nasıl olacak? deyince :

— Susmasidir; buyurmuşlardır.»[478]



Hadîs müttefekum aleyh'tir.

Hadîs-i Şerîf, dul kadın nikâh edilirken kendisinden mutlaka emir almak lâzım geldiğine; akid için ondan emir alınmadıkça velîsinin .ıi-kâhmı kıyamıyacağma delâlet ediyor.

Bu emirden murâd: onun rızâsıdır.

Bakireden maksad: akil baliğ olan kızdır. Onun hakkında emir değil de izin alma ta'birinin kullanılması, aralarında fark olduğunu göster­mek içindir. Dul kadınla mutlaka müşavere yapılacak; velî ondan akdi yapmak için sarahaten söz alacaktır. Bakire hakkında ise rizâ kâfidir. Bu da ya sözle yâhûd .sükût etmekle tahakkuk eder. Onun hakkında susmanın rizâ yerine geçmesi utandığındandır. Burada utanmak söz yerine kabul edilmiştir. Nitekim Şeyheyn'in müttefikan tahrîc et­tikleri H. Âişe hadîsinde tasrîh edilmiştir. Hz. Âişe hadîsi şudur:

Âişe: Yâ Resûlallah, şüphesiz ki bakire utanır; demiş; Peygamber (S. -A.V.) Onun nzâsi Sükûttur; buyurmuşlardır.

Lâkin İbni Münzir: «Sükûtunun rizâ olduğunu bilmek müstehâbdır» demiştir.

Bazılarına göre bakireye üç "defa: «Razı isen sus; değilsen konuş» denilir. Konuşmaz fakat ağlarsa mesele yine ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ağlayarak susmak rizâ sayılmaz. Hanefiler'le diğer bazı ulemâ'ya göre ağlamanın bu işten imtina1 hususunda bir te'siri yoktur. O da rizâdır; yalnız bağırıp çağırır ve razı olmadığına alâmetler gösterirse o zaman rizâ sayılmaz.

Bir takımları: «göz yaşına bakılır, sıcak ise razı olmadığına; so­ğuk ise rızasına delâlet eder» demişlerse de buna i'tibâr yoktur. .

Hadîs, baba olsun başkası olsun bütün velîlere âmm ve şâmildir; ve baliğ olan bakireden behemehal izin isteneceğine delâlet eder Ha-nefîler'le diğer bâzı ulemâ'nın mezhebi de budur. Delilleri bu hadîs ile Müslim'in tahrîc ettiği :

«Bakireden babası izin ister» hadîsidir. Bu hususta sözün devamı aşağıdaki hadîstedir.[479]



1012/835- «İbni Abbas radıyattahü anhümâ*dan rivayet olunduğu­na göre Peygamber sallallahü aleyhi ve stâlem:

— Dul kadın kendi nefsi hakkında tasarrufa velîsin­den daha haklıdır, bakireden ise müsaade istenir. Onun İzni SÜkÛtdur; buyurmuşlardır.» [480]



Bu hadîsi Müslim rivayet etmi.ştir.

Bir rivayette: «Dul kadınla beraber velîye iş yoktur; fa­kat yetimeden. emir alınır» buyuru i muştur.

Bunu Ebu Dâvud ile Ncsaî rivayet etmişlerdir. İlmi Hibban ise sahîhlemiştir.

Dul kadının kendi nefsine daha haklı olmasından maksad onun rı­zâsı olduğunu yukarıda gördük. «Dul kadınla beraber velîye iş yoktur» demek: razı olmazsa velî bir şey yapamaz,; demektir.

Şer-i şerifte, yetime : babası olmayan küçük kızdır. Bu hadîs; «Küçük kızı babasından başka kimse evlendiremez» diyen İmam Şâ/iî'nin delilidir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) «yetîmeden emir ali­ni r» buyurmuştur. İzin almak ise ancak bulûğa erdikten sonra olur. Küçük bir kızdan izin istemekde bir fayda yoktur.

Hanefîter ise küçük kızı bütün velîlerin tezvîc edebileceğine kail­dirler. Delilleri :

[481] «Eğer yetimler bıkkında adalet gösteremiyeceğinizden korkarsanızı âyet-i kerîmesi'dir.

Mezkûr âyetin sebebi nüzulü : Velî'nin taht-ı terbiyesinde bir yetî-me bulunur da velî onunla evlenmeğe razı değilken malına göz dikerek malı için evlenirse bir daha bunu yapmamasını tenbih içindir.

Hanefîler'e göre böyle küçükken uzak velîler tarafından nikâh edi­len kıza bulûğa erdikte muhayyerlik vardır. Yalnız İmam Ebû Yu­suf'a, göre kızı tezvîc eden babadan başkası da olsa muhayyerlik yoktur.[482]



1013/836- «Ebu Hüreyre rodıyaîlahü anh'den rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Kadın kadını evlendiremez; kadın kendini de ev­lendiremez; buyurdular.»[483]



Bu hadîsi ibni Mâce ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Râvîleri sikadır.

Hadîs-i Şerîf, kadının kendini ve başkalarını nikâh etme bâb'ında velî veya vekil olmağa hakkı bulunmadığına delildir. Cumhur'un mez­hebi de budur.

Ebu Hanî/e'ye göre" âkil baliğ olan bir kadın kendini tezvîc ede­bildiği gibi küçük kızını tezvîc için velî ve başkasına vekîl dahî olur. Yalnız kendisi küfüne varmamışsa velîlerine i'tirâz hakkı vardır.

İmam Mdîik'in şerefli kadını velîsi, şerefsizi ise kendisi evlen­dirir» dediğini yukarıda gördük.

Cumhur-u ulemâ bu hadisle ve :

«Onları[484] kocalarına varmaktan men' etmeyin» âyeti kerîmesi ile istidlal ederler. İmam Şafiî : «Velîyi nazar-ı i'tibâre alma husu­sunda en sarih âyet budur; yoksa kocanın mâni' olmasının bir mâ­nâsı yoktur» diyor.

