Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

« Edeb Bâbı »

« Edeb Bâbı »



Edeb: İnsanlara karşı bütün hareket ve muamelelerinde terbiyeli ve ahlâklı olmaktır. Selâm vermek, güler yüz göstermek, tırnak kes­mek, sakal salmak gibi nice güzel âdâb-ı îslâmiyye vardır ki bunlar Peygamber (S.A.V.)'in birer sünneti olduğu gibi daha önce geçen Pey­gamberlerin de sünnetidirler. İşte «Edeb babı» nda bunların mühim bir kısmı görülecektir.[545]



1466/1235- «Ebu Hüreyre radıyallahu anh'âan rivayet olunmuştur Demiştir ki: Resûlüllah sdallahü aleyhi ve sellem :

— Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır; ona rastladığın vakit kendisine selâm ver; seni çağırır­sa icabet et; senden nasîhat isterse nasihat eyle; aksırır da Allah'a hamdederse teşmît et; hastalanırsa kendisini dolaş; Ölürse (cenazesinin) arkasından git! buyurdular.»[546]



Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.

Müslim'in bir rivayetinde: «Senden nasîhat isterse nasî­hat eyle» cümlesi ıskat edilerek bu haklar beş gösterilmiştir.

Hadîs-i şerif bîr müslümanın müslüman üzerindeki haklarının bunlar olduğuna delildir:

Hak'dan murâd: Bırakılmaması îcâbeden ve yapılması ya farz ve­ya vâcib yâhud bitte'kîd mendub olup vacibe benzeyen şeylerdir. Altı şeyden :

Birincisi : Rastladığı zaman din kardeşine selâm vermektir. «Se­lâm ver» emri esas i'tibârı ile vücûb ifâde ederse de ulemâ'dan îbni Abdilberr'le Hanefîler selâm vermenin sünnet; selâm almanın, ise farz olduğunu nakletmişlerdir. îmam Müslim'in «Safıîh» inde merfu' ola­rak rivayet ettiği bir hadîsde selâmın ifşası emredilmiş; onun se­vişmeye sebep olduğu beyân buyurulmuştur. Sahîheyn'de şu hadîs vardır :

«Şüphesiz ki amellerin en faziletlisi yemeği yedirmektir; tanıdığın, tanımadığın herkes'e de selâm verrrsin.» Ha.

Ammdr (R.A.) : «Üç şey vardır; bunları bir araya getiren îmânı zparlamıştır, bunlar insaflı olman, herkes'e selâm vermen ve azdan İn­tak etmendir» denilmiştir. Hakîkaten bu sözler, son derece güzel, ve hayın en cemiyetli bir surette ifâde eden kelimelerdir. Selâm Allah'ın isimlerinden biridir. Şu halde «es-Selâmü aleyküm» demek siz Allah'ın muhafazasmdasmız mânâsına glir. Bazıları: selâm selâmet manası­nadır; yani: Allah'ın selâmeti seninle beraberdir; demektir, mütâlâa­sında bulunmuşlardır. Kendisine selâm verilen; bir kişi dahî olsa yine en azından «es-Selâmü aleyküm» demek lâzımdır. Çünkü beraberinde melekler vardır. Müfred ve nekire sözlerle «Selâmün aleyk» yâhud «setâmün aleyküm» demek de kâfi ise de«es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtüh» şeklindeki en mükemmel selâm, şüphesiz hepsin­den faziletlidir. Kendisine selâm verilen, bir kişi ise selâmı alması farz-ı ayın'dır. Çok oldukları takdirde selâm almak farz-ı kifâye olur; ve içlerinden birinin onu alması ile Ötekilerden borç sakıt olur. Selâm hakkında biraz ileride Ebu Hüreyre ve Ali (R. anhümâ)'dan rivayet edilmiş hadîsler gelecektir. Verilen selâmın derhal alınması icâb-eder.

Hadîsde : «Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı»

buyurulduğuna göre gayr-i müslimin böyle bir hakkı olmadığı anlaşılır. Bu hususu tasrîh eden hadîs dahî aşağıda gelecektir: «Rastladığın vakit kendisine selâm ver» cümlesi ekser-i ahvâle göre vârid olmuştur. Yoksa mefhûm-u muhalifi mu'teber değildir. Çünkü Resûlül-lâh (S.A.V.)'in :

«Biriniz oturduğu zaman selâm versin; kalktığı zaman da selâm versin; birinci selâm sonrakinden daha makbul değildir» buyurduğu sabit olmuştur. Bir de, rastlamaktan tnurâd: her tesadüf ettikçe selâm vermektir; isterse tesadüfler bir­birine yakın olsun. Çünkü Ebu Davud'un tahrîc ettiği bir hadîsde Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:

«Biriniz arkadaşına rastlarsa ona selâm versin; şâyed aralarına bir ağaç veya duvar girer de sonra (tekrar) kar­şılaşırsa ona (yine) selâm versin.» Hz- E"es (R.A.)ı «Resûiüilah (S.A.V.)'in ashabı birbirleri ile yolculuk ederlerdi. Karşılarına bir ağaç veya tepe çıkarsa sağa sola dağılırlar; ardından tekrar buluştu-larmı birbirlerine selâm verirlerdi.» demiştir.

İkincisi : Müslüman da'vet ettiği zaman icabette bulunmaktır. Ulemâ bu da'veti düğün, sünnet cemiyeti ve benzerlerine tahsis etmiş­lerdir. Düğün da'vetine «velîme» denilir ki bu da'vete icabet vâcibtir. Çünkü Peygamber (S.A.V.) onun hakkında :

«Her kim bu da'vete icabet etmezse muhakkak Allah ve Resulüne İsyan etmiş Olur» buyurmuşlardır. Hanefîler'in fıkıh kitaplarından «el-ihtiyar» da velîme'ye da'vet edilen hakkında şöyle denilmektedir: «Eğer da'vetli oruçlu ise da'vete gider ve duâ'eder; oruçlu değilse yemek yer ve duâ eder; yemezse günaha girer ve cefâ etmiş olur. Çünkü da'vet sahibi ile istihza tesmîttir.

Sair da'vetlere icabet menduptur. Zira bunlar hakkında velîme'de olan va'îd ve tehdîd yoktur.

Üçüncüsü: Nasihat isteyene nasihatte bulunmaktır. Bu hadîs, na-sîhat isteyene nasihat etmenin ve onu aldatmamanın vücûbuna delil­dir. İstemeden nasihatte bulunmak menduptur. Çünkü hayıra ve iyiliğe delâlettir.

Dördüncüsü : «Aksırır da Allah'a hamdederse teşmît et»

cümlesi teşmîtinin vücûbuna delildir. Teşmîtin aslı «teşmît» lir.

