Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
Ucbun Âfeti
Ucbun Âfeti
Bilmiş ol ki; kendini beğenmenin âfetleri büyüktür. Yukarda anlattığımız gibi, kibrin sebeblerinden biri ucub olduğuna göre, ucub kibre davet eder ve ucubdan kibir doğar. Kibirden ise, sayılamayacak kadar âfetler meydâna gelir. Bu, ucbun kullar arasındaki kötülüğüdür.
Bilmiş ol ki; ucub ve kendini beğenme, mutlak surette kemâl sayılan bir vasıf ile olur.
Allah'a karşı kötülüğüne gelince; ucub, günahları unutturur ve onlara karşı ihmâl etmeğe, onları hatırlayıp araştırmamağa sebeb olur. Çünkü ucub, kendini bu gibi araştırmadan müstağni kılar, hatırladıklarına da ehemmiyet vermez olur. Telâfisine çalışmaz. Onların bağışlanmış olduğunu sanır.
İbâdet ve amellere gelince; onları beğenir, ibâdet yapıyorum diye böbürlenir. Allah'ın tevfîkıyle ibâdet ettiğini unutur. İbâdetini beğendikçe de âfetlerini görmez olur. Amelin âfetlerini araştırmayanın gayretlerinin çoğu boşa gider. Zira zahirî amelleri hâlis olmadıkları vakit faydaları azalır. Bu hâlleri, kendini beğenenler değil, korku içinde olanlar araştırır. Ucub sahibi kendini ve fikrini beğenir, Allah'ın mekrinden emin olur, Allah katında mevki sahibi olduğunu sanır, Allah'a karşı kendini hak sahibi iddia eder. Ucub, kendini övüp tezkiye etmeğe kadar sürükler. Kendini beğenmek, istişare, istifâde ve suâlden kendisini alıkor. Hatâ da olsa kendi buluşlarına sevinir, âdeta bir diktatör, müstebit hâline gelir. Söz dinlemez, nasîhata kulak asmaz olur. Herkesi câhil görür, kendi hatâsında ısrar eder. Bu görüşü dünyalık ise, onu tahakkuk ettirmeğe çalışır. Akaaid ile alâkalı dinî bir mes'ele ise hatalı görüşünde ısrar ettiği için helâke gider. Eğer bu hususlarda kendini tasdik etmezse, Kur'ân'ın nuru ile nurlansa, din âlimlerinden istifâde etse, ilim meclislerine devam etse de basiret sahihlerinden müşkillerinin hâiline çalışsa hakkı bulurdu. İşte bunlar ve benzerleri ucbun âfetleridir. Bunun için tehlikelidirler. Artık ben müstağnî oldum, aradığımı ve istediğimi buldum, diyerek sa' yu gayretten tenbellik ile geri kalması, ucbun en büyük tehlikelerindendir. Bu, şübhe getirmeyecek şekilde açık bir helaktir.
Bilmiş ol ki; her hastalığın tedavisi, onu, sebebinin zıddı ile karşılaştarmaktır. Ucub hastalığının illeti, sırf cehalet olduğu için tedavisi de an cak cehaletin zıddı olan ilimdir. Meselâ, ucbu, kulun irâdesi ile yapılan bir işde tatbik edelim. Bu da ibâdet, sadaka, cihâd ve halkı sevk u idare gibi, inşânın kendi irâdesi altında olan bu gibi işlerle ucublanması, kendi irâdesi dışında kalan güzellik, kuvvet ve neseb gibi şeylerle ucublanmasından daha kuvvetlidir.
Şayet ucublandığın sıfat başkasından ise, bu sıfat ile ucublanmak uzak bir ihtimâl değildir. Bu, hükümdarlar hakkında düşünülebilirse de, mevsûf ile sıfatı îcâd eden Allah hakkında düşünülemez. Sen kendi ibâdetine ucublanırken, ben Allah'ı sevdiğim için Allah beni muvaffak kıldı, dersen, deriz ki; Allah sevgisini sana veren kimdir? Yine O değil midir? Demek ki, sevgi de ibâdet de Onun ni'metidir, karşılıksız bunları sana vermiştir.
