Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

«Kötü Huylardan Sakındırma Babı»

«Kötü Huylardan Sakındırma Babı»



1507/1276- «Ebu Hüreyre radıyallahü an&'dan rivayet edilmiştir, demiştir kî: Resülüllah sallattakü aleyhi ve sellem:

— Haseclden sakının; çünkü ateş odunu nasıİ yerse hased de, iyilikleri öyle yer; buyurdular.»[649]



Bu hadîsi Ebu Dâvud tahrîc etmiştir. İbnî Mâce'de, Enes'den buna benzer bir hadîs vardır.

Hased hakkında bir çok hadîsler vardır. Allah'a karşı işlenen ilk günâhın hased olduğu söylenir. Şöyle ki: Teâlâ Hazretleri/ İblis'e Âdem (A.S.)'a secde etmesini emir buyurunca İblis'in hasedi kabar­mış ve secde etmeyerek Allah'a âsi olmuştur. Cenab-t Hak da onu hu­zuru manevîsinden koğmuş; bu suretle kulların başına kıyamete kadar belâ kesilmiştir.

Hased, din kardeşine verilen bîr ni'metin ondan alınmasını iste­mektir. Ondan ni'metin alınmasını istemeyerek o ni'metin kendisine de verilmesini dilemeye gıpta derler. Haset haramdır. Gıpta'da- ise 'beis voktur. Ancak kâfirle, fâsıka haset etmek mubah görülmüştür. Çünkü bunlar fitne, fesat ve kullara ezâ, cefâ peşinde koşarlar: Boylelerine hased etmek, ellerindeki ni'meti çekememekten değil, o ni'meti fesada âlet etmeierindendir.

Bir çok hadîslerin beyânına göre hasedin haram kılınması Allah'ın takdir ve hikmetine karşı gelmeyi ve kullarından bazılarını niçin öte­kilerden üstün tutuyor diye ona i'tîrâzı tazammun ettiğindendir. Onun içindir ki, arap şâiri :

«Dikkat et, bana hasedlik çekene de ki: kime karşı edepsizlik ettiğini bîliyormusun? Sen Allah'ın fiilîne karşı ona edepsizlik ettin. Çünkü ba­na verdiğine razı olmadın.»

Ancak hased etmek hatırına gelip de, nefsini zorlayarak onu defeden kimse bu fiilinden dolayı günahkâr olmaz. Bilâkis nefsîle mücâhede et­tiği için me'cur olmak ihtimali vardır. Fakat hased ettiği Jdmsenin ufmeti elinden gitsin diye bilfiil çalışırsa Allah'a âsi ve bâgî olur. Hat­tâ bilfiil çalışmasına bir mâni' zuhur için hasedini gizlerse yine günah­kâr olur..

Hasedle mücâhede, onu yapmamak ve yapmaya niyet etmemekle olur. Myau'î Ulûm» da, bu hususta tafsilât vardır. Mezkûr tafsi­lât Abdürrezzak'm nıerfu' olarak rivayet ettiği şu hadîsden alın­mıştır:

«Peygamber (S.A.V.) :

— Üç şey vardır ki, bunlardan hiç bir kimse âzâde kalmaz: teşe'Üm, zan Ve hased; buyurmuşlar, (kendilerine):

— Bunlardan kurtuluşa çâre nedir yâ Resûlâffah? diye sorulunca:

— Teşe'üm edersen bîr daha yapma; zannda bulunur­san tahakkuk ettirme; hasedlik çekersen (ni'metin elden

gitmesini) dileme.» mukabelesinde bulunmuşlardır.» Bu bâbta Ebu Nuaym dahî şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Âdem oğullarının hepsi hasedcidirier. Ama dil ile söy­lemedikçe, yâhud el ite yapmadıkça hiç bir hasedciye ha­sedi zarar vermez.» daha başka hadîsler de varsa da, onlar hak­kında söz edilmemiştir.

Gıbtaf dünya umuru için caiz âhiret umuru için ise matluptur. Buharı ile Müslim'in müttefîkan rivayet ettikleri İbni Ömer hadîsi bu mânâya hamledilmiştir. Hadîs şudur:

«Resûlüllah (S.A.V.) :

— Hased ancak iki kişi hakkında caizdir: (Bîri) Allah kendisine Kur'ân (öğrenmeyi) ihsan ederek gece gündüz onunla meşgul olan ve (diğeri) Allah kendisine mal vere­rek, gece gündüz ondan infakda bulunan adamdır; buyur­dular.» Yani böylelerine gibta ederek onlar gibi olmaya çalışmak caiz hattâ matluptur. Zaten buna haset demek mecazdır.

Hadîs-i şerif, hasedin haram ve büyük günahlardan olduğuna delildir. Hased'e yemek isnadı istiare kabîlindendir. Onun iyilikle­ri mahvetmesini ateşe benzetmek ise bu işin gerçekliğini beyân için­dir.

Hasedi kalpten söküp atacak yegâne ilâç, hasedlik çeken kim­senin onunla hiç bir kimseye gerek dünya, gerekse âhiret hususun­da bir zarar getiremiyeceğini; bilâkis her iki cihanda kendisinin vebal altında kalacağını düşünmesidir. Zîrâ, hasedlik çekmekle âle­min ni'meti elinden gitmez. Şayet böyle bir şey olsaydı .dünyada hiç bir ni'met kalmaz ,hattâ îmân da elden giderdi. Çünkü kâfirler mü'minlerin imanını çekemez; onun elden gitmesini isterler. Halbuki hakikat bunun tamamîle hilâfınadır, kendisine hasetlik çekilen kim­se, hasedlik çekenin hasenatından da istifade eder; zîrâ ondan zu­lüm görmüştür. Bundan dolayı lisanımızda : «Komşuna hasedlik cek de, malı çok olsun» derler.

Hâsılı hasedliğin sonu iflâstır. Hasedlik çekenler dünyada kalp hu­zuru ve rahat yüzü göremedikleri gibi, âhirette de Allah'ın huzuruna her ni'metten mahrum, tam bir müflis olarak çıkarlar. Aklı başında olan bir insan bu cihetleri düşünürse, hasedliğin ne olduğunu kolayca anlar.[650]



1509/1277- «(Bu da) ondan -radıyallahü anh- rivayet edilmiştir.Demişfîr ki: ResûlüIIah salîallahü aleyhi ve sellem:

— KuvvetM kifnse pehlivan olan değildir. Kuvvetli ancak kızdığı zaman kendine mâlik olandır; buyurdular.»[651]



Hadîs müftefekun aîeyh'tir.

Bu hadîsdeki «Şedîd» den murâd: ma'nevî kuvveti fazla olup nef­sine hâkim olabilendir. Çünkü nefis, kalabalık düşman mesabesindedir. Onu arzularına uymaktan menedebilen kimse, yalnız başına bir düş­man ordusunu kahr-u perişan eden kuvvetli bir kahramana benzer. Ha-dîs-i şerîf, nefisle mücadele etmenin düşmanla muharebeden daha zor olduğuna işaret ediyor. Zîrâ ResulüMah (S.A.V.), kızdığı zaman nefsine hâkim olan kimseyi en kuvvetli insan olarak göstermektedir.

Gazabın hakikati : İntikam almak için nefsin vücud hâricine ha­reket etmesidir. Hadîsimizin, gazab halinde bulunan ve kendini kızdıran­dan intikam almak isteyen nefisle mücadele etmek gerektiğini irşad ediyor.

Gazab: insanda bir tabiattır. Her ne zaman bir şey hakkında nıünâzea ve münakaşa edilirse; onun ateşi derhal parlar ve ayak­lanır; gözler ve yüz kıpkırmızı kan kesilir. Çünkü insanın cildi, ayna gibidir; altında ne varsa onu gösterir. Ancak bu hâl kızdığı şahsa galebe çalabilecek kimselere nisbetledir. Kendinden büyük ve­ya kudretli olanlara karşı insanın "kanı cildden kalbe doğru çekilir, ve korkudan renk sararır. Kızılan şahıs akran ve emsalden olursa kan kimi çekilir, kimi yayılır; cild dahî kâh sararır, kâh kızarır. El-hâsü gazap insanm içini ve dışım değiştirir. Kızan bir kimse­nin rengi değiştikden maada elleri ve ayakları da titremeye baş­lar; fiil ve hareketleri gayr-i tabiî olur. Hattâ gadablı bir kimse o anda aynaya baksa, yüzünün ve kılık kıyafetinin arz ettiği çirkin manzaradan utanır da, bir parça olsun gazabı yatışır. Gazaba gelen bir insanın dış âlemi böyle olunca iç âleminin ne olacağını bir dü­şünmelidir. Zîrâ zahirin değişmesi, iç âlemin değişmesi neticesidir. Kalp ve kin hırsla dolar; dil küfür ve şetm'in envaını savurur. Bu­nun neticesinde de kavga, döğüş ve ölüm meydana gelir...

Gazab denilen bu müthiş derdin devasını- da hadîslerde buluyo­ruz, îbni Asâkir'in mevkuf olarak tahrîc ettiği şu hadîs-i şerife dikkat edelim :

«Gazab şeytandandır. Şeytan ateşten yaratılmıştır. Ateşi su söndürür. Binâenaleyh biriniz gazablandımı hemen yıkansın.» Hadîsin bir rivayetinde, «yıkansın» yerine, «abdest alsın» denilmiştir. Bazı rivayetlerde «eûzu» çekmenin, diğer bazıla­rında susmanın ve oturmanın gazabı teskin edeceği, oturmakla geçmez­se, yatmak îcap edeceği bildirilmiştir.

Fakat yasak edilen gazab haksız yere olandır. Allah'ın emir ve ne­bileri hususunda gazablanmak memnu' değildir. Hattâ Buharı «Allah'ih emri içîn caiz oîan gazab ve şiddet» ünvânîle bu hususa dâir bir bâb tahsîs etmiş; ve mezkûr bâbta Resûlüllah (S.A.V.)'in Allah'ın emri hususunda gazaba geldiği yerleri gösteren beş dâne hadîs zikreylemiştir.[652]



1510/1278- «İbni Ömer radıyallahü anhümâ'Aan rivayet olunmuş­tur. Demiştir kî: Resûlülah salldllahü aleyhi ve.sellem :

— Zulüm kıyamet gününde (sahibine) karanlıklar (ola­cak) dır; buyurdular.»[653]



Hadîs müttefekun aieyh'tir.

Bu hadîs zulmün haram olduğunu gösteren delillerden biridir; ve gerek mal, can veya ırz-u namus hususunda gerekse müslüman. veya gayr-i müsîim, yâhud fâsik hakkında olsun zulmün bütün nevi'lerine âmm ve şâmildir.

«Kıyamet gününde karanlıklar olacaktır» diye haber verilmesi üç suretle tefsir edilmiştir. Birinci kavle göre: zulüm kı­yamet gününde sahibine karanlıklar şeklinde gösterilecek ve mümirilerin nurları önlerinde ve yanlarında ışıl ışıl parıldarken zâlim karanlıklar içinde yolunu bulamayacak, bocalayıp kalacaktır.

îkinci kavle göre: karanlıklardan murâd, kıyametin ehvâl ve şiddetleridir.

Üçüncü kavle göre ise: Zâlimin göreceği ceza ve azaptan kina­yedir.[654]



1511/1279- «Câbir radıyallahü anh'âan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Zulümden sakınınız. Çünkü zulüm kıyamet gü­nünde karanlıklar (olacak) dır. Cimrilikten de korunun, zî-râ sizden Öncekileri o helak etmiştir; buyurdular.»[655]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

«Şuhh» ve «buhul» kelimeleri cimrilik mânâsına gelirlerse de ara­larında fark vardır. Bu farkı ta'yin hususunda muhtelif kaviller vardır. Bir kavle göre şuhh, buhul'dan daha şiddetli ve daha mübalâğalıdır. Diğer bir kavle göre şuhh hırsla beraber olan buhul'dur. Başka bir kav­le göre, buhul bazı hususatta olur, şuhh ise âmm'dır. «Buhul hassaten malda olur; şuhh ise hem malda, hem de şâir iyiliklerde kullanılır.» diyenler olduğu gibi: «Şuhh elinde olmayana, buhul ise elinde olana hırs ve cimrilik göstermektedir» diyenler de vardır.