Teşmît : doğru yolda olmasına duâ etmektir. Kelimenin sin'i ştn'a kalbedilerek teşmît denilmiştir. Aksıran kimse «el-hamdü lîllâh» diyecek, işiten de ona mukabele olmak üzere «yerhamükellâh» diyecek­tir. Hadîsde hamdin vâcib olduğuna delâlet yoktur. Binâenaleyh hamd menduptur. îmam Nevevî: «Ulemâ hamd'in müstehâb olduğuna itti­fak etmişlerdir» diyor. Gerek hamd'in gerekse teşmît'in ne zaman ve nasıl yapılacağını îmam Buhâri'nin Hz. Ebu Hüreyre (R. A.)'âan tah-rîc ettiği şu hadîs beyân etmektedir:

«Biriniz aksırdığı vakit el-hamdülillâh desin. Din karde­şi veya arkadaşı ona: yerhamüke'llâh desin. O da: Allah size hidâyet versin ve hâlinizi ıslâh etsin; mukabelesinde bulunsun.» Cumhur-u ulemâ'mn kavli de budur. Küfe ulemâ'sına göre ise :

«Ailah bizi de sizi de mağfiret buyursun» diye cevap verilir. Bunlar ayni cevabı, Taberânî'nin İbni Mesûd (R.A.ydan rivayet et­tiğini söylerler. Mezkûr cevabı Buharı dahî «el-Edebü'l-Müfred» de rivayet eder. Bir takımları: aksıran bunlardan birini seçmekte mu­hayyerdir demişler; bazıları, her ikisinin de söylenmesine kail ol­muşlardır.

Zahirîlerle İbnü'l-A'rdbî'ye göre her işitene teşmît vâcibtir. İmam Buhâri'nin Hz. Ebu Hüreyre (R. A./dan tahrfc ettiği şu hadîs onlara delildir:

«Biriniz aksırır da Allah'a hamdeylerse onu işiten her müslümana: yerhamüke'llâh; demek vâcib olur» Ebu Da­vud'un mezhebi de bu olsa gerektir. Çünkü İbni Abdilberr'in iyi bir senedle rivayetine göre:

Ebu Dâvud bir gemide bulunuyormuş. Derken sahilde birinin aksırttığını işitmiş; ve hemen bir dirheme bir kayık kiralayarak aksıranm. yanma gitmiş; ona teşmît yaptıktan sonra tekrar gemiye dönmüş. Kendisine neden ta oraya kadar gittiği sorulunca:

— Olur ki o zât duası makbul bir kimsedir; diye cevap vermiş. Gemidekiler o akşam uyudukları vakit bir ses işitmişler. Birisi on­lara:

— Hiç şüphe yok ki Ebu Dâvud, Alfah'dan cenneti bir dirheme satın aldı; diyormuş. Maamâfîh sahile kadar gitmesi teşmîti vâ­cib gördüğü için değil de sırf o zâtın duasını almak için dahî ola­bilir.

Nevevî; «Aksıran kimse hamdetmezse yanında bulunanların bunu kendisine hatırlatması müstehâptır; bu suretle p hamdeder, yanındakiler de teşmîtte bulunurlar» der. Bittabi hatırlatma, emr-i bil ma'ruf kabilinden güzel bir iş olur.

Aksıramn riâyeti gereken bazı âdâb vardır ki, bunlar şu hadîs­lerde beyan edilmiştir:

1— Hâkim ile BeyhakVnin Hz. Ebu Hüreyre'den merfu' olarak tahrîc ettikleri şu hadîsde Resûlüllah (S.A.V.) :

«Biriniz aksıracağı zaman hemen iki avucunu yüzüne koysun ve onlarla sesini kıssın» buyurmuşlardır.

2— Taberânî'nin, Hz. İbnî Abbas (R.A.)'âan tahrîc ettiği bir ha­dîsde şöyle buyurulmuştur:

«Biriniz aksırdıda: elha'mdüMillâh; derse, melekler: rabbil âlemin; derler. O kimse: rabbil âlemin; de derse me­lekler: Allah sana rahmet buyursun; derler.» Yalnız bu ha­dîsde zaîflik vardır.

3— Aksırık tekerrür ederse üç defaya kadar teşmît de tekrarla­nır. Çünkü bu bâbta Ebu Davud'un Hi. Ebu Hüreyre (R. A.)'dan mer­fu'- olarak tahrîc ettiği bir hadîsde :

«Biriniz aksınrsa yanında oturan ona teşmît yapsın. Fa­kat üçten fazla aksınrsa o kimse zükâmlıdır; üçten son­ra ona teşmît yapmasın» buyurulmuştur. İbni Ebi Cemre di­yor ki : «Bu hadîs, aksıran kimseye Allah'ın ne büyük ni'met ih­san ettiğine delildir. Bu da aksırık üzerine terettüb ettirdiği hayır­dan .anlaşılmaktadır.»

Filhakika hadîsde Allah'ın kuluna olan fazl-u kereminin büyüklüğü­ne işaret vardır. Şöyle ki:

1— Aksırık ni'meti sayesinde ondan zararı gidermiştir.

2— Aksırana hamdetmeyi meşru' kılmıştır. Bundan dolayı ona sevap verir.

3— Hamdedene yanındakilerin duâ etmesini meşru' kılmıştır.

4— Aksırık sebebi ile, o kimseye bir ni'met ve menfaat hâsıl ol­muştur.

Çünkü aksırık olmasa içerideki boğucu gaz ve buharlar dışarıya çıkamaz; ve belki de içeride kalmış olsa çeşit ihtilâtlara, güçlüklere sebep olabilir. İşte, yerin zelzelesine benzeyen bu beden zelzelesi ile, o gaz ve buharlar birden dışarıya atılır. Fakat bu müthiş zelzeleden be­denin tek bir uz'vanda en ufak bir arıza vuku' bulmaz. Bu cidden şayân-ı şükran bir şeydir. Onun için de aksırıktan sonra hamdetmek meşru' olmuştur.

Hadîsin işaretinden, gayr-i müslimlere teşmît yapılmayacağı an­laşıldığı gibi, Ebu Dâvud, Tirmizî ve başkalarının sahîh isnâdlarla, Hz. Ebu Musa (R. A.)dan tahrîc ettikleri şu hadîs de bu bâbta nassdır:

«Ebu Musa demiştir kt: Yahudiler Resûlüllah (S.A.V.)'in yanında ak-sırırlar; kendilerine yerhamüküm'Hâh denilmesini umarlardı. Peygam­ber (S.A.V.) ise :

— Allah size hidâyet versin ve hâlinizi ıslah buyur­sun; deyiverirdi.» Lâkin bu da onların hamdetmesine bağlıdır.