Bu âyet'in sebeb-i nüzulü şudur Ma'kil b. Yesâr kız kardeşini ev-lendirmişti. Kocası onu ric'ı bir talâkla[485] boşadı; ve iddeti geçinceye kadar kadının semtine uğramadı. Sonra ona dönmek istedi Hz. Ma'kil kız kardeşini ona tezvîc etmiyeceğine yemîn etti. îşte bu âyet bu münâ­sebetle nazil oldu. Bunu Buharı rivayet etmiştir. Ebû Dâvud: «Ben de yemîıîmden dolayı keffâret verdim; ve kız kardeşimi onunla evlen­dirdim» cümlesini ziyâde etmiştir.

Şafiî diyor ki: «Eğer kadına kendini evlendirmek hakkı olsay­dı kardeşi razı olmadığından dolayı tekdir edilmez; âyet de kadının kendini tezvîc edebileceğini beyân için nazil olurdu.»

Maamâfîh Razî'ye göre âyetteki (muhâtab'lar) zamiri kocalara aittir. Hattâ «Nihâyetü'î - Müctchid-» nâm eserde şöyle deniliyor : «Bu. âyette velîlerin mâni' olmaktan nehyecülmelerinden başka bir şey yoktur. Bundan akd'in sahîh olması için onların izinlerinin şart oluşu ne hakikaten ne de mecazen anlaşılamaz. Bilâkis zıddı anlaşı­lır ki, o da velîlerin velilik yaptıkları kimseyi icbar edemiyecekle-ridir. «Bu îzâhât San'anî (1059—1182) tarafından çeşitli i'tirâzlar-la karşılanmıştır. Biz onlardan sarf-ı nazar ediyoruz. Yalnız îbnil-Kayyim'in bu bâb'taki mütâlâasını kaydetmeden geçemiyeceğiz. tbni'î - Kayyım şöyle diyor : «Bakire âkil baliğ reşîd bir kızın ba­bası onun mülkinde ekal bir tasarrufta bulunamaz; ancak rızâsı olursa başka. Şu halde nasıl olur da onu câriyeleştirerek bud'unu onun rızâsı olmadan elinden alır ve kendi dilediğine verebilir? Kadm bu hususta insanların en mükrchi (zorlananı) olur. Ma'I umdur ki kadının bütün malını rızâsı olmıyarak elinden almak onun için istemediğine vermekten daha ehvendir. Bunun mucebi : Bikri bâliğa nikâha icbar edÜeme neklir. Cumhur-u selefin kavli ve Ebû Banlfc'nın ve bir rivayette İmam Ahmed'in mezhebi budur. Bizim ihtiyar et­tiğimiz kavil de budur.»[486]



1014/837- «Nâfi'den o da İbni Ömer radıyalîahü anhümâ'dan işit­mek sureti ile rivâyel edilmiştir. Ibnİ Ömer demiştir ki :

— Resûlüllah sallctllahü aleyhi ve seUcm trampadan nehyetfi.»[487]



Trampa : Bir adamın kızım birine, onun da kızını kendisine ver­mek şartı ile vermesi ve aralarında mehir bulunmamasıdır.

Hadîs j-nüttefekun aleyh'tir. Diğer bir vecihten Buharı ile Müslim, sigarının tefsirini Nâfi' tarafından yapıldığına ittifak etmişlerdir.

İmam Şafii'nin: «Bu tefsir Peygamber {S.A.V.)'denmidir; yoksa İbnî Ömer'den veya Nâfî'den yâhûd Mâlik'denmidiv; bilmiyorum» de­diğini Bryhakl «cl-Ma'rifc» de'hikâye etmiştir.

Hatîb : Bu tefsir, Peygamber (S.A.V.)'in sözü değil, Mâlik'in sözü­dür, onu merfu' metne eklemiştir; bunu İbni Mehdi beyân etti» di­yor. Dârr, Kutnî'nm Hâlid b. Muhalled tarîki ile İmam Mâlik'den tahric ettiği şu rivayet de tefsîr'in Mâlik'in sözü olduğuna delâlet ediyor. Hâli d : «Mâlik'in: şigâr bir adamın kızını... ilâh; dediğini işittim doniştir.

BuİK«n'yc gelince : O bu tefsirin Nâfi' tarafından yapıldığını «Kifnbiil - Hiyrh de tasrih etmiştir.

Kurttıbl diyor ki : «Şigâr'ı bu suretle tefsir etmek sahih ve li­san ulomi't^t'nın dediklerine uygundur. Eğer bu haber merfu1 ise m.-ıksiK! I .'{Kil oldu denırkttr. Sahâbe'nin sözü ise yine makbuldür. Çün­kü saiıâbt kr-mii sözünü daha iyi biür ve anlar.»

Trampa nikâhı'nm memnu' olduğu anlaşılmıştır. Ancak Fukahâ nnun hükmü hususunda ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ile Mâlik1 e göre bu nikâh bâtıldır. Çünkü ondan nehî vârid olmuştur; nehî bâtıl olmayı îcabeder.

Hanefîfer'Ie diğer bâzı ulemâ'ya göre, nikâh sahih, şartlar bâtıl­dır.'Kadınların her birim; mehr-i misil verilir.[488]



1015/838- «İbni Abbas radıyalîahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre, bakire bir kız. Peygamber sallullahü aleyhi ve sellem'e gelerek; kendisi İstemediği halde babasının tezvîc ettiğini anlatmış; Resûlüllah sallallahü aleyhi ve srllrm de onu muhayyer bırakmıştır.»[489]



Bu hadîsi Ahmed, Ebu Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Hadis mürsel olmakla illetlendirilmİslir.

Maamâfîh bu hadîs mov.su] olarak da rivayet edilmiştir. Bir hadîs'in mevsul ve mürsel olduğunda ihtilâf edilirse, mevsui olması ka­bul edilir. Musannif : «Bu hadîse ta'n etmenin mânâsı yoktur; çünkü onun birbirini takviye oc3.cn tarîkleri vardır» diyor.

H?iuî"-i şerif, yukarıdaki müttefekun aleyh Ebu Hüreyre hadîsi ile aynı mânâdadır; ve her ikisi de. babanın bakire kızını nikâh'a mecbur edomiyeceğino delâlet eder. Baba icbar edemeyince bittabi diğer velî­ler cvleviyyctlc icbar ödemezler.