«Sîzden Öncekileri o helak etmiştir.» ifâdesi ile dünyevî helak kasdedilmiş olması ihtimali vardır. Hadîsin tamamı da bu ihti­mali te'yid ediyor. Çünkü :

«Cimrrlik onları birbirlerinin kanlarını dökmeye ve ken­dilerine haram olan şeyleri helâl saymaya sevketmrştir.»

buyuruluyor. Anlaşılan mal hususundaki fazla cimrilikleri, malları­nı artırmak, korumak hırsı helaklerine sebeb olmuştur. Çünkü malı fazlalaştırmak ekseriya başkasının malmı alarak kendi m alma kat­makla olur. Bu ise kolay bir iş olmayıp çok defa gasb, yağma ve harple olur ki, neticesi ölüme ve haram olan şeyleri helâl i'tikâd et­meye varır.

Maamâfîh mezkûr ifâde ile uhrevî helak da kasdedilmiş olabi­lir. Zîrâ uhrevî helak dahî irtikâb ettikleri zulümler üzerine teret­tüp eden ferilerdendir.

Şuhh ve buhlü zemmeden hadîs ve âyetler çoktur. Teâiâ Hazretleri bir âyet-i kerîmede :

«[656] Her kim cimrilik ederse ancak kendine cimrilik eder» diğer bir âyetde :

«[657] Ailah'dan fazl-u kereminden kendilerine ihsan ettiği matlarda cİmriük edenler bunu asla hayır sanmasınlar; bilâkis o kendileri için serdir.» buyurmuştur. Resûlüllah (S.A.V.) dahî bir çok hadîslerde cim­riliği zemmetmiştir. Bunların bazısını Taberânî «.el - Evsat» mda, di­ğer bazılarını Buhârî ve Müslim rivayet etmişlerdir.

Acaba zemmedilen cimriliğin hakikati nedir? Bahüliği kimse kabul etmiyor; herkes başkalarını bahil görüyor, hattâ bir kimse­nin bir fiil hakkında bazan ihtilâf edildiği görülüyor da kimisi ona «bahil» diyor; bir takımları: «hayır bahil olamaz» iddiasında bulu­nuyor. Şu halde helaki mucip olan buhlün hududu nedir? cömerd kimdir?

Bu suallere bazıları şöyle cevap vermişlerdir: Sehâvet yani cö-: mertlik: üzerine vâcib olanı edâ etmektir. Ancak vâcib iki kısım­dır: Biri şer'i vâcibtir. Bunlardan murâd, zekât ve nafakalar gibi şeylerdir. Diğeri mürüvvet ve âdetin vacibidir. İşte bu iki nevi' va­cibi edâ edenler cömert ve sahî kimselerdir. Bunlardan birini yap­mayan bahil ve cimridir. Şu kadar var ki, şer'i vacibi vermeyen da­ha cimri sayılır. Mürüvvet sehâveti ufak tefek şeylerde pek sıkı davranmayarak istenileni vermekle olur. Bu bâbta «İhyau'l-Ulûm-» da tafsilât vardır.

Cimrilik de iîâcı bulunan bir hastalıktır. Bu hastalığın sebebi iki şeydir: Şehvet ve mal düşkünlüğü. Şehvetin ilâcı aza kanâat ve sabırdır. Cimriliğin ilâcı ise onun zıddı olan sehâvettir.[658]



1512/1280- «Mahmud b. Lebîd[659] radıydüdhü anadan rivayet edîlmişdîr.Demiştir kî: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Gerçekten sizin için en ziyâde korktuğum şey kü­çük şirk (yani) riyadır; buyurdular»[660]



Bu hadîsi Ahmed güzel bir isnadla tahrîc etmiştir.

Riya : lûgatta, aslı olmaksızın başkalarına iyi görünmektir. Şerîat-te ise : Başkalarına iyi görünmek için ibâdet etmek günah işlememek­tir. Riya dünyevî bir maksad ile yani görsünler de beğensinler, baş­kalarına söylesinler; yâhud para ve şâire versinler diye yapılır. Bun­dan dolayı Allah Teâiâ onu Kur'ân-ı Kerîm'de zemmetmiş:

«[661] Vay hâline o namaz kılanların ki, namazSarından gafillerdir; riya yaparlar; ve verilmesi âdet olan şeyleri vermezler.» buyurmuştur. Re-sûlüllah (S.A.V.) dahî bir çok hadîslerde riyakârların azablarınm büyük olacağını beyân etmiştir. Çünkü bir işden maksat ne ise hüküm ona göre verilir. Mürâî, ibâdetini kullara gösteriş için yaptığından, hakikat­te AHah'dan başkasına ibâdet ediyor demektir. Nitekim bir hadîs-î kudsîde :

«Allah Teâiâ buyuruyor ki, bir kimse içerisine benden başkasını şerik koştuğu bir iş yaparsa, o işin hepsi o şe­rikindir. Ben ondan beriyim; ben şerikten ganîler ganî-Sİyim.» denilmiştir.

Riya bedenen ve kavlen olur. Bedenen riya : sararıp soîma, zaîf-lik ve bakımsızlık gösterileri ile olur. Mürâi sararmakla çok ibâdet yaptığını dini hususunda çok üzüldüğünü, âhiretten korkardığını göster­mek ister. Zaîflik rolü ile az yediğini, saçının bakımsızlığı, elbisesi­nin kirliliği ile de ibâdet ve taatla meşgul olurken üstüne basma bak­maya vakit bulamadığını göstermek ister. Bedenen riyanın nev'ileri çoktur. Kavli rîyâ'ya. gelince: bunun enva' ve eşkâli saymakla bitmez. Mürâî kendini göstermek için en kalabalık yerleri intihab eder. Oralar­da halka yana yakıla va'zu nasihatlerde bulunur. Sulehây-i ümmetten hikâyeler anlatır; bu suretle son derece âlim ve müdakkik bir zât ol­duğunu göstermek ister. Halkın günâh işlemesine yanar, âh eder, ağ­lar. Herkesin görüp işitebileceği yerde iyiliğe emir, kötülüğe nehyeder. Bundan muradı kendisinin dört yüz dirhem müslüman olduğunu, dini uğrunda hiç bir şeyden korkmadığını göstermektir.

Bazan riya fazla eş, dost, cemâat ve talebe toplamakla- yapılır. Hattâ bu hususta para vererek dellâl tutanlar bulunduğunu işitiyoruz. Bunlar, sözleri insanı bayıltacak derecede müessirmiş hissini telkin et­mek içn mezkûr dellâllara yalancılıktan bayılma ve «Allah» diye âvâz ederek yerlere serilme rolleri oynatırlar; böylelikle fazla fazla cemâat temin ederlermiş.

Hâsılı riyanın sahası pek geniş ve nev'ileri derece i'tibârîie birbi­rinden farklıdır.

Riyanın erkânı üçtür: (Yani riya üç şeyle meydana gelir.) Riyây-ı kasıd, kendi ile riya yapılan şey ve riyaya sebeb olan şey.

1— Rîyâ: Ya sırf riya kasdı ile olur; yâhud hem riya hem de se­vap kasdedilerek yapılır. Sevap kasdı ile birlikde'olan dahî sevap kas-dının daha fazla veya daha az olmasına bakarak iki kısımdır. Böylelik­le dört suret meydana gelir:

Birinci suret : Riya olarak yapılan işde sevap kasdı bulunmamak­tır. Bu takdirde mürâi eğer namaz kılarsa, sırf âlem görsün diye kılar. Hiç bir kimsenin görmediği yerde namazını kılmaz. Zekâtını dahî ken­disine cimri demsinler diye verir. İşte riyanın en ağır ve çirkin olanı budur; bu âdeta kullara kul olmaktır,

îkinci suret : Riya ile birlikte sevap da kasdetmek, fakat sevap kasdı riyadan zaîf olmaktır. Bunun hükmü dahî yukarıkinin aynıdır.

Üçüncü suret : Riya ile sevap kasamın müsavi olmalarıdır. Yani mürâi'ye o işi yaptıran sebeb bu iki kasdın mecmuudur. Yalnız biri bulunsa o işi yapmaz. Bu takdirde salâh kasdı ile fesad kasdı birbirine denk geldiğinden yenişemez; berabere kalırlar. Lehde veya aleyhde bir hüküm olmasa gerektir.

Dördüncü suret : Riya kasdı zaîf, ibadet kasdı fazla olmaktır. Bu suretle mürâi riyayı kendi neşatını açmak için yapar. Çünkü başkala­rının onu medh-u sena etmesi hoşuna gider; fakat bu olmasa yine ibâ­detini bırakmaz. îmam Gazâîî riyanın bu kısmı için : «A!lah-u a'lem, bizim zamanımıza göre bu riya sevabın aslım gidermez. Lâkin azal­tır; mürâi riya kasdı mikdarmca mücâzât; sevap kasdı mikdarm-ca da mükâfat görür.» diyor.

Hadîsi kudsî'deki : «ben şirkten ganîler ganîsiyrm» cüm­lesi yukarki suretlerden müsavat veya riya kasdı fazla olan surete ham­le dilmiştir.

2— Kendisi ile riya yapılan şey, ibâdetlerdir. Bu da ibâdetlerin as­lında riya ve vasıflarında rîyâ kısımlarına ayrılır.

İbâdetlerden yapılan riyanın üç derecesi vardır : Bunların birinci­si : İmanda riyadır, ki dil ile kelime-i şahadet'i getirip, kalbinden küf­rü gizleyen münafıkların riyası bu kabildendir. Böyleleri cehennemde ebedî kalacaklardır. Dalâlet fırkalarından Bâtınîler'le Râfızîler'in yap­tıkları da bunlara yakındır.

İkincisi : İbâdetlerde riyadır. Bunu az yukarıda gördük.

Üçüncüsü : İbâdeti bitirdikten sonra yapılan riyadır. İbâdetin gös­teriş için yapıldığı zahir olmadıkça bu riyanın ibâdete tesiri yoktur. Fakat gösteriş için yapıldığı anlaşılır veya mürâi ibâdetini herke­se anlatarak öğünürse, bu riyanın da ibâdetin sevabını gidereceği sahîh hadîslerle sabit olmuştur. Bu bâb'da Deylemt merfu' olarak su hadîsi tahrîc etmiştir:

«Bir adam gizli bir amel işler de Allah o ameli nezd-i mâ-neviyesinde gizli olaraktesbit eder; fakat şeytan adamın peşini bırakmaz; ve nihayet o ibâdeti söyler. Allah Teâlâ da onu sırr olmaktan çıkararak aşikâre tesbit eder. Şa­yet ikinci defa vine söylerse artık hem sırdan, hem de aşikâr olmaktan çıkarır ve riya olarak tesbit eyier.»

Mücâhidin rivayetine nazaran Peygamber (S.A.V.)'e bir zât ge­rek:

— Ben sadaka verir; sıla-î rahimde bulunurum; ve bunu ancak Al­lah rızâsı İçin yaparım. Fakat bu yaptıklarım anlatılınca seviniyor ve hoşlanıyorum; demiş. Resûlüllah (S.A.V.) Gnabir şey dememiş. Nihayet:

«[662] Kim Rabbına kavuşmak isterse iyi amel işlesin ve Rabbi'sinin ibâ­detine hiç bîr kimseyi şerik koşmasın.» âyet-i kerîmesi nazil olmuş.

