Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
Lafızlarıyla Delâlet Ettikleri Mânâ Değiştirilen İlimler
Lafızlarıyla Delâlet Ettikleri Mânâ Değiştirilen İlimler
Bilmiş ol ki, mezmûm ilimlerin şerî'at ilimleriyle karıştırılmalarının kaynağı, fena maksatlarla, onların öğülen adlarını tahrif edip, birinci asırdaki iyi insanların murâd ettikleri mânâların hilâfına nakletmektir. Bunlar da fıkh, ilim, tevhîd, tezkîr ve hikmet olmak üzere öğülen beş isimdir. Bunlar ile bezenenler, dinde rütbe sahibi kimselerdir. Ne yazık ki, bu lâfızlar şimdi verilen mânâlarda nakledilmiş ve bu isimlerin onlara verilmesi şöhret bulduğu için, gönüller bunların mânâlariyle vasıflanan kimseleri yermekten nefret etmektedir.
Birinci Lâfz: Fıkh'dır. Bu sözü, başka mânâya aktarmadı ve değiştirmediler. Yalnız bu kelimeyi fürû'-ı fıkhın fetvâlardaki garîb mes'elelerini bilmeğe, illetlerinin inceliklerini anlamağa, bu husûsda sözü uzatmağa ve bunlarla alâkalı makaaleleri ezberlemeğe isim vermekle husûsîleştirdiler. Kim ki, fürû'-ı fıkhın inceliklerini bilir ve onlarla fazla meşgul olursa, ona daha fakîhdir derler. Halbuki birinci asırda âhiret yolu ve nefsin âfetlerinin incelikleri bilgileriyle amelleri bozan şeyleri bilmeğe, dünyalığa kıymet vermeyip, âhiret nimetlerine bağlanmağa ve kalbini Allah korkusunun kaplamasına birden “Fıkh ilmi” denirdi.
Ferkad es-Sencî Hasan-ı Basrîye bir şey sordu ve cevabını aldıktan sonra, “Fakîhler, niçin senin fetvâlarına itiraz ediyorlar?” diye sordu. Hasan:
“Annea seni kaybetsin ey Ferkadcik sen şu gözlerinle fakîh mi gördün? Fakih dediğin dünyâya arka verip âhirete yönelen dini koruyan, kusurlarını görebilen Allahu Teâlâ'ya karşı ibâdete devâm eden müslümânların (ve hattâ bütün insanların) ırzına goz dikmekten kendini koruyacak derecede hazer eden saman, insanların malına tamah etmeyen ve halka nasihatte bulunur.
İkinci Lâfz: İlim, lâfzıdır. Aslında, Allahu Teâlâ'nın zâtını âyetlerini ve yaratıklarına olan muamelesini bilmeğe, ilim denirdi. Hattâ Hazret-i Ömer'in (r.a.) ölümünde İbn Mes'ûd (k.a.):
“İlmin onda dokuzu öldü.” dediği vakit ilim kelimesini “El-ilmu” şeklinde L (Lâm) ile ma'rife olarak getirdi ve bu ilmi de Allahu Teâlâ'yı bilmek ile açıkladı. Halbuki onlar bu kelimeyi de husûsî mânâda kullanmakla değiştirdiler. Çok kere ilim kelimesini fıkıh ve dîğer mes'elelerde karşılıklı münazara mânâsında kullandılar da, bu gibilere: Hakîkî alim, fuhûl-i ulemâ (âlimlerin üstünü) dediler. Bu gibi mücâdeleye giremiyenler ise gerçek bilginlerden sayılmayıp-alelâde bilginler meyâmnda kaldı. İşte bu da ilim kelimesinde değişiklik ve onu husûsî mânâda kullanmaktır. Halbuki Kur'ân ve hadîsde faziletlerinden bahsedilen bilgi ve bilginler Allahu Teâlâ'nın zâtını, ahkâm, ef'âl ve sıfatlarını bildiren ilim ve âlimlerdir. Şimdi şerî'at ilimlerini lâyıkiyle kavramamış, ancak mantık yoluyla mücâdeleye girip hasmını ilzama kalkışan kimselere bu isim verildi. Tefsir, hadîs ve mezhep ilimlerinde câhil olduğu hâlde, bu gibiler üstün bilgin mânâsında “âlimlerin erkeği” diye sayıldı ve bu hâl pek çok ilim talibinin helakine sebeb oldu.
Üçüncü Lâfz: “Tevhîd” dir. (Tevhîd, aslında bütün kemâl sıfatlariyle Allahu Teâlâ'nın birliğini bilmek iken) şimdi kelâm ilminden ve mücâdele yollarını bilmekten, hasmın delillerini çürütmeyi iyice anlamaktan, bir çok şüpheler ortaya koyacak Soruları, çenelerini eğe-büke cevaplandıracak kudrette olmaktan ve hasmı ilzam için deliller tertip etmekten ibaret olduğunu sandılar. Hattâ bunlarla uğraşanlardan bir kısmı (Mu'tezile) kendilerine “Adi ve tevhîd ehli” unvanım verdiler. Kelâmcılara da “Tevhîd bilginleri” adını verdiler. Halbuki asr-ı evvelde (Sahabe ve Tâbi'în devrinde) kelâm ilminin bütün hususiyetlerinden hiç biri bilinmiyordu. Hattâ böyle mücâdele mevzuu açmak isteyenler şiddetle reddedilirdi. Ama Allahu Teâlâ'nın birliğini ifâde eden ve ilk duyuşda kolaylıkla anlaşılan Kur'ân âyetleri ise hepsinin malûmu idi. Kur'ân-ı Kerîmi bilmek, her şey bilmek demekti. Birinci asırdakilere göre: Tevhîd, ekseri kelâmcılarm anlayamayacağı ve şayet anlayan olursa onunla vasıflanamıyacağı başka bir mânâda idi. O da: Vâsıta ve sebeblere yönelmiyecek şekilde her şeyi Allahu Teâlâ’dan bilmektir. Ehl-i tevhîd hayrı da şerri de ancak Allahu Teâlâ'dan bilir.