Hanefîler'le diğer bir takım ulemâ'mn mezhebi budur. Onlar Müs­lim'in rivayet ettiği :

«Bakireden babası izin İster» hadîsi ile istidlal ederler. Vâ-kıâ Bcyhakl ; «Bu hadîsteki: (baba) kaydı mahfuz değildir.» de­mişse de musannif: «adlin yaptığı ziyâde makbuldür.» diyerek onu reddetmiştir.

İmam Ahmed ile Şafiî ve başkalarına göre bâliğa bir kızı babası nikâha mecbur edebilir. Bunların delilleri yukarıda geçti.

Bcyhakı, İmam Şafiî'nin sözünü takviye için : İbni Abbas'in bu hadisi babasının kızı küfüne vermediğine hamlolunur» demiş. Mu­sannif da: «Mu'temed olan BcyhakVnin cevabıdır; çünkü bu muay­yen bir vak'adır, binâenaleyh onunla umumî hüküm sabit olamaz.»

mütâlâasında bulunmuştur. Fakat bu sözler mezheb gayretinden ileri gelme, delilsiz iddialardır; onlara bakılmaz, her ikrah bulunan yerde hüküm de sabit olur.

imam Nesâî, Hz. Âişe (R. Ânhâ)'den şu hadisi rivayet eder :

«Genç bîr kız Âişe'nin yanma girdi ve :

— Babam beni istemediğim halde kardeşinin oğluna verdi. Benim­le onun itibarsızlığını kaldıracak; dedi. Âişe :

— Peygamber (S.A.V.) gelinceye kadar otur; dedi. Müteakiben Re-sûlüllah {S.A.V.) geldi ve kız ona (vak'ayı) anlattı. Bunun üzerine Pey­gamber (S.A.V.) babasına haber ç' nderdi, ve onu çağırdı; da emri kı­za bıraktı. Kız :

— Yâ Resûlüllah, babamın yaptığına razı oldum; lâkin ben baba­lara bu işte hiç bir rol olmadığını kadınlara öğretmek istedim; dedi.» ZAhir-i hadîs'tcn bunun kız olduğu anlaşılıyor.

Bu hadîs : «Baba bakire kızını icbar edebilir» diyenlerin sözünü sa­rahaten reddediyor.

İbni Abbas (R.A.) hadîsindeki kızla bunun aynı kız olması muhte­meldir.

Hadîsteki (kadınlar) sözü dul ve bakirelere âmm ve şâmildir. Bu sözü o kız Peygamber (S.A.V.)'in yanında söylemiş; o da hükmü ikrar buyurmuştur. Babalardan emrin nefî edilmesinden murâd : onların zor­la kızlarını tezvîcleri meselesidir.[490]



1016/839- «Hasen'den[491] o da Semüra radvyaUdhü anfe'den o da Peygamber saîlallahü aleyhi ve seîîem'öen işitmiş olarak rivayet olun­muştur ki. Peygamber (S.A.V.) :

— Hangi kadını iki dâne velî evlendirir ise bu kadın o dâmadlardan birincisinindir; buyurmuştur.»[492]



Bu hadîsi Ahmed ile Dört'ler rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.

Hasen'in Semura'dan işittiği ihtilaflıdır. Bu hadîsi İmam Şafiî, Ahmcd ve Nesâî, Katâde tarîki ile Hasen'den o da Ukbetü'bnü Âmİr'-den rivayet etmişlerdir.

Tirmizî «Hasen'in Semura'dan rivayet etmiş olması daha doğ­rudur» diyor. îhnü'l - Mcdinî : «Hasen, Ukbe'den bir şey işitmemiştir; demiştir.

Hadîs-i Şerif, bir kadını iki velîsi ayrı ayrı iki adama tezvîc ederse kadının ilk nikâhlandığı erkeğe âid olduğuna delildir. Hat­tâ bu bâb'ta ikinci nikâhlının onunla zifaf olmasının bile bir te'siri yoktur. Eğer hakikati hali bilerek cima' ederse bilicmâ' zina etmiş olur. Bilmeden cima' etmesi de hükmen öyle ise de bilmediği için kendisine hadd vurulmaz. Eğer iki akid bir zamanda vâki' olmuş ise ikisi de bâtıl olurlar. Hangisinin evvel nikâh ettiği unutulursa yine ikisinin de nikâhları bâtıl olur. Ancak kadın ikrar eder veya erkek­lerden biri onun rızâsı ile cima' ederse o vakit mu'teber olur. Çünkü bu akd'in önceliğini ikrardır.[493]



1017/840- Câbİr radıyallakü anh'âen rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Resûlüfah sdlldlahü aleyhi ve sellem:

— Hangi köle mevlâlarının yâhûd sahibinin izni ol­madan evlenirse o zânîdir; buyurdular.»[494]



Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir; Tİrmİzî ve keza Ibni Hibbân onu sahîhlcmişlerdir.

îlini Hibbûn onu İbni Ömer'den mevkufen rivayet etmiştir. Bu ha­dîse göre Ibnİ Ömer (R.A.)'m bir kölesi onun izni olmadan evlenmiş; İbni Ömer derhal aralarını ayırmış; akdi ibtâl etmiş; köleye de hadd vurdur muş tur.

Ifeulİs-İ Şerif, sahibinin izni olmaksızın kölenin nikâhlanmasının bâ­tıl olduğuna, hükmünün zina sayılacağına t.'lîklir. Cumhur'un mezhebi budur. Ancak hükmünü bilmezse hadd vurulmaz.