Mücâhid hadîsi netice i'tibârîle yapılan ibâdetin başkaları ta­rafından duyulmasına sevinmenin riya olduğunu delâlet ediyorsa da Tirmizî'nin, Hz. Ebu Hüreyre (R. A./dan tahrîc ettiği şu hadîs buna muarızdır :

Dedim ki :

— Yâ Resûlâllah! bîr defa ben evimde namazımda iken yanıma bir adam giriverdi. (Doğrusu) beni o hâlde görmesi hoşuma gitti: Bu­nun üzerine Resûlüllah (S.A.V.) :

— Senin için iki ecir var; buyurdular.» Bu hadîsin hükmüm) takviye eden âyet de bulunduğundan Mücâhid hadîsine tercih edil­miştir.

İmam Gazâlî, ibâdeti mücerred başkalarının duymasına sevin­menin ona bir tesiri olmayacağına kaildir.[663]



1513/1281- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Rcsûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Münafığın alâmeti üçtür; konuştuğu zaman yalan söyler, va'dederse döner; emniyet olunursa hıyanet eder; buyurdular.»[664]



Hadîs müttefekun aleyh'tir. Buhârî ile Müslim'in Abdullah b. Amir'-dan rivayet ettikleri hadîsde, «kavga ederse SÖver» cümlesi vardır.

Münafık : İçi kâfir olup dışından mü'min görünen kimsedir.

Hadîs-i şerîf, mezkûr dört hasletten biri kimde bulunursa o kimse­nin bir tane nifak alâmeti taşıdığına; dördünü birden hâiz olanın ise münafık sayılacağına delâlet ediyor. Zahirîne bakılırsa bu hasletlerin dördü de kendinde bulunan kimse müslüman bile olsa münafık sayıl­mak îcâbeder. Halbuki bunların bir tanesi olsun kendinde bulunmayan müslüman azdır. Bu sebeble ulemâ hadîsin mânâsında ihtilâf etmişler­dir. NevevVnm beyânına göre, ekser-i ulemâ ve muhakkıklar : «Bu hasletler münafıkların hasletidir. Binâenaleyh, bunlardan biri ile va­sıflanan bir müslüman, onlara benzediği için kendisine mecazen mü­nafık denilmiştir. Çünkü nifak, içindekinin hilafını meydana çıkar­maktır. Bu hâl mezkûr hasletlerin sahibinde de mevcudtur. Yalnız onun nifakı kendisi ile konuşan, ondan va'd alan, ona emniyet eden ve kavgaya girişen kimse hakkındadır. Yoksa İsîâmda münafık sa­yılan içi kâfirlerden değildir.» demişlerdir ki, Nevevî: «sahih ve muhtar olan da budur.» diyor.

Bazıları bu hadîs'în, Peygamber (S.A.V.) devrindeki münafıklara âid olduğunu söylemişlerdir. Said b. Cübeyr ile Âtâ b. Rebâh'm mez­hepleri budur. Hattâ, Hasan-ı Basri bir müddet bunun hilâfına kail olmuşken sonradan bu kavle rucu' etmiştir. Ayni kavil İbnİ Abbas ile İbni Ömer (R. Ankümâ) Hazerâtmdan da rivayet olunur. Onlar mez­kûr kavli Peygamber (S.A.V.)'den de rivayet etmişlerdir. Kaadî lyâz, ekser~i fukâhanın da aynı kavle meylettiklerini söyler. Hattabî ba­zılarından rivâyeten, bu hadîsin muayyen bir adam hakkında şeref-sâdır olduğunu söylemiştir. Resûlüllah (S.A.V.), ashâb-ı kirâm'ma açık açık: filân münafıktır; demez, yalnız işaretle iktifa eder idi. Yine Hattâbi'nin rivayetine göre hadîsin mânâsı, müslümanı bu korkunç huylara alışmaktan sakındırmaktır. Zîrâ bunlara alışanın en niha­yet hakîki nifaka düşmesinden korkulur.[665]



1515/1282- «îbni Mes'ud radtyaîlahü anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah salldllahü aleyhi ve seUem ;

— Müslümana söğm'ek fâsıklıktır, onunla mukatele de bulunmak ise küfürdür; buyurdular»[666]



Sebb : Lügatte söğmek ve başkalarının ırzları hakkında- söğmeye benzer çirkin lâflar etmek mânâsına gelir.

Füsuk : Lügatte çıkmak manasınadır. Şerîatte ise: Allah'ın itaatin­den çıkmaktır.

Hadîs-i şerîfdeki «Müslim» ta'birinden mefhum-u muhalif suretîle kâfire, söğmenîn caiz olacağı anlaşılırsa da islâm diyarında yaşayan zimmîlerle kendilerine emân verilen muahedelere eziyet etmek dînen yasak olduğundan onlar hakkında bu mefhumla amel edilmez.Zaten buradaki söğmekten murâd: Kâfir, fâsık, müfsid gibi kelimeleri söy­lemektedir. Yoksa zamanımızda maalesef bazı kimselerin kullandıkla­rı ağıza alınmaz ayıplanacak lâkırdıları söylemek hiç bir suretle ve hiç'bir kimseye karşı caiz değildir.

«Harb» denilen düşman kâfire sebbetmek caizdir. Çünkü ona hür­met yoktur.

îrtikâb ettiği ma'siyetler sebebi ile fâsıka söğülüp söğülemeyeceği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ekser-i Ulemâ'ya göre caizdir. Zîrâ hadîs-deki «müslim» ta'birinden murâd, kâmil müslümandır. Fâsık, Kâmil müslüman değildir. Nitekim :

«İnsanlar kendisinden korunsun diye fâsıkı, kendisinde­ki (sıfat) ile zikredin.» hadîsi de bu mânâyı te'yid eder. Yalnız ha­dîs zaîftir. Hattâ İmam Ahmed b. Hanbel onu nıünker bulmuştur. Beyhakî'de «bir şey değil» tâ'birini kullanmış ve: «Sahîh olduğu takdirde fisk-u fücurunu i'lân eden fâcir mânâsına hamledilir» de­miştir. Maamâfîh ayni hadîsi Taberânî «el-Evsat» ve «es ~ Sağîr» adlı eserlerinde güzel bir isnâd ve mu'temed râvîlerle rivayet edi­yor.Beyhakî zaîf bir isnâdla Hz. Enes (R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Her kim (yüzünden) haya perdesini atarsa ona yapılan gî-bet (in hükmü) yoktur.» Müslim dahî şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Ümmetimin hepsi afvolunur. Yalnız aşikâre günâh işle­yenler müstesna.»

Ekser-i Ulemâ'ya göre sahîh bir maksatla, yani sırf kötülemek için değilde, nasihat veya hâlini beyân gibi bir maksatla fâsıka, yüzü­ne karşı olsun, arkasından olsun «yâ fâsık» yâhud «yâ müfsid» demek caizdir.

Birbirlerine söğenler hakkında Sahîh-i Müslim'de şu hadîs var­dır:

«Mazlum olan tecâvüz etmedikçe birbirine söğenlerin söyledikleri (nîn vebali) söze başlayanın üzerinedir.» Ken­disine söğülen kimse mukabelede bulunursa haklaşmış olurlar. Yalnız bazılarına göre söze başlayanın üzerinde başlamaktan mütevelîid gü­nah kalır. Diğer bazılarına göre ise günah değil zemm ve muaheze kalır. Sitem Allah için olan gazâb halinde de caizdir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) Hz. Ebu Zerr'e :

— Sen kendisinde cahiliyet bulunan bir kimsesin; bu­yurmuşlardı. Hatip kısasında Hz. Ömer (R. A.) da : «Bırak benî, şu münafığın boynunu vurayım» demişti. Bunun başka benzerleri de vardır. Resûfüllah (S.A.V.) Bunları işittiği halde bir şey dememiştir. «Onun­la mukatelede bulunmak ise küfürdür.» ifadesi, haksız yere bir müslümam öldürmenin küfür olduğuna delâlet ediyor. Şüphesiz ki: Helâl olduğunu i'tikad ederek öldüren, kâfir olur. Fakat haram ol­duğuna inandığı halde öldüren kâfir olmaz; büyük günâh işlemiş olur; ve ebedî zannedilecek derecede uzun müddet cehennemde azâb görür. Binâenaleyh böylesine «kâfir» demek mecazdır. «Küfür» den küfran'i ni'met mânâsı kasdedilmiştir. Bu takdirde hadîsin mânâsı şöyle olur: Onunla mukatelede bulunmak dîn kardeşliğine karşı Küfrân-ı ni'mettir.» Küfrân-ı nı'mete küfür denilmedi, ya netice ftibârîle bu işin bazı hal­lerde hakikî küfre müncer olmasından, yâhud, kâfir işine benzemesindendir.[667]



1516/1283- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'dan Hvâyet olunmuştur. Demiştir ki: Resûİüllah sallallahü aleyhi ve sellem :

— Zandan sakının; çünkü zann, sözün en yalanıdır; buyurdular.»[668]



Hadîs müttefekun a!eyh'tir.

Buradaki tahzîr, yani sakındırmadan murâd: bir müslümana karşı kötü zanda bulunanın memnu' olduğunu göstermektedir. Ayni mânâ Kur'ân-ı kerîm'de :

«[669] Zandan çok sakının...» âyet-i kerîmesi ile ifâde buyurulmustur.

Zann : Caiz olacağı hatırdan geçen, sahih veya bâtıl olmaları muh­temel şeylere i'timâd ederek hüküm vermektir. «Muhtasaru'n-Ni-hâyc» nâm eserde, hadîs böyle tefsir edilmiştir. Hatlâbî: «Hadîsde-ki tahzîrden murâd töhmettir. Yasak edilen şey, ortada hiç bir se-beb ve delîl yokken bir kimseyi bir kötülükle ithamda bulunmak­tır.» diyor. İmam Nevevî dahî : «Hadîsden murâd : töhmeti hakikat diye iddia ve İsrar etmekten sakındırmaktır. Hatırdan gelip geçen fakat üzerinde durulmayan şeylerle kul mükellef değildir.» demiş­tir. Nitekim Kaadî İyâz'm Süfyan'd&n naklettiği şu hadîs de aynı mânâyı ifâde etmektedir:

«Söylemedikçe veya yapmadıkça bu ümmetin hatırların-dsn geçen şeyleri Allah affetmiştir.»Bu hadîs kendilerinden fısk-u fücur; söğüp sayma gibi şeyler sadır olduğu görülmeyenler hakkındadır. Hadîs mutlak ise de TaberânVmn «el - Evsat» da tahrîc ettiği Enes Hadîsi onun ıtlâkını takyîd etmektedir. Enes hadîsi şudur:

«Âleme kötü zanda bulunmaktan korunun.» Bu hadîsi Bey-haki ile Askerî dahî Hz. Enes (R. A./dan merfu' olarak rivayet et­mişlerdir. Deylemî Hz. Alî (R.A.)'m: «Su-i zann haramdır.» dediğini merfu' olarak tahrîc etmiştir; yalnız rivayet tarîklerinde zaîflik varsa da bu tarîkler birbirlerini takviye ederler.

Zemahşerî (467—538) zannı : vâcib, mendup, haram .ve mubah olmak üzere dört kısma ayrılmıştır : Allah'a hüsn-ü zanda bulunmak vâcib, su-i zanda bulunmak haramdır. Zahiren âdil görünen müslü-manlara su-i zanda bulunmak dahî haramdır. Ebu Hüreyre hadîsindeki zan'dan murâd da budur. Zahiren âdil görünen müslümanlara hüsn-ü zan'da bulunmak mendub; aşikâr ma'sıyet işleyenlere su-i zan'da bu­lunmak mubahtır. İşlediği günâhı kimseye söylemeyen kimseye hüsn-ü zan'da bulunmalıdır. Ma'sıyet işlenen yerlere girenlerle namuslarını le­keleyecek işler yapanlara su-i zan'da bulunmak caizdir.