Soru: Kendini beğenmişlik ne demektir, işlenen amellere ne gibi tesiri olur ve bunun hükmü nedir, açıklar mısınız?
Cevap: Kendini beğenmişlik, kişinin işlediği güzel amelleri gözünde büyütmesi ve dolayısı ile kendine karşı haddinden fazla güven beslemesidir. İlim adamlarımız bu konuyu daha derinlemesine incelemişler ve şu tarifi yapmışlardır:
“Kendini beğenmişlik, kulun işlediği güzel amellerin kendisine sağladığı şeref ve itibarı Allah'tan başkasından bilmesi, onu ya kendinin becerikliliğinin eseri, ya da kendisini başarıya götüren başkalarının eseri sanmasıdır.”
Halbuki işlenen güzel amellere şeref ve itibarı ancak Allah verebilir. O'nun değer vermediği amel hiç bir şeref ve itibar kazanamaz, insanoğlunun bunu böyle bilmesi gerekir. Ama nerede? Öylesine kimseler vardır ki, kendini çok beğenmişliğı yüzünden yaptığı iyi bir işin sadece kendi marifetinin eseri olduğuna inanır. Bazan da başarısının ya bir insanın yardımıyla, ya da her hangi bir varlığın yol gösterisiyle meydana geldiğini ileri sürer. Aslında bütün bunların birer yan sebep olabileceğini, gerçek sebebin Allah olduğunu unutmaktadır.
Kendini beğenmişliğin zıddı, Allah'ın nimetini hatırlamaktır. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz. insanoğlunun başarısı ancak Ulu Allah'ın lütuf ve yardımı ile mümkündür, işlenen ameller ancak O'nun biçeceği değere göre şeref ve itibar kazanır. Bir kimsenin kendini beğenmişliğe kapılacağı anda Allah'ın verdiği sayılara sığmaz, nimetlerini hatırlaması farz derecesinde bir borçtur. Ufukta böylesine bir tehlike belirmediği anlarda ise nafiledir.
Ey saadet yolunun durmaz yolcusu!.. Bundan önceki çetin ve tehlikeli geçitleri aşa aşa buraya kadar geldin. Onların bütün çile ve sıkıntılarına göğüs gerdin, güçlük ve zorluklarını yendin. Şimdi korkulu bir geçitte bulunuyorsun. Bu zorlu geçidi de mutlaka aşmalısın. Daha önceki geçitleri aşarken elinde sana yardımcı olarak sermayen yoktu. Sadece kötü huylarını terk etmek ve ibadet etmek suretiyle sermaye edinmeye çalışıyordun. Şu anda bunu başarmış bulunuyorsun. Elinde sermayen var.
Bu zorlu geçitte yol kesiciler boldur; seni soyabilirler; kötü huylarından sıyrılarak ve ibadet ederek alın teriyle kazanıp biriktirdiğin sermayeni elinden alabilirler. Hemen bildirelim ki bu yol kesicilerin en tehlikelileri gösteriş ve kendini beğenmişliktir.
“Ey insanoğlu, gökleri, yeri ve bunlar üzerinde mevcud olan canlı cansız tüm varlıkları ben yarattım. Neden? İlâhî kudret fırçamdan dökülen bu eşsiz sanat tabloma baktığım vakit, kudretimin hudutsuz, ilmimin sınırsız ve sonsuz olduğunu idrâk edesin diye. Ama sen ne yapıyorsun? Güya idrâk eder görünmekte, buna karşılıkta yalan-yanlış iki rek'atlık namaz kılmakta veya sözüm ona hayır islemektesin.
İşte başkaları duysun diye ibadet ederek gösterişe kaçmak, yukarda vermeğe çalıştığımız örnekleri boyuna tekrarlamaktan başka bir şey değildir, ötekinin berikinin sevgisini, övgüsünü ve rızasını kazansak bile neye yarar? Allah'ın rızasına kavuşmanın ve O'nun vereceği mükâfatlara boğulmanın yanında insanların övgüsüne, sevgisine erişmeğe yeltenmek kelimenin tam manasıyle boşuna bir çabadır; bir milyonun yanında bir kaç lira bile değildir.