Beşincisi : «Hastalanırsa kendisini dolaş» cümlesi ile ifâde buyurulan hasta dolaşma meselesidir. Buradaki emrin vücûb ifâde ettiğine îmam Buhâri cezmen kail olmuştur. Bazıları onun farz-ı kifâye olması ihtimâli üzerinde durmuşlardır. Cumhura göre ise men-duptur. Nevevî vâcib olmadığına ulemâ'nın icmâ'ı bulunduğunu nak-letmiştir. Musannif, NevevVnm bununla: muayyen kimselere vâcib değildir; demek istediğini söylemiştir. Hasta dolaşmak müslümanın müslüman üzerindeki haklarından olunca, bu bâbta hastayı tanı­makla tanımamak ve akraba olmakla olmamak müsavidir. Keza. hastalık her çeşid rahatsızlıklara âmm ve şâmildir. Zâhir-i hadîs'e-bakılırsa hastayı ne zaman olsa dolaşmak caiz görünürse de îbni Mâce'nin Hz, Enes (R.A.ydan rivayet ettiği bir hadîsden Peygamber (S.A.V.)'in bir hastayı ancak üç günden sonra dolaşırdığmı anlaşıl­maktadır. Yalnız bu hadîsin isnadında metruk bir râvî vardır.

Hadîsin zahirinden, gayr-i müslimlerin hastaları dolaşılamayacağı. anlaşılır; ancak Resûlüllah (S.A.V.)'in gayr-i müslim hizmetkârını do­laştığı ve onun ziyareti bereketi ile hizmetçinin müslüman olduğu; ke­za amcası Ebu Tâlib'i ölüm döşeğinde ziyaret ettiği sabittir.

Altıncısı: «Ölürse (cenazesinin) arkasından git» emri müslü-man cenazesini tanıdık olsun olmasın teşyî etmenin lüzumuna delildir.[547]



1467/1236- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'ûen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallalîahü aleyhi ve seîlem :

— Kendinizden aşağı olana bakın; sizden çlaha üstün olana bakmayın; çünkü bu (türlü hareket) Allah'ın size olan ni'metini tahkîr etmemeniz için daha muvafıktır; buyur­dular.»[548]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs kulun ilühî ni'metlere ne ile şükretmesi gerektiğine bir irşâddır. Kul, dünyada çeşidli hastalıklara mübtelâ olanlara bakarak Allah'ın kendisine ihsan buyurduğu afiyete şükrdecektir. Çünkü, afiyet: her türlü in'âm ve ihsanın temelidir[549]. Kör, topal, sağır, dilsiz ve şâir sakatlara bakarak, bu uzuvları bir noksansız kendisine ihsan eden Allah'ına- hamdedecek; Kaarun kadar zengin olan, fakat bir vakit al­nını secdeye koymayacak derecede dünyaya dalan, hak ve.hukuka bi­gâne kalan dünya-perest zenginlere bakarak, az vererek kendisini az­dırmayan Allah'ına bu büyük ni'metinden dolayı minnettar olacak ak­şama yiyeceği olmayan dünya fakirleri ile, beş paralık dünya menfaati mukabilinde îmânını satan' âhiret sefillerini görerek haline şükür için secde-i Rahmân'a kapanacak, dünyada değişmeyen iyi veya kötü hiç bir hâl olmadığını düşünerek, müteselli olacaktır.

Nevevî, îbni Cerir ve başkaları bu bâbta şunları söylemişlerdir: «Bu hadîs bir çok hayır nev'îlerini bir araya toplamaktadır. Çünkü, insan dünyada kendinden üstün bir kimse gordümü, onun gibi ol­mak ister; ve kendinde olan Allch ni'metlerini küçümser; ötekine ye­tişmek veya yaklaşmak için bu ni'metlerin artmasını diler. Ekseri­yetle insanlarda mevcud olan hâl budur. Fakat, dünya umuru hususunda kendinden aşağı olana bakarsa Allah'ın kendisine ihsan bu­yurduğu ni'metleri anlarda, onlara şükreder; mütevâzi olur...»

îmam Müslim, Hz- Ebu Hüreyre'den merfu' olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Biriniz mal ve hılkatça kendinden üstün birini gördü mü, kendinden aşağı olana bakıversin.»[550]



1468/1237- «[551] Nevvâs b. Sem'ân radvyallahü anh'âan rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûlüllah salldlîahü aleyhi ve sellem'e birr ve İsm'in neler olduğunu sordum:

— Birr ahlâk güzelliğidir. İsm ise kalbini gıcıklayan ve âlemin bilmesini hoş görmediğin şeylerdir; buyurdular.»[552]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

İmam Nevevî diyor ki: «Ulemâ, birr'in: sıla, sadaka, lütuf ve iyilik, hoş sohbet ve taat mânâlarına geldiğini söylemişlerdir. İşte bunlar güzel ahlâk mecmuasını teşkil ederler.» Kaadî İyâz da: «gü­zel ahlâk, insanların iyilik ve güler yüzlülük huylarını edinmesi, in­sanları sevmesi ve onlara merhamet etmesi, tehammüllü olması, on­lara yardımda bulunması, kötülüklerine sabretmesi, onlara karşı kibir ve gururu; sertliği, gazab ve muahaze'yi terketmesidir» de­miştir. Güzel ahlâkın bir tabiat mı yoksa mükteseb bir şey mi ol­duğu ihtilaflıdır. Sahih olan şudur ki güzel ahlâkın bazısı tabiat bazısı da ahlâkı düzeltmek ve başkalarına uymak sureti ile mükteseptir.

«Güzel ahlâkı Peygamber (S.A.V.)'in şu hadîsi cem'iyyetli bir suretde ifâde eder» denilmiştir:

«Güzel ahlâk, güler yüzlü olmak ve eziyyet etmemektir.»

«İsm ise kalbini gıcıklayan ve âlemin bilmesini hoş görmediğin şeylerdir» cümlesinden murâd: gönülden geçen ve yapıp yapmamakta tereddüd edilen şeylerdir. Bundan anlaşılır ki mubah olup olmadığında tereddüd edilen şeyleri yapmamak gerekir. BuhârVnin Hasan b. Ali (R.A.)'âan tahrîc ettiği:

«Sana şüphe veren şey (înyerin) î şüphe vermeyene bırak»

hadîsi de ayni mânâdadır. Bu hadîs, işlenmesi haram olan şeyleri an­lamak için Allah TeâlA'nın nefse bir idrak verdiğine delâlet eder.[553]



1469/1238- «İbni Mes'ud rackyaMahü anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sajîdlîahü aleyhi ve sellem :

— Eğer (yerde) üç kişi iseniz kalabalığa karışma­dıkça, ikiniz ötekini bırakarak gizli bir şey konuşmasın. Çünkü bu onu üzer; buyurdular.»[554]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs, yanlarında üçüncü bir kimse bulunan iki kişinin giz­li gizli konuşmalarının memnu' olduğuna delildir. Ancak o yerde bulunanlar üç kişiden fazla iseler ikisinin gizli konuşması caiz olur. Zîrâ nehyin illeti, yalnız kalan bir kişinin sır verilmeye lâyık görüimediğini yâhud kendinin zeminini ettiklerini zannederek üzülmesidir. Fakat ta'Hlden anlaşılıyor ki dört kişi veya daha fazla olur­larsa ikisinin hu- tarafa çekilerek gizli konuşmalarına bir mâni' yoktur. Hadîsin zahiri bunun seferde olsun hazarda olsun bütün hâllere âmin ve şâmil olduğunu gösteriyor. Hz. İbnl Ömer'le, İmam Mâlik'in ve cumhur-u uîemâ'nın kavilleri budur. Bazıları bu hükmün neshedüdiğine kail olmuşlardır.