Hadîs-i şerif de, zanna «söz» denilmesi, zan nefsin sözü olduğundan­dır. Zannın en yalan söz olmasına gelince: yalan, hiç bir delile istinad etmeksizin vakıa muhalif olarak söylenen sözdür. Bunun çirkinliği mey­dandadır. Zann sahibi ise bir şeye İstinad ettiği iddiasındadır. Bu sebep­le onu dinleyenler ekseriya yalancı olduğunu farkedemezler. işte zan­nın en büyük yalan olması bundandır.[670]



1517/1284- «Ma'kıl b. Yesâr radıyallahü anh'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûliillah sdllallahü aleyhi ve sellem':

— Allah'ın bir kavle hâkim kıldığı hiç bir kul yoktur ki, Öldüğü gün (hâkimiyeti altında bulunan) ahâlisine hâin ola­rak ölsün de Allah ona cenneti haram etmesin; derken işit­tim.»[671]



Hadîs müttefekun aleyh'dir.

Bu hadîs Müslim'in iki rivayetinden biridir. Diğer rivayetin metni şöyledir :

«Müslümanların umurunu üzerine alan hiç bir âmir yok­tur ki onlarla birlikte çalışmadığı, kendilerine nasihatda bulunmadığı halde onlarla bırlikde cennete girebilsin.»

Ayni hadîsi az bir farkla Taberânı dahî rivayet etmiştir.Buharı onu Hasan'm rivayetinden tahrîc etmiştir. Nitekim başka bir yolla yine fîascm'dan onu Taberânî de «el-Kebîr» nâm eserinde rivayet etmiştir. Buîıârî ile TaberânVnin rivayetleri birleştirilirse hadîsin şöyle bir kıssası olduğu meydana çıkar:

Hz. Muâviye (R. A.) Ubeyduiîah b. Ziyad isminde pek zâlim ve hunhar birini Basra'ya vali tayin etmiş. Bu zât Muâvİye'nin oğlu Yezîd zamanında dahî orada vali kalmış. Bir gün Hz. Ma'kıl, Ubeydullah'm yanma girerek ona şu sözleri" söylemiş :

— Yapmakta olduğunu gördüğüm işlerden vaz geç; Ubeyduiîah :

— Onlardan sana ne? mukabelesinde bulunmuş. Makıl (R. A.) Oradan mescide gitmiştir. Yanında bulunanlar :

— Bu sefihle âlem arasında konuşup da ne yapacaktın? demişler. Makıl (R.A.) :

— Bildiğim bir şey vardt; Ölmeden onu kendisine âlem yanında söy­lemek İstemİşdim; demiş. Bundan sonra Hz. Maktl (R. A.) hastalan­mış, ubeyduiîah kendisini dolaşmağa gelince, Makıl (R. A.) :

— Ben sana Resûlüllah (S.A.V.)'den duyduğum bîr hadîs rivayet edeceğim; diyerek söze başlamış ve yukarıdaki hadîsi rivayet etmiş.

Bu bâbta Taberânî güzel bir isnadla şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Hiç bir hükümdar ve vali yoktur ki idaresi altındaki halka hıyanet ederek bir gece geçirsin de Allah ona cen­neti haram kilmasm. Hâlbuki kıyamet gününde cenne­tin kokusu yetmiş yıllık mesafeden duyulur.» Bu bâbta /mam Ahmed b. HaribeV in, Hâkim'in ve başkalarının tahrîc ettikle­ri hadîsler de vardır.

Gışş: Sadâkatin zıddıdır. Hükümdar ve vali gibi kimselerin gışş yapması, idareleri altındaki insanlara zulmetmek, mallarını ellerinden almak, kanlarını dökmek gibi şeylerle olur. Bir vazifeye, ehli varken nâ-ehil olanı ta'yin etmek de gışş'da dâhildir.

Hadîsler gışş'în haram ve büyük günahlardan olduğuna delâlet et­mektedirler. Zîrâ cennetin haram kılındığı bildirilmek sureti ile tehdid Kur'ân-ı Kerîm'de kâfirler hakkında vârid olmuştur. Vâkıâ ehl-i sün-net'e göre büyük günâh işleyenler kâfir olmaz; binâenaleyh cehennem­de ebedî kalmazlarsa da cezaları son derece şiddetli ve ağır olacağında şüphe yoktur. îbni Battal şöyle diyor: «Bu, zâlim hükümdar­lara şiddetli bir tehdittir. Her kim Allah'ın kendisine emânet ettiği kul­larını ihmâl eder yâhud onlara hıyanet ve zulümde bulunursa kıyamet gününde onların hakları kendinden istenecektir. Acaba koskoca bir mil­lete yaptığı zulmün hesabını nasıl verecektir?»

Allah'ın cennet'i haram kılmasından murâd: tehdidini infaz etme­si ve mazlumlar nâmına razı olmasıdır.[672]



1518/1285- «Âişe radıyallahü ankâ'dan rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve selîem :

— Yâ Rabbİ, her kim ümmetinin bir işini üzerine aîır da onlara güçlük çıkarırsa sen de ona meşakkat ver; bu­yurdular.»[673]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

ResûlüMah (S.A.V.)'in bedduasında meşakkat dilemesi, ceza amel cinsinden olsun diyedir. Hadîs-i şerifin tamamı şöyledir:

«Ve kim ümmetinin bir işini üzerine alır da onlara hoş muamele ederse sen de ona hoş muamele eyle.» Ayni ha­dîsi Ebu Avâne «Sahihe inde buna yakın lâfızlarla rivayet etmiştir. Bu hadîs âmir mevkiinde bulunanların idareleri altında olan­lara kolaylık göstermeleri ve onlara hoş muamele yapmaları îcâb ettiğine delildir.[674]



1519/1286- «Ebu Hüreyreradıyallahü anVdan rivayet edilmiştir.Demiştir ki: Resûlüllah salîallahü aleyhi ve sellem :

— Sizden biriniz bîrfte kavga ederse yüze vurmak­tan sakinsin; buyurdutar.»[675]



Hadîs müttefekun aleyh'dir.

Bu hadîs, yüze şamar ve tokat vurmanın haram olduğuna delâlet ediyor. Nehyin sebebi: yüzdeki uzuvların nâzik ve bütün güzellikleri kendilerinde toplamış olmalarıdır. Yüze vurulunca bu letafet ve güzel­lik bozularak yüz fena halde çirkini e şebi Ur. Bittabi bu onun için bir noksanlık olur.

Hadîsteki nehî terbiye için olsun, başka- bir maksada mebnî olsun her nev'i vuruşa âmm ve şâmildir.[676]



1520/1287- «(Yine) Ebu Hüreyre radtyaîlahu anh'dan rivayet olun­duğuna göre bir adam :

— Yâ Resûlâllah, bana tavsiyede bulun; demiş. Resûlüilah Salîal-îahü aleyhi ve selîem:

— Gazablanma; buyurmuş. Adam (bu sözü) defalarca tekrar­lamış; Pepgamber Saîlallahi aleyhi ve selîem her defasında:

— Gazablanma; buyurmuşlardır».[677]



Bu hadîsi Buhâri tahrîc etmiştir.

İmam Ahmed b. HaribeVin rivayetine göre tavsiye isteyen zâ­tın ismi Cariye b. Kudâme'dir. Başka bir hadîsde isminin Süfyan b. Ab-dillâh-İ Sakafi olduğu zikredilmiştir. Bu zât demiştir kî;

«Dedim ki:

— Yâ Resûfâilah, bana istifade edeceğim bir söz söyle, ama az ol­sun; Resûiüllah (S.A.V.) :

— Gazablanma; sana cennet vardır; buyurdular.» As-hâb-ı Kirâm'ın diğerlerinden de buna benzer hadîsler rivayet olun­muştur.

Hadîs-i şerif gazaplanmayı nehyediyor. Bu nehî, Hattâbi'mn dediği gibi gazabı mucip olan şeylerden sakınmayı nehîdir. Nefs-i gazâb nehyedileniez. Çünkü fıtrî bir şeydir. Bazıları «burada nehyedi-len şey gazab değil, gazabı doğuran kibirdir. îzzet-î nefsini yatışıncaya kadar tevazu' gösteren, gazabın şerrinden kurtulur.» demişlerdir. Peygamber (S.A.V.) 'in yalnız bu sözle iktifa etmesi bazılarına göre soran zâtın gazaplı olmasındandır. Fahr-î Kâinat (S.A.V.)'m âdeti herkese yaraşan cevabı vermekti. Âlâ ile ednâya tenbih kabilinden ol­ması ihtimali de vardır. Zîrâ gazap, nefisle şeytandan gelir. Bu iki şe­ye galebe çalan başkalarına karşı nefsine evleviyetle hâkim olur. Ga­zap ve İlâcı hakkında biraz yukarıda söz geçmişti.[678]



1521/1283- «Havletü-Ensâriyye mâtyallaku anhâ'dan rivayet olunmuştur.Demiştir ki: Resûlüilah sdllallahû aleyhi ve seîîem:

— Gerçekten bazı adamlar râ-hak yere Allah'ın malı­na dalıyor. Onlara kıyamet gününde cehnnem vardır; buyurdular.»[679]



Bu hadîsi Buhâri tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerif, şer'an hakkı olmıyan kimselerin Allah'ın malından (yani zekât ve emsalinden) bir şey almalarının haram ve cehennemde yanmayı îcabeden günhlardan olduğuna delildir, «dalıyorlar» tâ'biri ihtiyaçlarından fazla aldıklarına ve bunun çirkin birşey olduğuna işa­rettir. Mâlî işlere bakanların ihtiyaçlarına göre Allah hakkı mallardan istifade edebileceklerini ihtiyaçtan fazla bir şey alamayacaklarını yu­karıda görmüştük.[680]



1522/1289- «Ebu Zerr radıyallahu anh'dan Peygamber sdllallahû aleyhi ve sellem'ln Rabbîsinden rivayet ettiği kudsi hadîsler meyan ın-da kendilerinden (şunu) duyduğu rivayet olunmuştur:

— Teâlâ Hazretleri buyurdu ki: Ey kullarım, bu zulmü kendime haram kıldım; onu sizin aranızda da ha­ram kıldım. Binâenaleyh bir bîrinize zulmetmeyin»[681]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir. Cenâb-ı Hak, Kur'ânı Kerîm'de;

«[682] Rabbın kullanrına hiç zâlim değildir» buyurarak, zulmetmedi­ğini bize haber vermiştir.

Tahrîm: lûgaten, bir şeyi men etmektir. Şer'an ise faili azaba müs­tehlik olan şey demektir. Bu mânâ Teâfâ Hazretleri hakkında şüphe­siz doğru değildir. Burada murâd: Allah'ın zulümden münezzeh oldu­ğunu anlatmaktır. Şu halde zulümden münezzeh yerine mecazen tahrîm denilmiştir. Çünkü memnu' olan bir şeyle zulmün aralarında müşterek bir vasıfları vardır ki, o da her ikisinin yapılmamasıdır.

Aflah zütcefâl hakkında zulüm, müstehîldir. Zîrâ zulüm örf dilinde: ya gayrı milkinde tasarruf yâhûd haddi tecâvüz; mânâlarında kullanı­lır ki bunların ikisi de Teâlâ Hazretleri hakkında muhaldir. Çünkü bü­tün cihanın mâliki o, kudret ve azâmetîle her şeyde hakikî mutasarrıf odur.