Sözün burasında kendini beğenmişliğin ameller üzerinde açtığı yaralara dokunmak yerinde olacaktır. Bazı ilim adamlarımıza göre işlediği herhangi iyi bir amelde kendini beğenmişliğe düşen bir kişi, eğer ölmeden önce tövbe kapısını çalarsa, ameli kabul görür. Yok, eğer tövbesiz ölüp giderse işledikleri ameller muameleye girmez, geri teper. Amelin muamele görmemesi sevap ve derece almağa hak kazanamaması demektir.
“İnsanların en kötüsü, iki yüzlü olanları bulursun; zîrâ onlar: birine başka diğerine de başka yüz ile giden iki yüzlü kimselerdir.” Yine bunun gibi insanlar arasına katılmakta en az onlara hevesli olduğunu göstermek ve bu hususta mübalâğa etmektir. Bu kimse yalandan kurtulamaz. Mutlaka ya aslında veya mübalâğa etmesinde yalan vardır. Yine bu gibi içinde olmadığı hâlde güya onun derdi ile alâkadar oluyormuş gibi bir tavır takınarak: “Nasılsınız, çoluk çocuk inşâallah afiyettedir?” diye hâl hatır sormak hâli de vardır. Bu hareket sırf nifaktır. Seriyyü's-Sakatı şöyle diyor:
“Dostlarımdan birisi ziyaretime geliyor diye elimle sakalımı düzeltmeğe çalışırsam, münafıklar listesine kaydolmaktan korkarım.” Fudayl, Mescîd-i Harânrda tek başına otururken dostlarından birisi yanına geldi. Fudayl:
“Niye geldin” diye sordu, dostu:
“Ya Ebâ Ali! Seni sevdiğim için geldim,” dedi. Fudayl:
“Vallahi bu yaptığın dostluktan ziyâde vahşeti ve ayrılığı gerekli kılan bir harekettir. Çünkü bu hareketin, senin bana ve benim sana karşı yaldızlı sözler söylememizi ve karşılıklı yalan konuşmamızı ve neticede, ya senin bırakıp gitmeni veya benim kalkıp gitmemi gerektirir ki bir yakınlıktan ziyâde uzaklaşmaktır,” dedi.
Şâir diyor ki:
Ey riyakârlık bataklığına dalarak sevap peşinde koşan insan!,. İyi bil ki mümkün olmayan bir şey peşinde koşmaktasın. Çünkü Ulu Allah riyakâr kimselerin umutlarını mutlaka boşa çıkarır; işledikleri amelleri hükümsüz kılar; yanlarına kâr olarak sadece çalışıp çabalamaları ve ağır yorgunlukları kalır.
Bir adam vardı; bir ara kendini Allah'a ibadete adayarak ün salmayı düşündü. Bunun için de namaz vakitleri girince camiye herkesten önce gelir; bitince de herkesten sonra çıkardı. Namaz vakitleri yaklaştı mı, o hep namaz kılar; bütün günlerini de oruç tutmakla geçirirdi. Hele zikir ve tesbih meclislerinden hiç mi hiç ayrılmazdı.
Adamcağız epey bir süre böylece devam ettikten sonra kendisini görenler;
“Amma da riyakâr adammış ha!” demeye başladılar; adamcağız da bir köşeye çekilerek iyice bir tövbe etti ve bütün ibadetlerini başkalarının gözlerinden uzak, sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak maksadıyla yapmağa karar verdi. Böylelikle riyaya açılan bütün kapıları sımsıkı kapatmış oldu.
Öyleyse ey insan, O’nun aydınlık yolundan git ki, sana hem dünyalık, hem de âhiretlik azığını versin. Şunu iyi bil ki insanlar hiç bir şeye hakkıyle sahip değildir; onların elinden bir şey gelmez. Görüyorsun ki çoğu sapıklığın koyu bataklığında yuvarlanıp durmaktadırlar. Ulu Allah sevdirmedikçe seni sevemezler. Ulu Allah yardım ettirmedikçe sana yardım ellerini uzatamazlar.