Mücâdele sûresî'nin gizli konuşmayı yasak eden âyetlerinin yahûdî-ler hakkında nazil olduğunu Abd b. Humeyd ile İbnü'l-Münzir Mü-câhid'den rivayet etmişlerdir. İbni Hatim' dahî Mukaatü'den şun­ları nakleder: Mukaatiî[555] demiştir ki: «Peygamber (S.A.V.)'le ya-hûdîler arasında barış akdedilmişti. Fakat Resûtüllah (S.A.V.)'in as-hâb'mdnn biri yahûdîlerin yanından geçerse oturarak kendi aralarında gizli gizii konuşurlardı. Onları gören müslüman, kendisini öldürmek istiyorlar yâhud hoşlanmadığı bir şeyi fısıldaşıyorlar zannederek kor­kar; yanlarından geçen yolu terkederdi. Bunun üzerine Peygamber (S. A.V.) onları gizli konuşmaktan nehyetti ise de aldırmadılar. Müteaki­ben Allah Teâlâ :

«[556] gizli gizli konuşmaktan nehyedilenlerî göremedin mi?...» âyetlerini indirdi.»[557]



1470/1239- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir kî: Resûlüllah sctllctllahü aleyhi ve sellem :

— Bir kimse birini yerinden kaldırarak oraya kendi­si oturamaz. Lâkin acılın ve genişleyin; buyurdular.»[558]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.Müslim'in bir rivayetinde :

«Kat'iyyen kaldırmasın» şeklinde nehî sîgası ile vârid olarak buradaki ihbar cümlesi te'yîd edilmiştir. Çünkü İbni Ömer hadîsi, ihbar lâfızları ile de olsa mânâ i'tibârı ile yine inşa yani nehîdir.

Şu halde bir kimse namaz kılmak veya diğer bir ibâdet için câmi'ye gider de bir yer işgal ederse o yerde oturmayı hak etmiş olur. Baş­kasının onu yerinden kaldırmağa hakkı yoktur. Ancak daha evvel­den birisi oraya oturmuş da bir hacet için dışarıya çıkmışsa o kim­se yerine oturanı kaldırabilir. Nitekim Müslim'in tahrîc ettiği şu hadîs de buna delâlet eder:

«Bir kirnso yerinden kalkar da sonra o yere dönerse ora­sı için (başkasından) daha ziyâde hak sahibidir.»

ŞâfÜler'İG diğer bazı ulemâ'ya göre mescidde bir kimseyi yerinden, kaldırmak haramdır. Onlar, tekrar dönmek niyeti ile yerinden kalkan bir kimsenin döneceğine işaret olmak üzere yerinde seccade veya elbi­se gibi bir şey bırakmasîle bırakmaması arasında bir fark görmezler ve her iki surette ilk oturanın hak sahibi olduğuna kaildirler. Ancak bu hak yalnız o namaza mahsustur; derler. Bir cami'in muayyen bir yerinde ders okutmayı âdet edinenin hükmü de budur.

Hadisin zahiri başkasına yer vermek için kendiliğinden kalkmanın caiz olacağını gösteriyor. İbni Ömer (R. A.) birisi kendisine yer verir­se oraya oturmazmış. Fakat onun oturmaması, takvasına hamledilmiştir. Çünkü yer verenin bu işi gönülden değil de utandığı için yapmış olması ihtimâli vardır.[559]



1471/1240- «İbni Abbas radıyaUahü anhümâ'tian rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlülfah saîldlîahü aleyhi ve sellem:

— Biriniz bir yemek yedimi elini yalamadıkça veya yalatmadıkça onu silmesin; buyurdular.»[560]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîs yemekten sonra el yıkamanın aletta'yin vâcib olmadığı­na, eli silmenin de kâfi geleceğine fakat silmezden evvel onu ya biz­zat kendisi yalaması yâhud birine yalatması îcâbettiğine delildir. Bu­nun sebebini, ResûlüÜah (S.A.V.), İmam Müslim'in tahrîc ettiği şu hadîste beyân etmişlerdir:

«Peygamber (S.A.V.) (yemekten sonra) parmakların ve kabın yalan­masını emretti de:

— Şüphesiz siz bereket yiyeceğinizin neresinde oldu­ğunu bilmezsiniz; buyurdu.»

Fahr-i kâinat (S.A.V.) efendimiz yere düşen bir lokma ekmeğin bile zayi' edilmemesini emir buyurmuşlardır. Bunu yine İmam Müs­lim'in rivayet ettiği şu hadîsden anlıyoruz:

«Birinizin lokması (yere) düşerse onun üzerindeki bulaşı­ğı gidersin ve yesin; onu şeytana bırakmasın.»

İbni Hazm (384—456) hadîsin zahirine bakarak yemekten son­ra parmakları yalama veya yalatmanın keza yemek kabını yalama­nın ve yere düşen, lokmayı yemenin farz olduğuna kail olmuştur.

Bereket: üreme, ziyâde ve hayrın sübutu mânâlarına gelir. Bura­da ondan murâd, gıda olabilen, ibâdet için kuvvet veren ve akıbeti ezadan salim olan şeylerdir. Bereket bazan eli bazan kabı yalamakta veya düşen lokmayı yemekde olabilir.

El yalamaktan maksad, elin üç parmağıdır. Zîrâ Resûlüllah (S.A. V.)'in üç parmağı ile yediği, ancak dördüncü ve beşinci parmaklara ihtiyaç hâsıl olursa o zaman beş parmağını da kullandığı, rivayet olun­muştur.

Hadîsde bir insanın, çocukları, hizmetçisi ve karısı gibi kimselere parmaklarını yalatabileceğine, düşen lokma kirlense bile onu temizle­yerek yemek mümkinse yemeni[561] lüzumuna delâlet vardır. Temiz­lemek mümkün olmazsa o ekmeği bir hayvana vermek ve şeytana bı­rakmamak îcâbeder. Bu meseleyi Nevevî de mevzu-u bahis etmiş­tir. Mesele ulemâ arasında ittifakıdır.[562]



1472/1241- «Ebu Hüreyre radıyallahü anhfden rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sdllallahü aleyhi ve sellem :

— Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve sayıları az olanlar çok olanlara selâm versin; buyurdular.»[563]



Hadîs müttefekun aleyh'dir. Müslim'in bir rivayetinde : «Binek giden yürüyene (selâm versin) buyurulmuştur.

Bu cümle «sahîh-i Buhârî» de dahî vardır. Musannif küçüğün büyüğe selâm vermesi meselesinin «sahîh-i Müslim» de bulunmadı­ğını binâenaleyh hadîsi müttefekun aleyh kabul etmenin müşkil oldu­ğunu söylemiştir.