Zulüm, aklen de çirkin olan bir şeydir. Sâri' Hazretleri onu aklın anladığı mânâda takrir buyurmuş; üstelik çirkinliğini daha da büyülte­rek zulmedenleri azâbla tehdîd eylemiştir. Zâlim iki cihanda hâib ve haşirdir.[683]



1523/1290- «Ebu Hüreyre radıyallahu anft'dan rivayet olunduğuna göre Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem (ashabına) :

— Bilirmisiniz gîbet nedir? buyurmuş. Ashâb :

— Allah ve Resulü bilir; demişler. Rcsûlüüah sallallahü aleyhi ve sellevu :

— Din kardeşini, hoşlanmadığı bir şeyle anmandir; buyurmuşlar. (Bu arada) :

— Ya söylediğim şeydin kardeşimden varsa ne buyurursun? diyen­ler olmuş. Peygamber, sallallahü aleyhi ve sellem:

— Eğer söylediğin şey onda varsa onu muhakkak su­rette gîbet ettin; şayed yoksa İftira ettin (demektir.); bu­yurmuşlardır.»[684]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerif, adetâ :

«[685] Bir bîrinizi gîbet etmeyin» âyeti kerîmesinde zikredilen gîbetin tefsiri mesabesinde olup gîbetin hakikatim göstermektedir.

«en-Nihâye» nâm kitapta zikredildiği vecihle gîbet; bir insanı arkasından ktülükle anmaktır; velev ki o kötülük kendisinde bulun­sun. İmam Nevevi «el-Ezkâr» adlı eserinde İmam GazâU'ye tebean şöyle diyor: «Bir kimseyi bedenî hususunda veya dini, dünyası, nef­si, ahlâkı, malı, annesi, babası, evlâdı, karısı yâhud hizmetçisi hak­kında yâhud hareketi, konuşkanlığı veya dürük çehreli oluşu ve şâi­re gibi kötülenebilecek hususatta, hoşlanmadığı bir şeyle anmaktır. «Gîbetin dil ile yâhûd kaş-göz işaretile yapılması hükmen hep bir­dir.

«Din kardeşini hoşlanmadığı şeyle anmandır.» cümlesi, yüzüne karşı ve gıyabında yapılan bütün zemleri şâmildir. Ulemâ'dan bir cemâatin mezhebi budur. Bu takdirde hadîs, gîbetin şer'i mânâsını beyân etmiş oluyor. Lügat mânâsının gayp'dan alındığına bakılırsa gî­betin ancak bir kimsenin gıyabında olacağı anlaşılır. Ulemâ'dan bazı­ları, gîbetin şer'i mânâsîle lügati mânâsının bir birine muvafık oldu­ğunu tercih ederler; ve bu bâbta şu hadîsi delil gösterirler:

«Din kardeşinin yüzüne karşı söylemekten çekindiğin şey gîbettîr.» Bu hadîs Ebu Hüreyre hadîsini tahsis etmiş oluyor. Ulemâ'nın tefsirleri de bu mânâya gelmektedir. Çünkü bazıları gîbeti tefsir ederken : «Bir kimsenin gıybanda aybım söylemektir.» demişler diğerleri az yukarıda görüldüğü vecihle: «Bir insanı arkasından bir kö­tülükle anmaktır; velev ki o kötülük onda bulunsun.» şeklinde izahda bulunmuşlardır, Maamâfih bir kimsenin ayıbını yüzüne vurmak gîbet sayılmasa bile yine haramdır; çünkü ona ezadır.

«Din kardeşi» ta'birinden, mefhum-u muhalif yolu ile kâfirin gîbet edilebileceği anlaşılır. B\ı hususda îzâhât verilmiştir. İbnül-Münzir diyor ki: «Bu hadîsde yahûdî, hırıstiyan ve şâir dinler men­supları gibi müslümanlara kardeş sayılmayanlarla işlediği bid'at kendisini dâire-i islâm'dan çıkarmış olanlara yapılan gîbetin, gîbet sayılmayacağına delîl vardır.»

«Kardeş» ta'biri, gîbetçiyi gîbetten vaz geçirmek içindir. Zîrâ kardeşe düsen vazife gîbet değil, kardeşine şefkat, merhamet ve onur; kusurlarını ört bas etmektir.

«Hoşlanmadıği bir şeyle anmandır.» ifâdesi de gösteriyor ki gıyabında söylenen ayıplarından hoşnutsuzluk duymayan fâsik ve Hacirlerin zemmi, gîbet hükmüne girmez. Gîbetin haram olduğu dînen ma'lûm ve müttefekun aleyh ise de büyük veya küçük günahlardan sayılacağı meselesi ihtilaflıdır. Kurtubî, büyük günahlardan sayıl­dığına icmâ' nakletmiş; ve büyük günah olduğuna şu hadisle istidlal etmiştir.

«Şüphesiz ki sizin kanlarınız, ırzlarınız ve mallarınız birbirinize haramdır.»

İmam Gazali ile Şâfiîîer'den «el-Umde» nâm eserin sahibi, gîbe­tin küçük günâh olduğuna kaildirler. Evzâi: «Bu iki zâttan başka gîbetin küçük günah olduğunu söyleyen görmedim.» diyor. Zerkeşî de şöyle demektedir: «Ölü yemeyi büyük günâh sayıp da gîbeti öyle saymayanlara şaşarım. Halbuki Allah onu ölü insan eti yemenin hük­münü vermiştir...»

Ulema-i Kiram gîbetten altı şeyi istisna etmişlerdir:

1— Mazlumun: filân bana zulmetti ve malımı aldı; yâhûd: filân zâ­limdir; demesi caizdir. Yalnız kendisine şikâyet ettiği kimsenin o zulmü gidermeye veya azaltmaya muktedir olması lâzımdır. Buna delil Ebu Süfyan'ın karısı Hind'in Peygamber (S.A.V.) 'e kocasını şikâyet eder­ken: «Hakikaten bu adam cimridir.» demesidir.

2— Yapılan bir kötülüğü değiştirmeye muktedir gördüğü bir kim­seye: Filân kimse falan hakkında şöyle yaptı; diyebilir.

3— Hâkime: Filân bana zulmetti; ondan kurtulmanın çaresi nedir? diyebilir.

4— Müslümanları aldatmaktan kurtarmak için hadîs râvîlerîle şe­hitleri ve keza; ehli olmadığı halde fetva' veya tedrise özenen kimse­leri cerhetmek caizdir.

5— Fâsiklarla ehl-i bid'atı, alenen yapmakta oldukları ma'sîyetlerle anmak caizdir.

6— Ta'rif için bir kimsenin körlük ve topallık gibi kusuru söylene­bilir.

Bu altı müstesna şu beytte toplanmıştır:

«Zemm altı şeyde yani; zulümden şikâyetçi, ta'rifçi, sakındırıcı, alenen fisk işleyen, fetva isteyen ve bir kötülüğün giderilmesi hususun­da yardım dileyen hakkında gîbet değildir.»[686]



1524/1291- «(Bu da) ondan rivayet edilmiştir. -radıyaUahü anh-Demlştir ki: ResûfüİIah saîîdUahü aleyhi ve sellem:

— Bir birinize hasetlik çekmeyin; yalandan fiyat art-tirmayın; bir birinize buğzetmeyin; küsüşmeyin; biri­niz diğerinin satışı üzerine satış yapmasın. Allanın (bîr bîrine) kardeş (çe muamele eden) kullan olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Tekvâ şuradadır. (Bunu söylerken) Resûlüllah SaîîaUaki aleyhi ve sellem göğsüne işaret ediyor; ve üç de­de tekrarlıyordu.

— Müslüman kerdeşini tahkir etmesi bir kimseye kö­tülük namına kâfidir, müslümanın müslümana, malı. ca­nı, ırzı., ve her şeyi haramdır; buyurdular.»[687]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir. Kaadi İlyâz Cümlesinin:

şeklinde de rivayet edildiğini fakat doğrusu birinci rivayet olduğu­nu söylüyor. İkinci rivayete göre mânâ «ahd-u Peymânını bozmaz» de­mektir.

Hadîs-i şerif, dînen memnu olan bir kaç meseleye delâlet ediyor şöyle ki:

1— İki kişinin birbirlerine hasedlik çekmesi haramdır. îki taraf­tan hasetlik çekmenin hükmü bu olunca, yalnız bir taraftan çekilenin hükmü evleviyetle haram olur. Çünkü kendisine hased edene hasetle mukabelede bulunmak, kötülüğü kötülükle karşılamak kabilinden oldu­ğu halde yine haram kılınırsa karşılığında hiç bir kötülük olmayan ha-sedliğin haram edilmesi evleviyette kalır. Hasedin tahkiki, babımızın ilk hadîsinde geçmişti..

2— Münaceşe dahî alış veriş bahsinde görülmüştü. Bunun nehye-dilmesi düşmanlığa sebeb olacağı içindir.

3— Bir birine buğzetmenin hükmü aynen hasedliğin hükmü gibidir. Ancak mezrnum olan buğz dünyevî hususata âid olandır. Allah için buğzetmek ise vaciptir,

4— Bir birine küserek alâkayı kesmek, gördüğü zaman sırt çevir­mek memnu'dur. İbni Abdilberr diyor ki: «yüz çevirmeye tedavur de­nilir. Çünkü bir kimseye buğzeden ondan yüz çevirir ve arkasını döner. Sevenin hâli bunun aksinedir. «Bazılarına göre tedâbürün mânâsı düşmanlık etmektir. İmam Mâlik'in «el-Muvatta'» nâm eserinde Züh-rî'den naklen tedâbürün selâmdan yüz çevirmek mânâsına geldiği ri­vayet olunur.

5— Müslümanın din kardeşinin satışı üzerine satış yapması mem­nu'dur. Bu da alış veriş bahsinde görülmüştür. İbni Abdilberr burada şunları söylemiştir: «Bu hadîs, müslümana buğzederek ondan yüz çevir­menin ve onunla dost iken hiç bir şer'i suçu olmaksızın alâkayı kesme­nin, ona Allah'ın in'âm ve ihsan ettiği şeylere hasedlik çekmenin haram kılındığını İfâde ediyor. Sonra din kardeşine kan kardeşi muamelesi yap­mayı, kusurlarını araştırmamayı müslümana emrediyor. Bu hususda hâ­zırla gâib ve ölü ile diri arasında bir fark yoktur. Mezkûr beş nehîden sonra :

— Allahin (bir birine) kardeş (çe muamele eden) kullan buyurarak müslümanları Allah'ın emrine imtisâle teşvik etmiş; ve (ibâd) kelimesiyle kulluğun Allah'ın emirlerine imtisal gerektirdi­ğine işaret eylemiştir.

Kurtubî'ye göre mânâ : «Ey müslünıanlar, şefkat, merhamet, muhabbet, yardım ve nasihat hususunda kan kardeşleri gibi olun:» demektedir.

«Müslüman müslümanın kardeşidir.» dedikten sonra kar­deşlik hukuku nâmına, zulmetmeyi zikretmesi müslümanın şerefini gös­termek için yapılmış bir tahsistir. Yoksa zulüm kâfire de yapılsa ha­ramdır.

«Takva şuradadır» buyurması, takvanın esasen kalpte bulu­nan Allah korkusuna, murakabeye ve amellerdeki ihlâs ve samimiyete istinâd ettiğini göstermek içindir. Nitekim imam Müslim'in rivayet ettiği: «Şüphesiz Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize değil, lâkin kalplerinize bakar.» mealindeki hadîs de ayni mâ­nâya delâlet eder. Yani mücâzât ve muhasebe işleri zahirî şekil ve su­rete göre değil, kalplerdeki niyetlere göre olacaktır.

Hadîs-i şerif, bir müslümanın din kardeşini tahkir etmekten başka hiç bir suçu olmasa şer nâmına yalnız bunun kâfi geelceğine ve o kim­senin kötü sayılacağına delâlet ediyor.[688]



1525/1292- «Kutbetü'bnü Mâlik radıyallahu ahh'âan rivayet o[un-muştur. Demiştir kî: Resûlüllah sdllallahü aleyhi ve setİem:

— Allahım, beni ahlâk, amel, heves ve hastalıkların rnünkerlerinden ırak kıl; buyurdu.»[689]



Bu hadîsi Tirmizî tahrîc etmiştir. Hâkim onu sahîh bulmuştur. Lâ­fız Hâkim'indir.