Dnvnd-u Zâhiri'ye pöre bu nikfth snhîhtir. Çünkü ona gihv. ni­kâh şâir farz-ı ayınlar gibi bir farz-ı ayındır; biânenaleyh sahibi­nin iznine muhtaç değildir. Bazılarına göre akid bâtıldır; fakat buna zina hükmü verilmez; hattâ haram olduğunu bilse dahî bir şey icâb-etmez. Çünkü akid bir şüphedir. Hadler ise şüphe ile münderi' olur, yani vurulmazlar. Acaba sahibi izin verirse yaptığı akid nafiz olur mu? imam, Şafii ile bazı ulemâ'ya göre olmaz; zîrâ Peygamber (S.A.V,) ona zanî demiştir.

imam Şafii'ye cevaben : «Bundan murâd müsaade almadığı zamandır» denümişse de Şâfü mevkuf akde kail değildir. (Âhir) zina eden demek ise de burada ondan murâd zanî gibi demektir.[495]



1018/841- «Ebu Hiireyre radıyaLahıl anh'den rivayet olunduğuna göre; Resûlülah sallaUahü aleyhi ve sclîem:

— Bir kadınla halası ve bir kadınla teyzesi bir nikâh altında toplanamaz; buyurmuşlardır.»[496]



Hadîs müt efekun aleyh"tir.

Bu hadîs her ne kadar muzari' meçhul sigası ile de vârid olsa ma­nen nehîdir. Nitekim sahîh rivayetlerden birinde «Peygamber (S.A.V.) nehyetti» denilmiştir.

Hadîs-i Şerif, mezkûr kadınların bir nikâh altında toplanmasının haram olduğuna delildir. Bu bâb'ta bütün ulemâ müttefiktirler, imam Şafiî : «mezkûr kadınların bir nikâh altında toplanmaları haram­dır. Kendilerile görüştüğüm fetva imamlarının kavli budur; bu bâbta aralarında hilaf yoktur» demiştir. Tirmizî de buna yakın bir şey söylemiştir.

Ibnü'l- Miinzir : «Ku gün bunun memnu' olması hususunda ih­tilâf bilmiyorum; yalnız Hârîcîler'den bir fırka caiz görmüşlerdir» di­yor. İbni Abdilbcrr, ibni Hazm, Kurtubî ve Nevevl icmâ' nakletmişlerdir.

Şüphesiz ki bu hadîs :

[497] «bunlardan geri kalanlar sîze helâl kılındı» âyet-i kerîme'sinin umu­munu tahsis etmiştir.[498]



1019/842- «Osman radıydllahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiş­tir kî: Resûlüllah sallaUahü aleyhi ve sellem:

— İhramlı hacı ne nikâh eder ne de nikâh olunur; buyurdular.»[499]



Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Mü-filim'in Osman'dan bir rivayetinde «Dünürlük yapamaz» denilmiştir, ibni Hibbân «ona dünürlük de yapılamaz» cümle­sini ziyâde etmiştir.

Bu hadîs hacc bahsinde geçmişti. Orada zikredilmeyen tarafı : «ona dünürlük de yapılamaz» cümlesidir. Bundan murâd : Velisi bulunduğu kadını ondan kimse istemesin; demektir.[500]



1020/843- «[bni Abbas radıyallahii anhümâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki : Peygamber sallaîlahil aleyhi ve sellem Meymûne İle ih-ramlı İken evlendi.»[501]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Müslim'in bizzat Meymûne'den rivayet edilen ~hao*sinde: Peygam­ber (S.A.V.)'in onunla ihramh deği! iken evlendiği, ifâde olunmaktadır.

Bu hadîste İbni Abbas (R.A.) başkalarına mu.ıalefet ettiği için ulemâ on,un üzerinde pek çok söz etmişlerdir.

ibni Abdilberr şöyle diyor : «bu hüküm hususunda eserler muh­teliftir; lâkin ihramsızken evlendiği rivayeti çeşitli yollarla gelmiş­tir. İbni Abbas hadîsindi de isnadı sahihtir. Şu var ki bir kişiye vehim isnadı, bir cemâate isnâd etmekten ehvendir. İki haberin halleri en azından birbirine muâraza etmektir. Bu taktirde her ikisinden başka bir delil aranır. îhramlınm nikâh edilmesinin memnu' olması hususun­daki Osman hadîsi sahihtir, binâenaleyh mu'temed olan odur».

E$rcm şöyle diyor : «Ahmed'e dedim ki :

Ebu Sevr, İbni Abbas hadîsi ne sebep ile reddediliyor? (yani sa-hîh olmakla beraber niçin kabul edilmiyor?) diyor; cevâbı şu oldu :

— Allah müstean, İbni Müscyycb; İbni Abbas vehmetti; demekte­dir. Meymûne de; Beni ihramda değil iken aldı; diyor.»

Hz. Meymûne hadîsini Osman (R.A.) hadîsi te'yid etmiştir. Bu hâl karşısında İbni Abbas hadîsi te'vil edilmiş ve: «(muhrim) sözünden murâd : Harem-i şerife giren, yâhud haram aylarda bulunandır» de­nilmiştir, îbni Hibbân «Sahih» inde buna cezmetmiştir. Hanefîler'e göre ihramh bir kimse nikâh edebilir. Yalnız cima' edemez.[502]



1022/844- «Ukbetü'bnü Âmir radıyallahii anh'den rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüfah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Şüphesiz ki şartların en ziyâde îfâsı gerekeni, ken­disi ile, fercleri istihlâl ettiğiniz şarttır; buyurdular.»[503]



Hadîs müttefekun aleyh'ür.

Yani en ziyâde yerine getirilmeye çalışılacak şart nikâh'm şartla­rıdır. Çünkü nikâh ihtiyat istiyen şeylerdendir; o sıkı tutulmalıdır.

Hadîs-i Şeriîf, nikâh akdedilirken zikredilen şartlan yapmak icâbet-tiğine delildir. Bunların eşya yâhûd para olmaları hüküm i'tibâriyle hep birdir. Zîrâ kadından istifâde, ona müteallik ve onun razı olacağı şey­lerle olur. Bu meselede ulemâ'nın çeşitli kavilleri vardır.

Hattabî (319—388) diyor ki, nikâhın şartları hususunda da ih­tilâf edilmiştir. Bu şartların bazısını ifa etmek bilittifak vâcibtir. Teâlâ hazretleri'nin iyilikle geçinmek yâhud iyilikle salıvermek husu­sundaki emri bunlardandır. Bazıları hadîsi bu mânâya almışlardır.