Selâm vermenin vâcib olmadığına ulemâ ittifak etmişlerdir. An­cak bazılarına göre müstehâb, ekserisine göre sünnettir. Selâmı alma­nın ise farz olduğunu az yukarıda görmüştük.

Hadîs-i şerîf küçüğün büyüğe selâm vermesi îcâbettiğini gös­teriyor. Bu bâbta İbni Battal, MükeUeb'ten naklen şunları söylemiştir: «Küçüğün büyüğe selâm vermesi büyüğün hakkı için meşru ol­muştur. Çünkü küçük büyüğe saygı ve tevazu' göstermekle me'murdur.»

Maddî küçüklükle ma'nevî küçüklük muâraza ederlerse yani yaşça küçük olan dahi âlimse hangisinin selâm vermesi îcâbettiğine dâir musannif bir nakil bulamadığını söylüyor. Bazılarına göre sö­zün hakîkatile amel ederek yaşça küçüğün selâm vermesi lâzımdır.

Yürüyenin oturana selâm vermesi, bazılarına göre oturan ken­disinden bir kötülük şüphe etmesin diyedir. Bahusus binek gelirse bu endîşe daha çok olur; selâm verince kalbi rahatlaşır, Yâhud eş­yada tasarruf bir nev'i tahkir sayılır; onun için oturan daha me-ziyyetlidir. Oturanın geçenlere dikkat ve riâyet etmesi güç olduğu için selâm vermek ondan ıskat edilmiş de olabilir.

Adetçe az olanların çok olanlara selâm vermesi, ya cemâatin faziletinden yâhud da cemâat selâm verdiği takdirde ötekilere gu­rur gelmek endîşesindendir. Acaba kalabalık bir kafile, oturan az sayıdaki cemâatin yâhud yürüyen büyük oturan küçüğün yanından geçse hangileri selâm verir? Musannif bu bâbta bir nass bulama­dığını söylerse de Nevevî yürümeyi nazar-ı i'tibâra almış; ve: «Yü­rüyen kimse» büyü kolsun küçük olsun oturana selâm verecektir» demiştir.

Çarşı pazar ve büyük cadde gibi kalabalık yerlerde yalnız ba­zılarına selâm verilir. Çünkü her tesadüf ettiğine selâm vermek, in­sanı işinden alıkoyduğu gibi örf olmaktan da çıkar.

İki atlı veya iki yaya giden, birbirleri ile karşılaşırlarsa bazı­ları bunlardan dînî rütbe i'tibârı ile aşağı olanın selâm vermesi ge­rektiğini söylemişlerdir. Buna kıyasen, biri ata diğeri deveye bin­miş bulunan iki kişi rastlaşırlarsa atlı selâm verecektir. Zîrâ onun hayvanı cins i'tibârı ile ötekinin derecesinde değildir. Maamâfîh : dâima dînen yüksek olana bakılır, dünyevî i'tibâra bakılmaz; binâe­naleyh atlı dînen daha yüksek mertebede ise develinin ona selâm vermesi îcâbeder; diyenler de vardır. Karşılaşanlar her cihetçe müsâvî iseler her ikiside selâm vermekle memurdurlar. Hangisi selâm verirse o daha faziletlidir. Bu bâbta İmam Buharı sahîh senedîe Hz. Câbir'den şu hadisi tahrîc etmiştir:

«Yaya giden iki kişi karşılaştıklarında hangisi selâm ve­rirse O efdâldir.» imam Tirmizl, Hz. Ebu Ümâme'den şu merfu' hadîsi tahrîc etmiştir:

«Şüphesiz ki Allah indinde insanların en iyisi selâmı ve­rendir.» Tirmizî bu hadîs için: «hasendir» demiştir: Taberânî de şu hadîsi rivayet eder:

«— Yâ Resûlâllah biz karşılaşıyoruz; hangimiz selâm verecek? de­dik :

— Allah Teâlâ ya daha itaatkâr olanınız; buyurdular.»[564]



1473/1242- «Ali radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir kî: ResûlüNah sallallahü aleyhi ve seîlem :

— Bir cemâat bir yere uğradıkları vakit içlerinden birinin seSâm vermesi cemâat nâmına kâfidir. Birinin se­lâm alması da cemâat nâmına kâfidir; buyurdular.»[565]



Bu hadîsi Ahmed'le Beyhakî rivayet etmişlerdir.

Hadîs-i şerif cemâat nâmına bir kişinin selâm vermesini ve se­lâm almasının kâfi geleceğine delildir. Nevevî (531—676): «Selâm vermenin umumundan: yemek yiyen, su içen, cima' eden, helada veya hamamda bulunan, uyuyan veya uyuklayan, namaz kılan, mü­ezzinlik eden kimseler bu işlerden biri ile meşgul bulundukları müd­detçe müstesnadırlar» demiştir. Ancak, hamamda bulunan peşte-mal sarmmışsa ona selâm verilebilir. Cuma hutbesi okunurken se­lâm vermek de mekruhtur. Çünkü hutbeyi dinlemek farzdır. Binâe­naleyh selâm verilmiş bile olsa alınmaz. Yalnız: hutbeyi dinlemek sünnettir diyenlere göre, verilen selâmı bir kişinin alması vâciboîur. Vahidî, Kur'ân okuyana selâm vermemek evlâ olduğunu, verildiği takdirde işaretle almak gerektiğini, şayet sözle selâm alırsa yeni­den istiâze ederek okumaya devam etmesi lâzım geldiğini söyler. Fakat Nevevî buna i'tirâz etmiştir. Ona göre Kur'ân okuyana selâm vermek meşru'dur; binâenaleyh selâmı alması vâciboîur. Hanefîler'e göre KuKân okuyana selâm verilmezse de verilen selâmı almak vâ-cibtir; ancak onlara göre Kur'ân-ı kerîm'i ve fıkıh ilmini okutan kimse verilen selâmı almayabilir. Kadının selâm alması vâcib ise de sesini duyurmamalıdır; zîrâ kadın sesinin ihtiyaçtan fazlası haramdır. Bu se­beple kendisine selâm verilen kadın geçn ise selâmı aşikâre söyleme­yerek içinden alır. Bir kimse, birine uzaktaki bir müslümandan selâm getirirse,- alanın onu gönderenle getirenin her ikisinden kabul etmesi lâzımdır.

Boş bir eve girenin selâm vermesi menduptur. Teâlâ Hazretleri :

«[566] Evlere girdiğiniz vakit kendilerinize selâm verin...» buyurmuştur. Buhârî'nin. «el-Edebü'l-Müfre» de Hz. İbni Ömer (R. A..)'dan tahrîc ettiği bir hadîsde şöyle denilmektedir:

«Evde kimse yoksa; selâm bize ve Allahın sâlih kullarına; demek müstehabtır.» Ayni hadîsi İbni EU-Şeybe .de.güzel bir isnadla tahrîc etmiştir. Tdberânt, Hz. İbni Abbas (R. Ay'dan bunun benzerini rivayet eder.