Ahlâk kelimesi hulûk'un cem'idir. Kurtuhî ahlâkı şöyle ta'rif ediyor: «Ahlâk, insanın bir takım vasıfları olup bunlarla başkala­rına muamele eder.»

Ahlâk iyi ve kötü olmak üzere iki nev'idir. îyı ahlâk: Avf, hilim - sabır - cömerdlik, merhamet, ezaya tehammül, hacet bitirmek, ağır başlılık ve şâiredir. Kötü ahlâk ise: bunun zıddı yani münkerattır İri, hadîs-i şerîfde Peygamber (S.A.V.) 'in:

Irak kil; diye Rabbı'na niyaz ettiği şeylerdir.

Hevâ ve hevesin münker olanları, şer'an makbul olup olmadığına bakmaksızın nefsin arzularına uyarak yapılan şeylerdir.

Hastalıkların münker olanları ise Peygamber (S.A.V.)'in istiâze et­tiği cüzzam ve bars gibi nefret uyandırıcı hastalıklarla, verem, kanser gibi öldürücü illetlerdir.[690]



1526/1293- «İbni Abbas radıydllahu anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah salldllahü aleyhi ve sellem:

— Din kardeşinle münakaşa yapma; onunla şakalaş­ma ve ona bir vaadde bulunup da sözünden dönme; buyur-dular.»[691]



Bu hadîsi Tirmîiî zaîf senedle tahrîc etmiştir. Bu mânâda bahusus münakaşa hakkında bir çok hadîsler var­dır ki, Teberânî'nin rivayet ettiği uzun bir hadis bunlardandır. Mez­kûr hadîse göre: Ashâb-ı kira m'dan bir cemaat şöyle demişlerdir: «Biz din hususunda bir şey hakkında münakaşa ederken Resûlüllah (5.A.V.) yanımıza çıka geldi. Hâlimizi görünce misli görülmedik bir şekilde ga-zaplandı, sonra bizi azarlayarak buyurdu kî:

— Ey ümmet-i Muhammedi bununla mı emrolundu-nuz? Sizden önce geçenler ancak böyie şeylerle helak olundular. Hayrı az olduğu için mücadeleyi bırakın. Mü­nakaşayı bırakın; çünkü mü'm in münakaşa yapmaz. Mü­nakaşayı bırakın; çünkü münakaşacının zarar ziyanı ta­mam olmuştur. Münakaşayı bırakın zîrâ münakaşacıhk-ta devam etmen günah yönünden kâfidir. Münakaşayı bırakın; çünkü kıyamet gününden ben münakaşaciya şe­faat etmem. Münakaşayı bırakın; çünkü samimi olarak münakaşayı terkeden için ben cennetde, cennet bahçele­rinin aşağı, orta ve üst kısımlarında olmak üzere üç ta­ne köşk tekeffül ediyorum.Münakaşayı bırakın, çünkü Put Perestliği yasak ettikden sonra Rabbımın beni ilk nehyettiği şey budur.»

Buharı ile Müslim müttefîkan şu hadîsi rivayet ederler:

«Hiç şüphe yok ki Allah indinde insanların en buğza şayan olanı çok mücadele ve münakaşacı olanıdır.»

Bundan murâd: şiddetli münakaşa yaparak muhatabına galebe çalan­dır.

Münakaşa mânâsına gelen «mira» in hakikati, sırf muhatabı tah­kir ve kendisinin ona üstünlüğünü göstermek maksadîle onun sözlerini cerh ederek yanlışını bulmaktır. Mezhepleri takrir ve izahta cidal keli­mesi kullanılır. Husumet ise: mal ve şâire elde etmek için musırrâne münakaşada bulunmaktır. Aralarındaki fark: münakaşanın yalnız i'tirâz suretile cereyan etmesi, husûmetin bazan i'tirâz bazan da iptidaen yapılmasıdır. Hakikati meydana çıkarmak maksadîyle yapıl ma zlarsa bunların hepsi çirkindir. Bittabi ehl-i ilm'in münazaraları, her ne ka­dar cidalden hâli kalmasa da yasak edilen münakaşalara dâhil değildir. Bu bâbta icmâ' vardır.

Hadîs-i şerif mizahı da yasak etmektedir. Mizah, şaka demektir. Memnu1 olan şaka, dargınlık ve ayrılığa sebebiyet veren veya bâtıla âit olanlardır. Hatır yıkmayan tatlı şakalar memnu' değildir. Tirmizî'-nin Hz. Ebu Hiireyre'den tahrîc ettiği bir hadîsde şöyle buyrulmaktadır.

Ashab :

— Yâ Resûlâllah! gerçekten sen bizimle şakalaştyorsun; dediler. Peygamber (S.A.V.) :

— Ben Hak'dan başka birşey söylemem; buyurdular.»

Hadîs-i şerif, vaadden dönmeyi de nehyediyor. Bunun münafıklara âid sıfatlardan olduğunu yukarıda görmüştük. Ancak sözünde durmak niyetiyle vaad ederek bir mâ'niden dolayı sözünü yerine getirmeyen buradaki nehîde dâhil değildir.[692]



1527/1297- «Ebu Sâid radıyaîlahu anh'dan rivayet edilmiştir. De­miştir kî: Rcsûlüllah saîlaîlahü aleyhi ve sellem:

— İki haslet vardır; bunlar bir mü'minde bulunamaz­lar: cimrilikle kötü ahlâk; buyurdular.»[693]



Bu hadîsi Tİrmizî tahrîc etmiştir. Senedinde za'f vardır.

Buhl: cimrilik, pintilik, demektir. Bunun örfen ve şer'an çirkin ve mezmun olduğu ma'lûmdur. Bir çok âyet ve hadîslerde cimrilik zem-medilmiştir. Ulemâ yalnız cimriliğin mikdarında ihtilâf etmişlerdir. Bu ciheti de yukarıda görmüştük. Şunu da ilâve edelim ki ulemâ'dan ba­zıları: «Zekâtını veren cimri sayılmaz» demişlerse de İmam Gazali buna i'tirâz etmiş; ve cimrilikten kurtulmak için haddi kâfi görme­yerek şöyle demiştir: «Çünkü bir dâne ağırlığı noksanlıktan dola­yı kasaba eti, fırıncıya ekmeği iade eden bülittifak bahil sayılır. Keza hâkimin çocuklarına takdir ettiği nafakayı kendilerine teslim ettikten sonra malından çocuklarının bir lokma veya bir hurma dâ~ nesi yemelerini çok gören baba da böyle olduğu gibi, önünde ekmek bulunan bir kimsenin, isteyecek diye yanma gelenden onu saklaması da bahillik sayılır.» Ancak GazâlVnin söylediği örfen cimriliktir; örfen cimrilik azabı müstelzim değildir.

Güzel ahlâk hakkında îzâhât yukarıda geçmişti. KÖtÜ ahlâk hususunda da hadîsler çoktur. Hâkim'in tahrîc ettiği bir hadîsde :

«Kötü ahlâk, sirkenin balı bozduğu gibi ameli bozar.»

buyurulmuştur. Hatib şu hadîsi rivayet eder:

«Muhakkak her şeyin bir tevbesi vardır. Yalnsz kötü ahlâk sahibi müstesna. Çünkü o bir günahdan tevbe ederse ondan daha kötüsüne düşer.» Tinnisî ile İbni Mâce dahî şu hadîsi tahric etmişlerdir.

«Kötü huylu olan cennete giremez.»

Hadîsdeki, «mümin» den murad; İman-ı kâmil sahibidir. Yani kâmil imanlı bir mü'minde bahilik ve kötü huy bulunamaz. Yâhud zekâtını vermeyen mü'min kasdedilmiştir. Mü'min lâfzı müslümam bu iki şeyden nefret için de zikredilmiş olabilir.[694]



1528/1295- «Ebu Hüreyre radtyallahu anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve selîem:

— Bir birine şovenlerin söyledikleri (n'n vebalı) maz­lum olan tecâvüz etmedikçe söze başlayanın üzerinedir; buyurdular.»[695]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

Hadîs-i şerif, birinden eziyet gören kimsenin ona eziyet mikdarınca mukabele edebileceğine ve bu mukabele günah olsa da, vebali ezi­yeti yapana âid olduğuna, delâlet ediyor. Çünkü mukabeleye sebeb olan, eziyeti yapandır. Ancak cevap veren ileri giderse fazla sözünün vebali kendine olur. Zîrâ kötülüğün cezası ancak o kötülük mikdarmda olur. Bununla beraber karşılık vermeyerek sabretmek efdâldır. Sabit olmuş bir hakikattir ki: Resûlüllah (S.A.V.)'in huzurunda bir adam Hz. Ebu Bekir (R.A.)'a sövmüş Ebu Bekir (R.A.) susmuş, fakat sonradan ce­vap vermiş. Bunun üzerine Peygamber {S.A.V.) yerinden kalkmış ken­disine meseleyi sormuşlar. Fahr-i âlem (S.A.V.) :

— Hakîkaten Ebu Bekir sustuğu zaman onun namına bir melek cevap veriyordu; fakat hakkını kendisi alınca şeytan geldi; buyurmuştur.[696]



1529/1296- «[697] Ebu Sırme radıyallahu anh'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlülİah sallaîlahü aleyhi ve seîîem:

— Her kim bir müslümana zarar verirse Allah'da ona zarar verir; kim bir müslümana meşakkat verirse Allah ela ona meşakkat verir; buyurdular.»[698]



Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Tîrmiiî tahrîc etmişlerdir. Tirmizî onu hasen bulmuştur.

Hadîs-i şerîf ne suretle olursa olsun müslümana eziyet vermenin memnu' olduğuna delildir. Yani bir müslümana malı, canı, veya ırzı hususunda haksız olarak zarar yaparsa Allah Teâlâ ona ameli cinsinden olmak üzere zarar verir.

Musakka: münâzea demektir. Yani bir kimse bir müslümanla- zu­lüm ve tecavüz suretiyle kavga ederse Allah ona da uygun bir ceza ol­mak üzere meşakkat verir.[699]



1530/1297- «Ebu'd-Derdâ' radıydllahu anft'dan rivayet edilmiş­tir. Demiştir kî: Resûlüüah salaîlahü aleyhi ve sellem:

— Şüphesiz ki Allah pis pis lâflar eden ahlâksıza bllğzeder; buyurdular.»[700]



Bu hadîsi Tİrmm tahrîc etmiştir. Tirmizî'nin İbni Mes'ud'dan merfu' olarak tahrîc ettiği rivayette «Mü'min ta'n ve lâ'net de etmez ahlâksızca ve pis pis de konuşmaz.» buyurulmuştur. Tîrmizî bu­nu hasen bulmuştur. Hâkim onu sahîhlemiş; Dâre Kutnî ise mevkuf ol­duğunu tercih etmiştir.

Buğz: Sevginin zıddıdır. Allah'ın kuluna buğz'u, ona ikramda bu­lunmayıp bilâkis azap etmesidir.

Beziyy : Pis pis lâkırdılar eden; demektir. Bittabi bu sıfat müs­lümana yakışmaz. Nitekim TirmizVnin rivayeti de ayni mânâya de­lâlet etmektedir.

Ta'n: Söğmektir. Ta'n ve lâ'net sigaları mübalâğalı ism-i fail sigasîle kullanılmışlarsa da lâ'net hükmünün sübütu için mübalâğaya ha­cet yoktur. Çünkü lâ'netin azı da çoğuda memnu'dur.

Hadîs-i şerîf, söğmekle lâ'netin, kâmil bîr mü'minin sıfatı olama­yacağına delâlet ediyor. Ancak kâfir, sarhoş ve Allah ile Resûlü'nün lâ'net ettikleri kimseler müstesnadır. Onlara Iâ'net caiz görülmüştür.[701]



1532/1298- «Âİşe radıyallahu anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiş­tir ki: Resûfüllah sallallcthü aleyhi ve sellem:

— Ölülere soğmeyin; zîrâ onlar gönderdikleri {amelleri) ne varmışlardır; buyurdular.»[702]



Bu hacHsi Buharî tahrîc etmiştir.