Şartların bazısını bilittifak ifâ etmek lâzım değildir. Kadının kız kardeşini boşamak gibi. Zîrâ bundan nehî vârid olmuştur.

Bazıları da ihtilaflıdır. Üzerine evlenmemek; câriye satın alma­mak, evinden erkeğin evine nakletmemek gibi. Nikâhı akdedenin mehirden ayrı olarak kendisine şart kıldığı şeylere gelince: Bazıla­rına göre bunlar mutlak surette kadınındır. Diğer bazılarına göre velîlerden yalnız babaya mahsustur. İmam Mâlik'e göre akid esna­sında yapılmışsa mehir, akid hâricinde ise hibe edilen kimseye ait­tir. Mâlikin delili : Nesâî'nin Amr b. Şuayb'dan merfu'en tahrîc etti­ği şu hadîstir:

«Hangi kadın nikâh ismetinden önce bir mehir veya bağış yâhûd cihaz karşılığında nikâh edilirse o şey onun­dur. İsmet-i Nikâh'dan sonra ki ise kime verileceği şart koşulmuşsa onundur. Bir adamın, mukabilinde ikram edilmeğe en lâyık olduğu kimse kızı veya kız kardeşidir.» Böyle bir hadîsi Tirmizî de Urvo tarîki ile Hz. Âişe'den tahrîc et­miştir. Tİrmızı : «sahâbe'den bazı chl-i ilim zevat da bununla amel et­mişlerdir. Bunlardan biri Ömer'dir.» demiştir Ömer (R. A.) : «Bir adam kadını evinden çıkarmamak şartı İle aldı ise, bu şarta riâyet, kendisine lâzım olur» demiştir, imam Şafiî, Ahmcd b. Hanbel ve diğer bazı ulemâ'nın mezhebi budur. Ancak bunun Şafiî'den naklini garib görüyorlar. Şâfiîler'dcn ma'ruf olan; şart denilince nikâh'a münâfi ol­mayan bilâkis nikâh'ın muktezâsı olan şeylerin kastedilmcsidir. îyİ ge­çinme, nafaka, elbise ve şâire gibi, kadın tarafından koşulan şartlarla erkek tarafından ileri sürülen izinsiz dışarıya çıkmama, erkeğin ma­lından sarfiyatta bulunmama gibi şartlar bu cümledendir.

Tirmizî şöyle diyor : «AH (R. A.) : Allah'ın şartı kadının şartını geçti; demiştir.» 0 halde hadîsteki şartlardan murâd : yasak olmayan şartlardır.»[504]



1023/845- «Selâmetü'bnü'l - Ekva' radıyaîlahü anh'den rivayet olun­muştur. Demiştir kî : Resûiüllah sallalîahü aleyhi ve scîlcm, Evtas yı­lında Mut'a için üç gün ruhsat verdi; sonra ondan nehyetti.»[505]



Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Nikâh-ı Mut'a : Bir adamın bir kadına : «kendini bana şu kadar pa­raya şu kadar müddet için tcmli' et» diyerek yaptığı nikâhtır.

Nikâh-ı Muvakkat : İki şâhid huzurunda bir kadını ma'lûm bir müd­det için nikâh etmektir.

Mut'a ile nikâh-ı muvakkat arasında fark lâfzı gibi görünüyor. Bu­nunla beraber nikâh-ı muvakkat'de şâhid bulundurmak ve müddetin mu­ayyen olması şarttır. Müt'a'da bunlar şart değildir. Hanefîler'den. Kemâl b. llümnm (788—861) bunların arasında fark görmüyor.

Mut'a ile nikâh-ı muvakkat'in ikisi de bâtıldır. Yalnız İmam Mâ­lik'e göre müfa'nın caiz olduğu rivayet edilir ise de bunun yanlış olduğunu Kemâl b. Hümâm «Fethü'î - Kadir» de beyân etmiştir. Hanefîler'den imam Züfrr'c göre nikâh-ı muvakkat'da akid sahîh, yalnız vakit «şartı fâsiddir.

Nikâh, fâsid şartlarla bâtıl olmaz, binâenaleyh asl-ı nikâh sa­hihtir.

Bu hadis müt'a'nm bir müddet ruhsat verilditken sonra ebediyyen neshcdildiğini irâde ediyor. Cumhıır-u selef ve halefin mezhebi de budur. Müt'aya altı yerde ruhsat verilmiş; sonra tekrar neshe-dilmİştir:

Bu yerler : Hayber vak'ası, omra-i kaza. Mekke'nin Fethi. Evtas gazası. Tebük gazası, Haetvilü1-VedâYhr. Yalnız bunların bazısının sü-bûtu ihtilaflıdır. Ncrrvi (631—676) diyor ki : «Doğrusu Müt'a'nm haram ve mubah kılınması iki defa olmuştur. Hayber vakıasından önce mubah idi; sonra orada haram kılındı. Bilâhare Fetih yılında -Ki o yıl aynı zamanda Evtas yılıdır- mubah kılındı; sonra ebedî olarak haram edildi.»

Ulemâ-İ ümmet'in ekserisi bu tahrîme kail olmuşlardır. Sahâbe-i Kîrâm'dan bazılarının ruhsatın hâki okluğuna kail oldukları İbnİ Abbas h.ıirctleri'nin de bunlar arasında bulunduğu rivayet olunmuşsa da bun-Jar sonradan dönmüş ve hükmün neshine kail olmuşlardır.

ibni Abbas hazretieri'nin müt'a'ya seferlerde zaruret halinde ruh­sat verdiği llâzimi'nin tahrîc ettiği Satd b Cübeyr hadîsinden anlaşı­lıyor. Bu hadîse göre İbni Abbas (II. A.) :

Sübhanellah! ben böyle fetva' vermedim. Mut'a ancak lâşe, kan ve .domuz eti gibi bir şeydir; o muztar kalana helâl olur» demiştir. Tirmi-zi'n'm rivayet ettiği bir hadise göre[506] :

(Ancak zevceleri ile cariyeleri müstesna...» âyet-i kerîme'si nazil e a İbni Abbas :

«Öyle ise bunların ikisinden maada her fere haramdır» demiştir.