Selâm veren kimse selâmının alınamayacağını zannetse bile yi­ne selâm vermelidir. Çünkü o kimse selâmını almasa bile, Meleklerin alacağı, hadîslerde vârid olmuştur. Bazıları : selâmı almayacağı zannedilen kimseye selâm verilmez; çünkü almayanın günaha gir­mesine sebep olur; demişlerse de Nevevî ve diğer bazı ulemâ, bunun doğru olmadığını, böyle bir sözle şer'an me'mur olduğumuz şeylerin terkedilemiyeceğini söylemişlerdir.

Selâm almayana «selâmımı al» demek câizmidir? suâline bazıları evet diye cevap vermişlerdir. Çünkü emr-i bil ma'ruftur. Yine al­mazsa, selâm verenin ona hakkını helâl etmesi muvafık görülmüş­tür.[567]



1474/1243- «Ebu Hüreyre radtyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûfüllah sallallakü aleyhi ve seîlem :

— Yahudilerle hıristiyanlara evvelâ siz selâm verme­yin; bir yolda onlarla karşılaşırsanız kendilerini yolun dar tarafına sıkıştırın; buyurdular.»[568]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Ekser-i ulemâ'ya göre yahûdîlerle hıristiyanlara evvelâ müslüman selâm vermez. Yalnız bazı Şâfiîler'in buna cevaz verdikleri hikâye olu­nursa da «es-Selâmü aleyküm» den fazla bir şey söylemek onlara gö­re de caiz değildir. Bu kavil İbni Abbas (R. A.) ile diğer bazı zevattan rivayet olunur. Kaadi lyâz onu ulemâ'dan bir cemâatten rivayet etmiş­tir. Ancak bu cevaz ihtiyaç ve zarurete mahsustur Aîkâme[569] ile Evzâî'nin kavilleri de budur.

Caiz görmeyenlere göre bir kimse müslüman zannederek bir zimmîye selâm verse de sonra yahûdî olduğu anlaşılsa: «selâmımı bana iade et» demesi îcâbeder. İbni Ömer (R. anhü'mâ)'nm bunu yap­tığı rivayet olunur. Bundan murâd: onunla aralarında hiç bir dost­luk ve mahabbet olmadığını anlatmaktır.

îmam MâMk'ten bir rivayete göre verilen selâmı geri istemek müstehâb değildir. İbnü'l - A'rabl bu kavli ihtiyar etmiştir.

Evvelâ gayr-i müslimin selâm vermesine gelince: Sahîheyn'de Hz. Enes'den merfu' olarak şu hadîs rivayet edilmiştir:

«Ehi-i kitâb olanlar size selâm verirlerse: ve aleyküm; deyiverin» Sahîh-i Buhârî'de, Hz. İbni Ömer'den rivayet olunan bir hadîsde Resûlüllah (S.A.V.):

«Yahûdîier size selâm verirlerse onların (her) ancak ve ancak: es-sâmu aieyk; der, sende: ve aleyke; deyiver.»

Bu rivayetlerde cevap cümlesi (atıf vav'ı) ile gelmiştir. Ulemâ'dan bazıları bunu ihtiyar etmiş; diğer bazıları ise hükümde ortaklık ifâde etmemesi için (vav'ın) hazfine kail olmuşlardır. Hattâbî, umumiyet­le hadîs ulemâ'sının bu hadîsi «ve aleyküm» şeklinde (vav) la riva­yet ettiklerini yalnız İbni Uyeyne'nin rivayetinde onun (vav) sız bulunduğunu doğrusunun da bu olduğunu söyler. Bazıları iki riva­yetin de sabit olduğuna bakarak iki vechi de caiz görürler. Keza ulemâ'nın ekserisi hadîsdeki emre bakarak, gayr-i müslimlerin se­lâmı alınacağına, bazıları da alınmayacağına kail olmuşlardır.[570]



1475/1444- «Yine Ebu Hüreyre radıyallahü anadan Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak rivayet olunduğuna gö­re; Resûlüüah sallallahü aleyhi ve selîem:

— Biriniz aksırdığı zaman: el-hamdü'lillâh; deyiver­sin. Dîn kardeşi de ona: yerhamuke'llah; desin. O: yerha-müke'llah; dedimi : Allah size hidâyet versin ve halinizi ıslâh eylesin; desin;buyurmuşlardır.»[571]



Bu hadîsi Buhârî tahrîc etmiştir.

Hadîsi şerif hakkında lâzım gelen izahat babımızın başında geç­miştir. Musannif bunu da oraya koysa daha iyi olurdu.[572]



1476/1245- «Bu da ondan rivayet olunmuştur -radıyallahü ank-.De­miştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Sakın sizden bir kimse ayakda su içmesin; buyur­dular.»[573]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir. Hadîsin tamamı şöyledir :

«Her kim unutursa hemen kussun.» Ayni hadîsi İmam Ahmed başka bir yoldan ve yine Hz. Ebu Hüreyre'den tahrîc etmiştir. Mezkûr rivayete göre :

«Peygamber (S.A.V.) ayakta su içen bir adam görerek: vaz geçme­sini emretmiş. Adam :

— Niçin? diye sorunca :

— Seninle birlikde kedinin içmesinden memnun olur musun? demiş; adam :

— Hayır; cevabını verince Resûlüllah (S.A.V.) :

— Seninle birlikde ondan daha kötü olan biri içti: Şey­tan» buyurmuştur. Bu hadîsde meçhul bir râvî varsa da onu Yah­ya b. Maîn mu'temed saymıştır.

Hadîsimiz ayakda su içmenin memnu' olduğuna delâlet ediyor. İbni Hazm'e göre ayakda su içmek haramdır. Cumhur-u ulemâ'ya göre ise evlânın hilafıdır. Bazıları mekruh olduğuna kaildirler. Bunlar Sahîh-i Buhârî'nin rivayet ettiği Hz. Ali hadîsi ile istidlal ederler. O hadîse göre Afi (R. A.) ayakda su İçmiş ve :

— Ben Resûlüllah (S.A.V.)'İ benden gördüğünüz gibi yaparken gör­düm; demiştir.» Zemzem ise ayakda içilir. Bu bâbta İmam Müslim, Hz. İbnİ Abbas'dan şu hadîsi rivayet eder:

«İbni Abbas: Resûlüllah (S.A.V.)'e Zemzem suyu takdim ettim ayak­da olduğu halde içtiler» demişlerdir.

Kusmaya gelince: ayakda su içenin içtiği suyu kusması bilittifak vâcib değildir. Buradaki kusma emri her halde nedib mânâsına hamledilmistir.[574]



1477/1246- «(Bu da) ondan rivayet olunmuştur, -radıyallahü anh-Demİştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seîîem :

— Bîriniz ayakkabını giydiği zaman sağdan, çıkar­dığında ise soldan başlasın; sağ ayak giyerken ilk, çıka­rırken son Olsun; buyurdular.»[575]



Hadîs müttefekun aleyh'tir.