Ölülere söğmek mü'mİn ve kâfire şâmil olmak üzere her ölü hak­kında memnu'dur. Buna sebep olarak Peygamber (S.A.V.) hâl-i hayat­larında işledikleri amellere kavuşmalarını beyân buyurmuştur. Artık cnJarm işi Allah'a kalmıştır. Hadîs-i şerîf «Cenaze bahsi» nin sonunda îzâliı ile geçmişti.[703]



1533/1299- «Huzeyfe radıyallahu anh'dan rivayet olunmuştur.De­miştir kî: Resûlüllah sdllalîahü aleyhi ve sellem:

— Hiç bir koğucu cennete giremez; buyurdular.»[704]



Hadîs miittefekun aleyh'dir,

Kattât : nemmâm demektir. Hadîsin bir rivayetinde kattât yerine nemmâm denilmiştir.

Nemmâm: Koğucu; lâf taşıyan mânâsına gelir. Bazıları kattât ile nemmam arasında fark bulurlar. Nemmâm başkalarına eriştirmek için kıssayı hazırlayanlardır. Kattât: bilmediği bir şeyi dinleyip başkalarına nakledenidir. Nemime'nin hakikati: ara-bozmak için Ötekinin berikinin konuştuklarını bir birlerine ulaştırmaktır. İmam GazâU; «Bunun haddi: meydana çıkması hoş görülmeyen şeyi açığa vurmaktır. Ken­disinden lâf alınan veya lâf götürülenin yâhûd üçüncü bir şahsın kız­ması bu bâbta müsâvî olduğu gibi açığa vurmanın da sözle veya işa­ret yâhud yazı ile yapılması arasında bir fark yoktur.» diyor.

Nemime hakkında bir çok hadîsler vârid olmuştur. Taberânî mer'fu olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir.

«Hasedci, koğucu ve falcı bizden değildir; ben de on değilim.»

Nemime'nin vâcib olduğu yer de vardır. Meselâ bir kimseye zulmet­mek veya onu öldürmek isteyen biri görüldü mü derhal o kimseyi isim vermeksizin korunmaya da'vet etmek, gerekirse zâlimin adını da söy­lemek vâcib olur.

Hadîs-i şerîf koğuculuk günahının pek büyük olduğuna delildir. Ha­fız el - Münzirî: «Ümmet koğuculuğun haram kılındığına ve Allah in­dinde en büyük günahlardan olduğuna icmâ' etmiştir.» demiştir.[705]



1534/1300- «Enes radıyalîahu anh'dan rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: ResûlüHah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Her kim gazabını yenerse Ailah ona azap etmekten vaz geçer; buyurdular.»[706]



Bu hadîsi Taberâni «el-Evsat» da tahrîc etmiştir. İbni Ebi'd Dünya (nın kitabın) da bu hadîsin İbni Ömer'den bir şahidi vardır.

Gazap hakkında şimdiye kadar bir çok yerlerde söz geçti. Bu ha­dîs gazabı yenerek, onun muktezâsınca hareketten nefsi men' etmenin fazileti hakkındadır. Gazabı yenmek kolay bir iş değildir. Onu başara­bilmek için sabır, hilim ve nefisle mücâhede lâzımdır. Bundan dolayı­dır ki Teâlâ Hazretleri ona mükâfat olarak azaptan vaz geçmeyi va'detmiştir.[707]



1536/1301- «Ebu Bekr-i Sıddîk radıydlîahu anh'dan rivayet olun­muştur. Demiştir ki: Rasûlüllah sdllallahü aleyhi ve selîem:

— Cennete, şarlatan, bahîl ve geçimsiz (olanlar ilk elde) giremez; buyurdular.»[708]



Bu hadîsi Tirmizî tahrîc etmiş; ve onu ikiye bölmüştür. İsnadında za'f vardır.

Geçimsizden murâd: Köle ve cariyelerinin hakkını îfâ etmeyen, on­lara ezâ ve cefâ eden, adâb-ı şer'iyyeyi ve farz olan ibâdetleri öğretme­yen, hayvanlarının yemini suyunu ihmâl eden, onlara taşıyamayacak­ları yükü yükleyerek öldüresiye döğen kötü tasarruflu kimselerdir. Ha­dîsin isnadında zaîflik olmakla beraber bir çok şâhidleri vardır. Bazı­larını münasebet düştükçe zikretmiştik. Bu şâhidlerle hadîs zaîf olmak­tan kurtulmuş; hasen derecesine yükselmiştir.[709]



1537/1302- «İbnî Abbas radıyallahu arihümâ'Aan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resulü İlah salallahü aleyhi v? setlem:

— Her kim rızâları olmaksızın bir kavmin konuştuk­larını dinlerse kıyamet gününde onun kulaklarına ânük (yani kurşun) dökülecektir; buyurdular.»[710]



Bu hadîsi Bu hân tahrîc etmiştir.

«— Yani kurşun» ifâdesi müdreçtir; üst tarafındaki kelimeyi îzâh için zikredilmiştir.

Hadîs-i şerif, sözünün başkaları tarafından dinlenilmesini arzu et­meyen bir kimsenin konuştuklarını, dinleyenin harârn olduğuna delâ­let ediyor. Bu da, ya sarahaten bildirmekle yâhud karine ile anlaşılır. Buhâri'nin «el-Edübü'l Müfred» adlı eserinde Said-i Makburî'den ri­vayet ettiği bir hadîste Hz. Said şöyle demektedir. «İbni Ömer'in yanına uğradım. Yanında bir adam vardı; konuşuyorlardı. Ben hemen yanla­rına sokuldu isem de İbni Ömer göğsüme çarparak: iki kişiyi konuşur­ken buldunmu onlardan için almadıkça- yanlarına dikilme; dedi.» İbni Abdilber: «îki kişi gizlice konuşurken hiç bir kimsenin onların ya­nına girmesi caiz değildir.» diyor. Musannif a göre gizli konuşan iki kişinin yanında izinsiz oturmak da caiz değildir; isterse onlardan uzak bir köşeye oturmuş olsun. Çünkü onların baş başa kalarak giz­lice konuşmaya başlamış olmaları, konuşacaklarını gizlediklerine de­lâlet eder. Bazı kimseler konuşulan sözden bir kaç cümle işitmekle derhal mevzuun mâhiyetini anlayıverirler. Binâenaleyh izin almak şarttır.

Elbiseyi yoklamak, koklamak, küçüklere evde ne konuşulduğu­nu veya ne yapıldığını sormak dahî başkalarının konuşmasını dinle­mek hükmündedir. Şu kad«r var ki âdil bir kimsenin münkerâta dâir verdiği bir habere istenâden, o münkeri defetmek maksadîle iki kişinin ne konuştuklarını izinsiz dinlemek caizdir.[711]



1538/1303- «Enes radıyallahu anh'dan rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: Resûlüllah saldllakü aleyhi ve seîlem:

— Ne mutlu kendi kusuru âlemin kusurların (« araştır­mak) dan kendisini alakoyana; buyurdular.»[712]

Bu hadîsi güzel bir isnâdla Bezzâr tahrîc etmiştir.

Tûbâ: Ya bir İsm-i masdardır ve: ne mutlu, müjdeler olsun, hayır ve iyilik senindir, mânâlarına gelir. Yâhûd cennette bir -ağacm adıdır. Hangi mânâya alınırsa alınsın tûbâ, kendi kusurlarîle meşgul olarak onları gidermeye çalışırken başkalarının kusurundan haberi bile olma­yanlaradır. Başkasını ayıplamak isteyen evvelâ kendine bakmalıdır. Bakarsa mutlaka kendinde bir kusur bulacak ve bu kusur onu başkası­nın kusurunu söylemekten men'edecektir.[713]



1539/1304- «İfani Ömer radıyallahu anhümâ'dan rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem:

— Her kim kendini büyük görürse ve yürüyüşünde böbürlenirse huzur-u ilâhîye, Allah kendisine gazaplı ola­rak Clkar; buyurdular.»[714]



Bu hadîsi Hâkim tahrîc etmiştir. Râvileri sikadırlar.

Kendini büyük gSrmek iki suretle olabilir. Ya kendini başkalarından daha ziyâde ta'zim ve hürmete lâyık görür, yâhud kendinin hakîkaten büyük olduğuna inanır. Bu bâb'da İmam Müslim, Tirmizî ve Hâkim, İbni Mes'ud (R. A.J'dan şu hadîsi tahrîc etmişlerdir.Resûlüilah (S.A.V.):

Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete gi­remez; dedi, Bir adam :

— Yâ Resûlâllah, insan elbisesinin güzel ayakkabısının da güzel olmasını İstiyor; dedi. Resûlüilah (S.A.V.):

— Hiç şüphe yok kî Allah güzeldir; güzelliği sever. Kibir, hakkı hiçe saymak ve insanları tahkir etmektir; buyurdular.» Bazıları : «Kibir, hakka karşı büyüklenerek, onu hak gör­memektir.» demiştir; diğerleri: «Hakkı kabul etmemekdir» şeklinde ta'rif etmişlerdir. Nevevî: «Kibrin mânâsı, kendini başkalarından yüksek görerek onları tahkir ve büyüklendiği için hakkı inkârdır.» diyor. Musannif merhum «ez - Zevâcir» nâm eserinde kibri bâtını ve zahirî olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Bâtıni kibir: nefisde bir huy­dur; ve kibir denilmeye asıl lâyık olanda budur. Zahirî kibir, azadan sâdır olan amellerdir. Bu Ötekinin neticesidir.

Bir de uçup vardır ki buna lisanımızda «kendini beğenmek» derler. Kibirle uçup arasında fark vardır. Kibirde kendisine çalım satılan bir şahıs bir de kendisîle büyükîenilen şey vardır. Ucub'da ise yalnız bir şeyi büyültmek vardır. Şâyed onda da üzerine çalım satılan bir şahıs bulunursa o da kibir olur.

Kurula kurula yürümek de büyüklenmekten ileri gelir. Hadîsde bu cümlenin büyüklenme üzerine atfedilmesi kibrin bir nev'ini diğer nev'i üzerine atıf kabîlindendir; ve âdeta: «her kim kibir nev'ilerinden şu nev'i kendinde bulundurursa tehdidi hak etmiş olur» denilmiş gibidir.

Gerek bu hadîs gerekse bu mânâdaki diğer hadîsler kibrin haram olduğuna ve Allah'ın gazabını celbettiğine delâlet ederler.[715]



1540/1305- «Sehl. b. Sa'd radvyallahv, anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: ResulüHah salîallahü aleyhi ve selîem:

— Acele şeytandandır; buyurdular.»[716]



Bu hadîsi Tirmizî tahrîc etmiş ve «basendir» demiştir. Acele: bir işde sür'at göstermektir. Ağır davranmak îcâb den yer­de acele etmsk kötü ise de sür'at îcâbeden yerde makbuldür. Eazıları sür'at İle yavaşlığın arasım bulmuş ve: «dikkat ve vakarla sür'at gös­teren kimse, .bir birine zıd gibi görünen bu iki şeyi bir araya getirmiş olur.» demişlerdir. Burada kaide şudur: umurun en hayırlısı orta ola­nıdır.[717]



1541/1305- «Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: ResûlÜ'Iah salaîîahü aleyhi ve seîlem:

— Uğursuzluk i'tikadı kötü ahlâktır; buyurdular.»[718]



Bu hadîsi Ahmed tahrîc etmiştir. Senedinde za'f vardır.