Buharı, : «Ali (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'den rivâyeten müt'a'nm mensuh olduğunu beyân etti» diyor. îbni Mâce sahîh bir isnadla Hz. Ömer (R. A.)"m «Hutbe okurken : Gerçekten Resûiüllah (S.A.V.) bize müt'a için üç gün izin verdi; sonra onu haram kıldı. Vallahi muh-san olduğu halde müt'a yapan bir kimse duyarsam onu taşlarla recmederim.» dediğini tahrîc etmiştir. İbni Ömer (R. A.) dahî : «Bizi Resû­iüllah (S.A.V.) nehyetti. Zina edecek de değiliz» demiştir.

Bu rivayetin isnadı kavidir.

Hasılı müt'a'nm ebediyyen neshcdildiğinc icmâ-ı sahabe vardır. Hâl böyle oiunca : «onun mubah olduğu kat'î, nesh'i zannî'dir» demek insafsızlık olur. Hattâ «Nihayetii'î - Müctehidde müt'a'nm haram kılındığını bildiren haberlerin mütevâtir olduğu beyan ediliyor; yal­nız: «ne zaman haram kılındığı ihtilaflıdır» deniliyor.[507]



1024/346- «Ali radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem müt'a'dan Hayber yılında neh­yetti.[508]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadis'in BuharVde lâfzı şöyledir :

«Peygamber (S.A.V.) müt'a ile ehlî eşekler (in etini yemek) den Hayber zamanında men'etti.»

Bazıları bunu «Huneyn senesi» diye rivayet etmişse de bu bir vehim­dir. Nitekim vehim olduğuna Ncsâî ile Dâre Kutnî tenbihte bulun­muşlardır. BcyhakVn'm Humeydî'den rivayetine nazaran Süfyan b. Uyeyne Hayber vak'asmda sadece ehlî eşeklerin etlerini yemek ha­ram kılındığını söylemiş. Beyhakî : «Bu da muhtemel olmakla be­raber rivayetlerin ekserisi her ikisinin de haram kılındığını gösteri­yor.» diyor.

İmam Ahmed b. Hanbel'in Ma'mer tarîki ile tahrîc ettiği bir riva­yete göre : İbnİ Abbas (R.A.)'m kadınlarla müt'a yapmağa ruhsat verdiğini Hz< Ali (R.A.) duymuş ve ona:

— Şüphesiz kî Resûlüllah (S.A.V.) Hayber günü hem müt'a'dan hem de ehlî eşeklerin etinden nehyetti; demiştir. Ancak Süheylî : Pey­gamber (S.A.V.)'in Hayber günü nikâh-ı Müt'a'dan nehyettiği siyer ve tarih âlimlerinden duyulmamıştır» demektedir.

Hayber günü Müt'a'dan nehyedilmediğini lbni Abdilberr ve Ebu Avâne gibi zevat da rivayet ediyorlar. Bu iddiaya sebep, Hayber vak'asmdan sonra ruhsatın halâ sabit olmasıdır.[509]



1025/847- «(Yine) Ali radıyallahü anh'den rivayet olunduğuna gö­re, Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem kadınların müt'a'stndan ve ehlî eşekleri yemekten Hayber günü nehyetmiştir».[510]



Bu hadîsi Ebu Dâvud müstesna Yedi'ler tahrîc etmişlerdir,.

Hadîs-i şerîf, Hayber vak'asımn cereyan ettiği gün hem müt'a'nın hem de ehlî eşeklerin yenmesinin haram kılındığına delâlet ediyor. Bu bâbta İbnü'l - Kayyim (691—751) şunları söylüyor: «Sabit olmuştur ki, Peygamber (S.A.V.) müt'a'yı Fetih yılında helâl kılmış ve yine sa­bit olmuştur ki, ondan Fetih yılında nehyetmiştir. Acaba Hayber günün­de ondan nehyetti mi? Bu hususta iki kavil üzerine ihtilâf edilmiştir. Sahih olan şudur ki, nehî' ancak Fetih yılında vuku' bulmutşur. Hayber günü yalnız ehlî eşekler nehycdilmiştir.

Ali'nin İbnİ Abbas'â : «Peygamber (S.A.V.) Hayber günü kadınlar­la müt'a yapmaktan, bîr de ehlî eşeklerden neyyetti» demesi, iki me­selede birden onu protesto ettiğindendir. Bundan bazı râviler «Hayber günü» diye kayıdlamanın iki meseleye birden râci olduğunu sandılar...»

Maamâfîh üç şeyin İkişer defa neshedildiği rivayet olunur. Bunlar: Müt'a, ehlî eşek etlerinin yenilmesi ve namazda Beyt-i Makdİs'e doğru dönmedir.

Bazıları bu meselede nesih iddiasına bile lüzum görmüyorlar: «Çün­kü Peygamber (S.A.V.) müt'a için ancak üç gün izin vermişti; bu müd­det geçtikde izin de sona ermiştir» diyorlar.[511]



1026/848- «Rebi b. Sebura'dan oda babası radıydUahü anh'âen işit­miş olarak rivayet edildiğine göer; ResûlüllaJ) sallaîlahü aleyhi ve seUem :

«Ben size kadınlardan istifâde hususunda izin ver­miştim. Artık muhakkak Allah bu işi kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Binâenaleyh kadın nâmına kim-bir şey varsa hemen, ona yol versin. Hem onlara bir nesne verdi iseniz (geriye) bir şey almayınız; buyurmuşlardır.» [512]



Bu hadîsi, Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî, İbni Mâce, Ahmed ve İbni .Hİbban tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i Şerif, yukarıkiier gibi müt'a'nın ebedî olarak haram kılın­dığına delildir. Ayrıca o gün için İstifâde mukabilinde kadına bir şey verilmişse geriye ondan bir şey almaması emrolunuyor. Bu bâbta Müslim, Sebra b. Ma'bedİ Cühenî'den şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Sebura demiştir ki: «Resûlülah (S.A.V.) bize müt'a İçin İzin verdi. Bir adamla ben de Benî Âmir (kabilesin) den bir kadına gittik. Kadın makara gibi bir şey olup uzun boylu İdi. Hemen kendimizi ona arzetik. Bana :

— Ne vereceksin? dedi :

— Kaftanımı; dedim. Arkadaşım da :

— Kaftanımı; dedi. Arkadaşımın kaftanı benimkinden daha iyi İdi; ama ben de arkadaşımdan genç idim. Kadın arkadaşımın kaftanına baktımı onu beğeniyor; bana baktımı beni beğeniyordu. Nihayet bana dönerek:

— Kaftanınla sen bana yefersîn; dedi. Bunun üzerine onunla birlik­te üç gün kaldım. Sonra Re^fılüllah (S.A.V.) :

— Kimin yanında şu kendilerinden istifâde ettiği ka­dınlardan bir^şey varsa hemen ona yoi versin; buyurdular.»