Bu hadîsi Müslim : «Soldan başlasın» cümlesine kadar tahrîc etmiştir. Geri kalan tarafını imam Mâlik, Tirmizî ve Ebu Dâ-vud rivayet etmişlerdir; deniliyorsa da doğru değildir. Doğrusu hadîs, kitabımızdaki şekli ile müttefekun aleyh'tir. Yalnız son cümle­nin yerine Müslim'de;

«Onları ya toptan giysin yâhud toptan çıkarsın» denilmiş­tir. Emrin zahiri vücûb'a delâlet ediyorsa da, Kaadî îyaz onun bu­rada istihâb mânâsına geldiğine ulemâ'nın icmâ'ı bulunduğunu iddia etmiştir.

İbnü'l-A'rabî : «Sağdan başlamak bütün sâlih amellerde meşru'dur. Çünkü sağın kuvvetçe, hissen, mendub olması i'tibârı ile de şer'an bir üstünlüğü vardır» demiştir. Bazı ulemâ sağdan başlama­nın hikmetini şöyle îzâh ederler: sağ taraf soldan daha kıymetli olduğu için giyerken sağdan başlamak emredilmiştir. Tâ ki sağın kerameti daha devamlı ve daha çok olsun. Çünkü ayakkabı giymek bedeni korumaya vesile olduğu için bir kıymet ve keramettir. Bu se­beple ayakkabını çıkarırken soldan başlamak emir buyurulmuştur.

tbni Abdiîberr : «Her kim ayakkabı giyerken soldan başlarsa sünnete muhalefetinden dolayı yolsuzluk etmiş olur. Lâkin soldan başlamak yine de haram sayılmaz» diyor.

Hadîsimiz ayakkabı giymenin müstehâb olduğunu sarahaten beyân etmiyorsa da İmam Müslim'in tahrîc ettiği şu hadîs bu bâbta nassdir :

«Ayakkablarmı çok giyiniz. Çünkü bir adam ayakkablı bulunduğu müddetçe binek gitmekte devam eder.» Bunun mânâsı: meşakkat çekmemekde ve ayaklarının selâmeti hususunda va­sıtaya binen gibidir; demektir.[576]



1478/1247- «Bu da ondan rivayet edilmiştir, -radıyallahü anh- De­miştir kî: Resûlüllah saîlaîlahü aleyhi ve seîlem:

— Hiç bîriniz bir tek ayakkabı ile yürümesin; ya on­ların ikisini birden ayaklarına giysin yâhud ikisini bir­den çıkarsın; buyurdular.»[577]



Hadîs mütiefekun aleyh'dir.

Buradaki nehyî cumhur-u ulemâ kerahet mânâsına hamletmişlerdir. Buna karine İmam Tirmizî'nin Hz. Âişe (R. anhâ)'dan rivayet ettiği bir hadîsdir. Mezkûr hadîsde Âişe (R. anhâ), Peygamber (S.A. V.)'in nalınının ipi koptuğunu ve ta'mir edinceye kadar.bir nalınla yürüdüğünü beyân etmiştir. Yalnız imam Buharı, Âîşe (R. anhâ) ha­dîsinin mevkuf olduğunu tercih etmiştir.

Acaba nehyin illeti nedir? Bu cihet ihtilaflıdır. Bazıları derler ki: «Ayakkabı giymek yerdeki tiken ve sâireden ayakları korumak için meşru1 olmuştur. Ayağın biri tek kalınca ötekini korumak için daha çok dikkat etmek lâzım gelir; böylelikle yürümek seciy-yesini kaybeder; düşmekten de emin olamaz.» Diğer bazılarına göre tek ayakkabı ile yürümek şeytan yürüyüşü olur. Beyhakî'ye göre kerahet giyimde şöhret hâsıl olmasındandır.

Mest, çizme ve saire gibi ayağa giyilen şeylerin hükmü de ay­nen ayakkabı gibidir. İbni Mâce'nin, Hz. Ebu Hüreyre'den tahr'c et­tiği hadîsde şöyle buyurulmuştur:

«Hiç biriniz bir tek nalın bir tek mest içinde yürümesin.» Bu hadîsi Müslim Hz. Câbir'den, İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ebu Saîd'den, Taberânî, Hz. İbni Abbas'da-n rivayet etmişlerdir.

Hattâbî elin birini yen'den çıkarmanın ve elbiseyi bir omuzuna örtmenin de bu hükümde dâhil olduğunu söylemiştir.[578]



1479/1248- «İbni Ömer radıydllahü anhümâ'dan rsvâyei olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüüah saîldllahü aleyhi ve seUem :

— Elbisesini büyüklenerek sürükleyene Aah bak­maz; buyurdular.»[579]

Hadîs mütfefekun aleyh'dîr.

Allah'ın bakmaması; rahmet etmemesi ile tefsir edilmiştir. Yani kurularak elbisesini sürükleye sürükleye yürüyene erkek olsun, kadın olsun AJlah rahmet buyurmaz. Hz. Ümmü Scieme buhadîsi işitince:

— O hâlde kadınlar eteklerini ne yapacaklar? diye sormuş. Resû-lüllah (S.A.V.):

— Onu bir karış daha kisaitirlar; cevabım vermiş, ümmü Seleme (R. Anhâ):

— O zaman da ayaklan açılır; deyince Peygamber (S.A.V.):

— Öyle ise elbiseyi bir karış sarkıtırlar ondan faz­lasını yapmazlar; buyurmuştur. Bu hadîsi Nesâî ile Tirmİzî ri­vayet etmişlerdir.

Hadîsten murâd elbiseyi yerde sürüklememektir. Nitekim Bu~ kârî'nin tahrîc ettiği şu hadîs de ayni mânâya delâlet eder:

«Elbisenin topuklardan aşağısı cehennemdedir.»

Elbiseyi büyüklenmeden sürüklemek memnu' değildir. Nitekim Buhârî, Ebu Dâvud ve Nesâî'nin tahrîc ettikleri bir hadîsde bu ci­het tasrih edilmiştir. Mezkûr hadîse göre: Hz. Ebu Bekir (R.A.) elbi­seyi sürükleme hadîsini işitince :

— enim elbisem dikkat etmezsem sarkıyor; demiş.Resûüillah (S.A.V.):

Sen onu büyüklenerek yapanlardan değilsin; buyu­rarak kendisin: teselli etmişti. Maamâfîh İbni Abdüberr büyüklen-mek için olmasa dahî elbise sürüklemenin mezmum olduğunu söyle­miştir. Ncvevî: «elbiseyi sürüklemek mekruhtur. S/İî'nin kavli bu­dur» der.