Ama yüce Allah'ın rızasına kavuşmayı düşünen insan, bütün söz ve davranışlarında sırf o yüce yaratanın gözüne girmeyi ve sadece O’na yaranmayı birinci plânda tutar; O'nun rızasını kazanmak niyetini taşımayan bütün amellerin boşuna çalışmalardan ibaret olduğunu bilir. Çünkü Cennet de, Cehennem de, her şey, Allah'ın kudret eli altındadır.
Ölüm döşeğinde yatan bir kişiye nasıl olduğunu sorduklarında azıksız olarak yolculuğa çıkan, tek başına ıssız kabre giren, hiç bir güç ve kuvvete sâhib olmadan âdil Melik'in huzuruna çıkacak kimsenin hâli nasıl olur? Diye cevâb vermiştir. Hasan b. Ebû Sinan'a, ne hâldesin? Diye sorduklarında, öldükten sonra dirilip de hesaba çekilen adamın hâli nasıl olur? Demiştir.
Ey insan şimdi iyi düşün! Bizim rabbimiz öyle büyük ve kudretli bir baş hükümdardır ki, gökler, yer ve bunların içinde bulunan canlı-cansız bütün varlıklar O'nu zikreder.
Yine bizim rabbimiz öyle bir ula mabuddur ki, göklerde ve yerde ne varsa tüm varlıklar O'na isteyerekte olsa, istemeyerekte olsa secde eder. Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail gibi baş melekler ve gerçek sayısını sadece Cenabı Hakk'ın bildiği nice büyük melekler kendilerini O'nun hizmetine adamışlardır. Burada zikretmeğe çalıştığımız bu melekler, üstün derece ve mevkilerin sahibidirler. Günah işlemekten uzak, tertemiz yaratıklardır. Onlar Ulu Allah'a ölçüsüz derecede büyük ibadet ederler.
Kâinattaki tüm varlıkların en seçkini olan sevgili Peygamberimizden tutun da aydınlık yolda yiğitçe hizmet vermiş bütün peygamberler ellerinde Kur'an ve imanın şerefli bayrağını dalgalandıran ve gerçeğin yayılması uğruna temiz varlıklarını feda etmekten sakınmayan bütün âlimler; dünyanın geçici ve aldatıcı güzelliklerine kapılmayarak ibadet ve zikri elden bırakmayan âbidler, zâhidler hep kendilerini Allah'a adamışlar. O'nun hizmetine koşmuşlardır.
Ey Hak yolunun yılmaz yolcusu!.. Bu çetin geçidi aşarken çok dikkatli ol, derin gaflet uykusundan uyan! Yoksa hüsrana düşenlerden olursun. Çünkü bu geçit, saadet yolculuğun boyunca karşına çıkacak olan geçitlerden en tehlikelisidir. Bundan önce geçtiğin geçitlerde kazandıklarını kaybetmeden kazasız belâsız buradan geçebilirsen, işte o vakit ele geçmez bir ganimete kondun ve eşsiz bir kazanç sağladın demektir.
Yok, eğer bu önemli geçidi aşamazsan bütün çalışmaların bir anda yok olacak, umutların suya düşecek ve hayatın rayından kayacaktır. Burada, yani kendini beğenmek ve gösterişe kaçmak konusunda dikkat ve titizlik isteyen üç önemli mesele vardır ki, bunlarla daima yüz yüze gelebiliriz.
Allah'a hizmet yolunda en arkada kalanlar, yeryüzünün hükümdar ve devlet adamlarıdır. Bunlar Allah'ın huzurunda yüzlerini toprağa sürerler; acizliklerini itiraf ederek O'ndan af dilerler; O da onların Özrünü yerinde görüp affederse, o vakit mutluluğa erişirler. Yoksa rezil ve perişan bir duruma düşerler, sonları felâkette biter.
Ey insan, işte bizim rabbimiz bunca kudret ve ululuk sahibi olduğu halde yine de senin eksik ve kusurlu ibadet ve tâatini kabul etmekte; huzuruna varmağa hak kazanmadığın, halde seni huzuruna almakta; istediğin zaman dua ve niyazda bulunduğunda, bu seslenişini dinlemekte ve sana tüm rahmet kapılarını açmaktadır.[43]