Bu hadîs Müt'a'nın üç gün ciovam ettiğini de gösteriyor. Müfa'mn haram olduğuna dâir İcmâ'-i ümmet-i hazırlıyan hâdiseyi Hz, Câbir (R.A.) şöyle anlatıyor : «Resûiüllah (S.A.V.) ile birlikte Tebuk gaza­sına çıktık. Akabe'nin Şam'a bakan tarafına vardığımız zaman bir ia-kim kadınlar geldi. Bunlarla müt'a yapmayı kararlaştırdık ve kadınları yüklerimize aldık. Derken Resûlüllah (S.A.V.) geldi ve kadınlara ba­karak :

— Bu kadınlar kim? dedi:

— Kendileri ile müt'a akteddiğimiz bir takım kadınlar yâ Resûlül­lah; dedik. Bunun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) kızdı, hattâ yanakları kı­zardı, yüzü sarardı. Ve aramızda hutbe İradına kalktı. Allah'a hamd-ü sena etti; sonra müt'a'yı nehyetH. Biz de o gün erkek kadın hep vedâ-faştık. Bir daha yapmadık ve ebediyyen yapmayız da.»

İşte icmâ' da bu suretle mün'akid olmuştur. Bazı Şiâ taifeleri müt'a-nın bu gün de caiz olduğunu söylerlerse de onların muhalefeti ehl-i sünnet'çe mu'teber değildir.[513]



1027/849- «İbni Mes'ud radıyallahü anh'âen rivayet edilmiştir. De­miştir ki: Resûlüllah saîîaUahü aleyhi ve sellem hülle yapana da ken­disi için hulfe yapılana da lâ'net etti.»[514]



Bu hadîsi Ahmed, Nesâî ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî onu sahîhlemiştir. Bu bâbta Ali'den de hadîs vardır. Onu Nesâî müs­tesna Dört'ler tahrîc etmişlerdir.Ali (R. A.) hadîsinin metni şudur :

«Peygamber (S.A.V.) hülle yapana da kendisi için hülle yapılana da lâ'net etti.»

İlmi Mes'ud hadîsi'ni İbni'l-Kattân ve ibni Ddkiki'l-ld, Buharî'nin şartı üzere sahîhlemişlerdir. Tirmizî ise : «Hasen Sahih» demiştir.

Ehl-i ilim Sahâbe-i Kiram bu hadîsle amel etmişlerdir. Ömer, Os­man ve Abdullah b. Ömer hazerâtı bunlar meyâmndadır. Tabiînden olan fukâhâ'nın mezhebi de budur.

Hz. Ali hadîsinin isnadında Müeâhid vardır; bu zât zaîftir. Onun hadîsini îbni Seken sahîhlemiş; Tirmizî illetli saymıştır. Aynı hadîsi îbni Mâce ile Hâkim, Ukbetü'bnü Âmir (R.A.)'den tahrîc etmişlerdir. Lâfzı şudur :

«Resûlüllah (S.A.V.) :

— Dikkat edin, size emaneten alınmış tekeyi haber vereyim mi? dedi. Eshâb :

— Hay hay, yâ Resûlülah; dediler :

— İşte o hullecidir. Allah hulleciye de, kendisi için hülle yapılana da lâ'net etsin; buyurdular.»

Hadîsimiz hülle yaptırmamn haram olduğuna delildir. Çünkü lâ'net ancak haram olan bir şeyi irtikâb edene yapılır. Fakat Hanefîler'e göre hülle mekruhtur.

Hülle : îslâm hukukuna göre hür bir kadın üç defa, câriye ise iki defa boşanırsa başka bir kocaya varmadıkça ilk kocası ile evlenemezler. Çünkü şeriatın erkeğe verdiği boşayıp alma hakkı bitmiştir. İleride de görüleceği vecihle bu hak hür kadına nİsbetle üç, cariyeye nisbet-le ikidir. Biânenaleyh bir adam hür karısını ister bir defada, üç, isterse ayrı ayrı zamanlarda üç defa boşadı mı, artık o kadın başka kocaya varmadan evlenemez. Başka kocaya varır da günün birinde ondan da boşanır veya o kocası ölürse iddet denilen şer'î müddeti bekledikten sonra tekrar ilk kocasına nikâh edilebilir. îşte bu ikinci kocaya varma işine hülle derler.

MuhallİI :Helâl kılan demektir. Kadını ilk kocasına helâl kıldığı için ikinciye bu isim verilmiştir. Kadının ikinci kocasından ayrılıp kendisi­ne dönmesini bekleyen birinci kocasına da muhalle!ün leh (kendisi için hülle yapılan) denilir.