Sünnet-i Seniyye, elbisenin en iyi şeklinin baldırlarının yarısı­na kadar inmekten ibaret olduğunu beyân etmiştir. Nitekim Tirmiziile NesâVuin tahrîc ettikleri bir hadîse göre Ubeyd b. Hâlid (R. A.):

«Yolda gidiyordum. Üzerimde sürüyerek götürdüğüm bir cübbe vardı. Derken bir adam bana:

— lbiseni kaldır. Çünkü böyle yaparsan elbisen da­ha çok dayanır ve daha temiz olur; dedi. Bir de bakhm bu zât Peygamber (S.A.V.) imiş :

— ma elbisem güzel bir cübbedir; dedim. Bunun üzerine Resûlüllâh (S.A.V.):

— enin için bana tâbi' olmak yokmu? buyurdu. Baktım

elbisesi baldırlarının yarısına kadardı.» demiştir.

Elbiseyi topuklara kadar uzatmakda beis yoksa da büyüklenmek maksadı ile daha agağı sarkıtmak haramdır. Büyüklenmek ni­yeti olmadığı takdirde Nevevî ve diğer ulemâ mekruh olduğunu söy­lemişlerdir. Bazıları: bu şöyle îzâh edilebilir diyorlar : Elbise sahibinin sırtına göre olur da Hz. Ebu Bekir (R.A.yin yaptığı gibi bü­yüklerime kasdı olmaksızın yere sarkarsa bunda bir beis yoktur. Fa­kat bedenden fazla ise israf olacağı, kadınlara benzeyeceği ve pislik bulaşmasından hâli kalmayacağı için haramdır.»

tbnü'l- Arabi diyor ki: «Erkeğin elbisesi topuğunu geçtiği hal­de: ben onu büyüklenmek için sürüklemiyorum; demesi caiz değil­dir- Çünkü nehî ona lâfzan şâmildir .Lâfız kendisine şâmil olan bir kimseye o lâfza muhalefette bulunmak caiz olamaz. Zîrâ: ben bu emre imtisal etmiyorum, çünkü bu illet benim hakkımda değildir; demiş gibi olur. Binâenaleyh bu iddia kabul edilmez; onun eteğini uzatması büyüklendiğine delildir.» -

Hâsıh, etek sarkıtmak elbiseyi sürümeye o da büyüklenmeye vardırır. Filhakika TabcrânVnm Hz. Ebu Ümâme (R. AJ'dan tahrîc ettiği bir hadis hu ciheti pek güzel îzâh etmektedir. Mezkûr hadîsde Ebu Ümâme şöyle diyor : «Bir defa biz Resûfüllah (S.A.V.)'le birfikde yürürüken ansızın Abru'bnü ZiVâre yerlerde sürüklediği bîr kaftan ve ciibbe içinde bize yet işi verdi. Bunun üzerine Resûfüllah (S.A.V.) elbi­sesinin eteğini tutarak A'fah/a nîyâz etmeye ve :

— Yâ Reb bu) senin kulundur; kulunun ve cariyenin

Ofludur: demeye başladı. Nihayet Amir bunu işiterek :

— â Resûlâllah, ben İnce bacaklı bir adamım; dedi.Resûlüllah (S.A.V.):

— â Arnır, şüphesiz ki Allah her şeyin hilkatim güzel eylemiştir. Gerçekten Allah elbise sarkıtanı sev­mez; buyurdular.»

Ayni hadîsi Taberl de Amru'bnii Zürâre'den tahrîc etmiştir. Onun rivayetinde şu ziyâde vardır: «Resûlüllah (S.A.V.) Amr'm dört par­mak dizinden aşağısına işaret ederek :

— â Amir, elbisenin yeri işte burasıdır; dedi. Sonra

demin kinden dört parmak aşağısına işaretle: Yâ Amir burası da elbisenin yeridir.... buyurdular.» Hadîsin râvîleri mu'temed tirler. Kaftanla cübbeden başka her elbisenin hükmü de aynen bunlar gibidir. Zîrâ Şu'be, râvî Muhârib b. Disâr'a, :

— aftanı zikrettimi? diye sormuş. Muhârib:

— e kaftanı tahsis etti ne de gömleği; cevabını vermiştir. Tirmizî'den maada «sünen» sahipleri Hz. İbnî Ömer (R. Ctnhümâ)an şu hadîsi tahrîc etmişlerdir:

«Sartıkmak: kaftanda, gömlekte ve sarıkta olur. Her kim bunlardan birini büyüklenerek sürüklerse kıyamat gününde Allah ona rahmet etmez.»

Gömleğin yenlerini lüzumundan fazla uzatmak dahî elbiseyi sarkıtmak gibidir. Kaadi Iyâz elbisede âdetten fazla yapılan her uzunluk ve genişliği ulemâ'nın mekruh saydıklarını nakletmiştir.[580]

1480/1249- «(Yine) İbni Ömer radıyallahü anhümâ'dan rivayet olunduğuna göre Resûlüülah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Biriniz yediği zaman sağ elile yesin; içtiği zaman da elile içsin; zîrâ şeytan sol elile yer içer; buyurmuşlardır.»[581]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerîf sol elle yeyip içmenin memnu olduğuna delâlet edi­yor.Bunun şeytan işi olmakla ta'lil buyurulmasına bakarak bazıları haram olduğunu söylemişlerse de cumhur-u ulemâ'ya göre sol elle ye­yip içmek haram değil, sağ elle yemek içmek müstehâptır. Nâfi' alıp sünnettir diyenlere göre, verilen selâmı bir kişinin alması vâciboolur.[582]



1481/1250- «Amru'bnü Şuayb'dan o da babasından o da dedesinden -radıydUahü anhüm- işitmiş olarak rivayet olunmuştur. Dedesi demiş­tir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ye sellem :

— İsraf etmeden ve gururlanmadan ye iç giy ve tesadduk et; buyurdular.»[583]



Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Ahmed tahrîc etmişlerdir. Buhârî onu ta'lik eylemiştir.

Hadîs-i şerif, yeme, içme, giyme ve tesadduk işlerinde israfın ha­ram kılındığına delildir.

İsraf: her fiil ve sözde haddi aşmaktır. înfak mânâsında meşhur­dur. Bu hadîs Teâlâ Hairefleri'nin:

«[584] Yeyin için fakat İsraf etmeyin» kavl-i kerîminden alınmıştır. Kibir­lilik ve büyüklenme de bu mânâda dâhildir.

Abdüîlâtîf Bağdadî : «Bu hadîs, insanın kendi akıbetini düşün­mesi bâbmdaki faziletleri bir araya toplamaktadır» demiştir. Ha-dîsde, nefsin ve bedenin dünyevî, uhrevî bütün mesâlihinin tedbiri mevcuddur. Çünkü her şeyde israf vücûda ve maişete muzırdır; te­lefle neticelenerek cana da zararı olabilir.

Mahîle: tekebbürdür. Bunun her cihetle zararı büyüktür. Nefsi ki­bir ve gurura alıştırır. Bu suretle dünyada herkesin nefretini âhirette de Allah'ın azabını hak etmeye sebebiyet verir.[585]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com