Kötü ahlâkın hakikati ve bütün kötülüklere sebeb olduğu yukarıda görülmüştür. Hadîs-i şerif güzel olsun, çirkin olsun, bütün huyların ih­tiyarî ve kisbî olduğuna işaret ediyor.

Şü'm: yümn'ün zıddıdir.

Yü'mn: uğur, bereket, fâl-i hayır mânâlarına gelir. Şü'm de uğur? suz saymakda kullanılır.[719]



1542/1307- Ebu'd-Derdâ radıyallahu ci;ı7ı'dan rivayet olunmuştur.

— Şüphesiz ki lâ'netçiler kıyamet gününde ne şefaat­çi olurlar ne de şâhid; buyurdular.»[720]

Bu hadîs-i Mü si im tahrîc etmiştir.

Lâ'net hakkında biraz yukarıda söz geçmişti. Hadîs-i şerif çok çok lâ'net edenlerin, kıyamet gününde Allah şefaatlerini kabul etmeyeceğini haber veriyor. Şehâdet meselesine gelince: bazılarına göre lâ'netçinin kıyamet gününde şehâdeti kabul edilmeyecektir. Yâni bütün ümmetler Peygamberlerin risâlet ve tebliğ vazifelerini yaptıklarına şehâdet ederken bunlar şehâdet edemeyeceklerdir. Diğer bazı ulemâ'ya göre lâ'netçinin şahadeti dünyada kabul edilmez. Çünkü onlar fâsıklar züm­resine dâhil olmuşlardır. Bir takımları: «şehâdetten murâd şehitliktir binâenaleyh bunlara şehitlik mertebesi nasip olmayacaktır.» mütâlâa­sında bulunmuşlardır.[721]



1543/1308- «Muâz b. Cebel radtyaUahu anh'Aan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sdllaîlahü aleyhi ve seUed:

— Her kim din kardeşini bir suçla ayıplarsa o suçu (kendisi de) işlemeden Ölmez: buyurdular.»[722]



Bu hadîsi Tirmizî tahrîc etmiş ve hasen bulmuştur. Fakat senedi münkati'dir.

TirmizVnin onu hasen kabul etmesi şâhidleri bulunduğu için­dir. Bittabi şahitleri bulununca hadîse inkıta' zarar vermez.

Hadîs-i şerîf din kardeşini bir kusurundan dolayı ayıplayandan Al­lah'ın tevfik ve inayeti kaldırılacağını ve bu sebeple o suçu kendiside işleyeceğini bildiriyor. Lisanımızda ki «Kazma kuyuyu komşuna, ken­din düşersin içine.» darb-ı meseli bu hadîsden mülhem olsa gerektir. Yalnız ayıpladığı kimsenin akıbetine uğramak için bazıları, kendisinde o suç bulunmadığına uçup getirerek böbürlenmesini şart koşuyorlar. Bu takdirde: bende bu kusur yok; diye kendini beğenmişlik etmezse, ayıpladığı kimsenin âkibetine uğramayacak demektir.

Hâsılı bir kusur ve kabahati mücerred sahibim ayıplayarak küçük düşürmek çirkin bir harekettir; ve uhrevî cezayı istilzam eder. Ancak biraz yukarıda zikrettiğimiz (6) özürden dolayı bir kimsenin ayıbı söy­lenebilir. Maâmâfîh yine de hüsn-ü niyet şarttır.[723]



1544/1309- «Behz b. Hâkim babasından o da dedesînden[724] radiyallahu anhüm işitmiş olarak rivayet edilmiştir. Dedesi demiştir ki: Resûlüllah sallallahü aleyhi ve seüem:

— Cemâati güldürmek İçin konuşup da yalan söyle­yenin vah hâline, vay onun haline, sonra vay onun hâline; buyurdular.»[725]



Bu hadîsi Üçler tahrîc etmiştir. İsnadı kavidir. Hadîsi Tirmizî ile Beyhakî de rivayet etmişlerdir.' Tirmizî onun hasen olduğunu söylemiştir. Bu mânâda bir çok hadîsler vardır. Ni­tekim bazıları az ileride görülecektir. İbni Hibbân «Sahîh» inde şu hadîsi rivayet eder:

«Yalandan sakınınız; çünkü yalan fücur ile beraber­dir. Bunİarın ikisi (sahipleri) de cehennemdedir.» Tdbe-rânî dahî buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir. İmam Ahmed b. HanbeVin tahrîc ettiği şu hadîs de aynı mânâyı ifâde eder.

Ashâb'tan biri :

— Cehennemliklerin ameli nedir? demiş. Resûlüllah (S.A.V.) :

— Yalan söylemektir; çünkü kul yalan söyledimi hak yoldan sapar. Saptımı küfreder; küfrettiği zaman da ce­henneme girer; buyurmuşlar.

Hadîs-i şerif, başkalarını güldürmek için yalan söylemenin haram olduğuna delildir. Yalan söylemek ne şekilde olursa olsun haram ise de böylesi ehemmiyetine binâen bilhassa haram kılınmıştır. Binâenaleyh kendisini dinleyenler yalan söylediğini bilirlerse onu dinlemekle ayni ma'siyete iştirak etmiş olurlar. Onlara düşen vazife ya bu yalancıyı susturmak yâhud susturamazlarsa oradan Kalkıp gitmektir.

Yalan söylemek bazı ulemâ'ya göre büyük günahlardandır. Şâfiîler'-den Rûyanî yalanın büyük.günahlardan olduğunu; kasden yalan söyle­yenin başkasına zarar vermese bile şehâdeti kabul edilmeyeceğini* zîrâ" yalanın her halde haram olduğunu söylemiştir.

îmam Gazali «Îhyau'l-Ulûm» da yalanı; vacip, mubah ve haram olmak üzere üç kısma ayırmış; ve şöyle demiştir: «Doğru söyle­mekle varıldığı gibi yalan söylemekle de varılabilen sahîh bir mak­sat hususunda yalan söylemek haramdır; yalnız yalan söylemekle vanlıyorsa mubah, o maksada varmak vacip ise yalan söylemekde vaciptir...»

Gazâli'ye göre doğuracağı kötü netice ile doğru söylemenin do­ğuracağı aynı netice karşılaştırılmalıdır. Bu takdirde eğer doğru söylemenin neticesi daha kötü olacaksa yalan söylenilebilir; aksi hâlde, yâhud netice şüpheli olursa, yalan söylemek haram olur. Kö­tü netice şahsına âid doğru söylemek müstehâb, başkasına ait ise müsamaha göstermemek evlâ olur.

Yalan söylemek üç surette bilittifak caizdir. Nitekim îmam Mücîim «Saftîft» inde bunu İbni Şihâb'ta.n rivayet etmiştir. İbni Şi-hâb: «insanların konuştukları hiç bir hususta yalan, söylemeye ruh­sat verildiğini duymadım. Ancak üç şey müstesna: Harpte, ara bu-luculukda ve erkeğin karısı hakkında; kadının da>kocası hakkında söylediği sözlerde» demiştir. Kaadi îyâz: «Bu üç surette yalan söy­lemenin cevazı hususunda hilaf yoktur.» diyor. İbni Neccâr bunu Nevvâs b. Sem'an'd&n merfu' hadîs olarak rivayet etmiştir. Hadîs şudur :

«Yalan, Âdem oğlunun aleyhine yazılır; yalnız üç şey­den müstesna; iki kişinin aralarını bulmak için araya gi­ren, karısını razi etmek için konuşan (hakkında) bir de harp hususunda söylenen yalanda.»

Allah'ın hikmetine bakmalı ki kalpleri yatıştırmak ve güzel güzel geçinmeyi te'min için koğuculuğu haram kılmıştır. Halbuki koğuculuk-ta söylenilenler yalan değildir; fakat neticesi kalp kırmağa, düşman olmağa ve müslümanların birbirlerîle alâkalarını kesmelerine müncer olur. Yalan haddi zâtında haram olmakla beraber İslâmî birliği sağla­mak için yerine göre onu tecviz etmiştir.[726]



1545/1310- «Enes radıyallahü anh'dan Peygamber saUdllahü aleyhi ve seîlem'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah sdllaî-lahü aleyhi ve sellem :

— Gîbetini ettiğin kimsenin keffaretİ onun İçin is­tiğfar etmendir; buyurmuşlardır.»[727]



Bu hadîsi Haris b. Ebî Üsâme zaîf bir isnadla rivayet etmiştir.

Onu tbni Ebi Şeyhe «müsned» inde, Beyhakî «ştuıbüfl - îmân» da tahrîc ettikleri gibi daha başkaları da muhtelif lâfızlarla Hz. Etıes'-den rivayet etmişlerdir; yalnız isnadlarında za'f vardır. Bununla bera­ber mânâ i'tibârîle başka yollardan rivayet olunmuştur. Hâkim ile Beyhaki onu Hz. Hyzeyfe (R. AJ'dan şu lâfızlarla tahrîc etmişlerdir:

«Huzeyfe (R.A.) demiştirki:

— Dilimde aileme karşı bozukluk vardı. Bunu Resûlüllah (S.A.V.)'e sordum :

— Ne duruyorsun da istiğfar etmiyorsun yâ Huzey­fe? Ben hakikaten her gün Allah'a yüz kere istiğfar edi­yorum; buyurdular.»

Beyhakî: «bu hadîs esahtır» demiştir.

Enss hadîsi, gîbeti yapılan kimse için Allah'dan istiğfar kâfi geldi­ğine ayrıca ondan özür dilemeye hacet olmadığına delâlet ediyor. Fa­kat Hanefîler'le, Şâîüler'e göre zemmi edilen kimsenin bundan haberi olursa cnunb helâllaşmakda îcâbeder; bilmediği takdirde bir şey lâ­zım gelmsz: Eu bâbta Buhârî, Hz. Ebu Hüreyre'den merfu olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir:

«Eğer bir kimsenin üzerinde din kardeşinin, ırzına âid bir zulüm vebali veya herhangi bir şey bulunursa, hiç bir altın ve gümüşe mâlik olamayacağı zaman gelmeden, he­men bugün o kimseye o vebali helâl ettirsin. (Zîrâ kıyamet gününde) kendisinin bir amel-i sâlihi bulunursa, zulümü nisbetinde ondan alınacak; makbul amelleri yoksa has­mının günahlarından bir kısmı alınarak onun üzerine yükletilecektir.» Bu hadîsin bir benzerini Beyhakî Hz. Ebu Musa (R. –A)dan tahrîc edilmiştir.

Buharı hadîsi, mutlak surette helâllaşmanın lüzumuna delâlet ediyorsa da, Enes hadîsi ile aralarını bulmak için, o da, gîbeti yapılan kimsenin, gîbeti duyduğuna hamledilmistir.[728]



1516/1311- «Âişe radıyallahü anhâ'dan rivayet olunmuştur. Demiş­tir ki: Resûlüllah salîdlîahü aleyhi ve seîîem :

— Allah indinde erkeklerin en sevimsizi, husumeti[729] pek şiddetli olan sırnaşıktır; buyurdular.»[730]



Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.

E!edd : Ledîd'den alınmıştır.

Ledîd : aslında, vadinin kenarı, demektir. Şiddetli husumet ma'nâ-sinda kullanılır. Şu münasebetle ki: vadiye düşen kurtulmak için nasıl iki tarafa saldırırsa, hasmına mutlaka galebe çalmak isteyen de, deli­lin birini getirir getirmez ötekine baş vurur.

Husumeti zemm babında bir çok hadîsler vârid olmuştur. Bunlar­dan bir tanesi TirmizVnin İbni Abbas'tan merfu' olarak tahrîc ettiği şu hadîsdir.

«Husumette devam etmen sana günâh yönünden yeter» Tirmizl bu hadîs için: «gariptir» diyor.

Husumet bâbındaki hadîsler mutlakdır. Binâenaleyh, haklı da olsa, husumetin mezmum ve çirkin olmasını iktiza ederse de Neve-vı


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com