Hülle: Şer'an asla şakası olmayan boşama işini tekrarlıya tekrar­lıya âdeta oyuncak haline getiren şımarık, düşüncesiz ve şaşkın erkeklere şeriat tarıfından verilen bir ders-i ibrettir. Karısını bir defa değil iki defa boşadığı halde bile aile yuvası yıkmanın, çoluğunu çocuğunu anneli babalı öksüz etmenin ne demek olduğunu anlarmyan gafil kocaya yaraşan en güzel muamele : Bir zamanlar gözünden kıs­kandığı karısını şimdi başkalarının harîm-i ismetinde görmektir. îşte hulle'nin hikmet-i meşru'iyeti de budur. Bu adam artık iki bahtın biri ile karşı karşıyadır. Ya karısı ölünceye kadar ikinci koca ile geçinir ve bu surette ona karşıdan hasret, nedamet ve kıskançlıkla baka baka ge­çirdiği hayat zehir olur gider; yâhûd talihi yine güler de günün birinde ikinci kocasından ayrılan karısı ile tekrar evlenmek, fırsatını bulur. Fa­kat ne olursa olsun şımarık koca hak ettiği sille-i te'dib'i yemiştir. Hul-enin bu şekilde olanına şer'an söylenecek bir söz yoktur. Hadîs-i Şerîf-ie beyân buyrulan lâ'net böyleler için değildir. Lâ'net, hüllede de hi­leye baş vuranlaradır.

Hulle'nin hilesi : Üç talâkla boşanan kadını pazarlık ederek birisi ile evlendirmek; ve bir akşam karı koca hayatı yaşadıktan sonra erte­si günü boşattırarak tekrar ilk kocasına vermektir. îşte bir hadîs-i şe­rifte kiralık tekey'e benzetilen mel'un hulleci budur.

Ulemâ hulle'nin daha başka hileli şekillerini sayarlar. Akid esna­sında : «Hülleyi yaptığın an nikâh sona erecek» şartını İleri sürmek de bunlardan biridir. Bunun nikâh-ı muvakkat'dan bir farkı yoktur.

Fakat akid esnasında hiç bir şart dermeyân edilmediği halde hul­leci meseleyi bilir ve o kadınla cima' ettikten sonra onu derhal boşar-sa Hanefîler'e göre mekruh sayılmaz. Ulemâ'dan tbni Teymiyye gibi bazı zevata göre hülle ne şekilde yapılırsa yapılsın haramdır. îbnl Teymiyye bu hususta bir kitap te'lif etmiştir.[515]



1029/850- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir.De­miştir kî:Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve seîlem:

— Kendisine dayak vurulmuş zânî ancak kendi gibi­sini nikâh edebilir; buyurdular.»[516]



Bu hadîsi Ahmed ile Ebu Dâvud rivayet etmişlerdir. Râvîleri sika­dırlar.

Hadîs-i şerif, namuslu bir kadının, zina ettiği sabit olan bir erkekle evlenmesinin haram olduğuna delâlet ediyor ve :

[517] «Bu mü'minlere haram kılınmıştır» âyet-i kerîme'sine muvafık dü­şüyorsa da ulemâ'nm ekserisi bunları te'vil ile mânâ: «Ancak kendi gi­bisini nikâh etmeğe rağbet gösterir» demektir; şeklinde beyânda bu­lunmuşlardır. Fakat nusus-u şer'iyenirt zahirî mânâlarından ayrılma­yanlar bu te'vili kabul etmiyorlar. Onlara göre zina eden bir erkek, ancak bir zârıîyc ile evlenebilir; namuslu bir kadını almak ona haramdır. Zina eden kadın da onlarca aynı hükme tâbi'dir.[518]



1030/851- «Âişe radıyollahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Bir adam karısını' üç defa boşadı da, o kadını başka bir adam aldı; sonra onu cima' etmeden boşadı. Bunun üzerine kadını ilk kocası al­mak istedi. Derken mes'ele Resûlüllah sdlîalîahü aleyhi ve sellem'e soruldu :

— Hayır ikinci kocası, onun balcağızından birincisi­nin tattığı gibi tatmadıkça olmaz; buyurdular.»[519]



Hadîs müttefekun aleyh'tir. Lâfız Müslim'indir.

Hadisi şerifteki (balçağız) ta'biri cimâ'dan kinayedir. Maamâ-fîh muradın ne olduğu yine ihtilaflıdır. Bazılarına göre maksad menî'-nin inmesidir. Hülle ancak bununla olur. Cumhura göre ise erkeğin âletinden sünnet edilen miktarı kadının Tercine girerse kâfidir. Ezherî: «Doğrusu balcağız'ın mânâsı: sünet mahillinin kaybolması ile hu şule gelen cima' lezzetidir» diyor. Ebu Ubcyd : «Balçağız, cima' lez­zetidir. Araplar lezzetli bulduğu her şeye bal derler» demektedir.

Hadîs imamlarından bir cemâat Hz, Âişe (R. Anhâ)'dan şu ha­dîsi tahrîc etmişlerdir :

«Âişe (R. Anhâ) demiştir ki: Benî Kureyza'lı Rİfaa'nın karısı Peygam­ber (S.A.V.)'e gelerek :

— Ben Rifaa'nın karısı İdim. Beni talâk-i bâinle boşadı. Ben de on­dan sonra Abdurrahman b. Zebİr'le evlendim; ama onun erkekliğini el­bisenin saçağı gibi buldum; dedi. Resûlüllah (S.A.V.) :

— Rifaa'ya dönmek mi istiyorsun? diye sordu :

— Evet, deyince : Resûlüllah (S.A.V.) :

Hayır! sen onun balcağızından, o da senin balca-ğızından tatmadıkça dönemezsin; buyurdular.»

ÎUtîd b. El-Müscyyrb hülle için: «Cima' şart değil, akd-i sahih kâfidir» demiş ise de onun bu sözü ulemâ arasında derin bir aksülâmel uyandırmış; kendisine çeşitli cevaplar^ verilmiştir. Hattâ bazıları : aHa'ıd bu hadîsi duymamıştır» demişlerdir. Sadr-ı Şchtd, Said b. cl-'Müscyyrb'in kavlına işaret ederek: «Kim bu kavil ile fetva' verirse Alhüi'ın, Melck'lcrin ve bütün insanların lâ'noti onun üzerine olsun» demiştir. Dâvud-u Zahiri (202—270) ile Şiiler de bu meselede Saîd b. el-Miiscyyeb ile beraberdirler. Usul-i fıkıh ilminde bu hadîsin hük­mü etrafında Hanefîler'le Şâfüler arasında ihtilâf vardır.[520]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com