Dördüncü Lâfz: Zikr ve lezkîr'dir. Zikr hakkında Allahu Teala:
“Hatırlat, hatırlatmak mü'minlere fayda verir.”[425] buyurmuştur. Zikr meclislerini öğen bir çok hadîsler vardır. Nitekim bir hadis'inde Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:
“Cennet bahçelerine uğradığınızda faydalanın -çiçeklerini koklayın” - buyurunca sordular:
Cennet bahçeleri hangileridir,”
“Zikr meclisleri,” buyurdular.”
(Horasanlı) Ibn Avn diyor ki:
“İbn Sîrîn'i ziyaret ettim.” İbn Şîrîn:
“Bu gün ne haber var,” diye bana sordu. Ben de:
“Pâdişâh, hikayecilerin hikâye anlatmalarını yasak etti”, dedim. İbn Şîrîn:
“Doğru harekette bulundu,” dedi.”
A’m ş, Basra camilerinden birine girdi. Orada bir hikayeci:
“A' meş bize böyle anlattı, diyerek hikâyesine devam ediyordu. A' meş bunu görünce dinleyiciler arasına girdi ve koltuklarını yolmağa başladı. Bunu gören hikayeci:
“Ey ihtiyar, (İlim meclisinde bu hareketten) utanmıyor musun? Deyince, A'meş;
“Neye utanayım, ben temizlik yapmakla sünneti işliyorum, sen ise yalan konuşuyorsun, işte A'meş dediğin benim, ben sana ne zamân böyle bir şey anlattım, dedi. Ahmed (b. Hanbel):
“En çok yalan söyleyenler, kıssacılar ile fazla soru soranlardır” demiştir.
Hazret-i Ali (r.a.), hikayecileri Basra câmi'lerinden çıkarmış, fakat Hasan-ı Basrî'yi dinleyince, ona birşey dememiştir. Çünkü Hasan-ı Basrî, âhiret ilmini, ölümü düşünmeği, kendi kusurlarını düzeltmeği, amellerin âfetlerini, Şeytan'ın vesvesesini ve ondan korunma çârelerini anlatıyor, Allahu Teâlâ'nın nimetlerini ve bu nimetlerin şükrünü edadaki kusurları hatırlatıyor, Dünyâ'nm adiliğini, ayıplarını, devamı olamıyacağmı, vefasızlığını, âhiret'in tehlike ve çetinliklerini açıklıyordu ki, işte şer'an öğülen ve Ebû Zerr'in rivâyetiyle teşvik edilen va'z da budur.
“Okuyun öğrenin, zira Allah için ilim edinmek Allah'a karşı ta'zim ve ibâdettir. Müzâkeresi tesbîh, mübâhasesi mücâhededir. Bilmeyene öğretmek sadaka, liyakatlisine bolca okutmak Allah'a yakınlıktır. İlim, yalnız ve kimsesiz yerlerde sıkıntıyı gideren bir arkadaş, doğru yola kılavuz, zorlukta kolaylık ve sabır merci'idir. İlim dostlar yanında vezîr, yabancılara yakınlıktır. Cennet yoluna ışık tutar. İlim sayesinde Allahu Teâlâ bir kısım insanları yükseltir, iyi işlerinde izlerinden gidilen rehber ve öncü yapar. İyilikleri anılır, eserleri kalır. Melekler onları sever ve kanatlarını üzerlerine gererler. Yaş ve kurudan her ne varsa, denizdeki balıklar, karadaki canlı varlıklar ay ve yıldızlara varıncaya kadar her şey, âlimler için Allahu Teâlâ'dan mağfiret dilerler. Çünkü ilim, kalb gözünü açar, karanlıkta gözlere ışık saçar, zayıflıkta bedene kuvvet verir, insanı yüksek mertebelere ve ebrâr derecesine ulaştırır. İlmî tefekkür, gündüz orucuna ve gece ibâdetine denktir. Allahu Teâlâ'ya itaat, ibâdet, tevhid, saygı, şübheli şeylerden korunmak, sılayı rahm'de bulunmak ilim ile olur. Helâl ve haram ilim ile bilinir. İlim Öncüdür; amel ise ondan sonra gelir. İyilere ilham olur; fenalar ondan mahrum olur.”
Hazret-i Ali (r.a.) Kümeyl'e hitap ederek:
“Ey Kümeyl, ilim mâldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, fakat ilim seni korur. İlim hâkim, mâl mahkûmdur. Mâl sarf etmekle azalır, ilim sarfiyatla çoğalır.” buyurmuştur. Yine Hazret-i Ali (r.a.):
“Bir âlim, gündüzleri oruçlu olduğu hâlde harb eden, geceleri de ibâdetle geçiren mücâhid âbid'den daha üstündür. Bir âlimin ölümü ile İslâm âleminde açılan boşluğu, onun gibi yetişecek bir âlimden başkası dolduramaz.” demiştir. Yine Hazret-i Ali (r.a.) bir manzumesinde şöyle buyuruyor:
“Övünmek ancak ehl-i ilme mahsûstur. Çünkü onlar doğru yolda oldukları gibi arzu edenlere de doğru yolu gösterirler.
Herkesin derecesi bilgisi ile ölçülür. Câhiller ise, âlimlere düşmândırlar.
Âlim ol ki, ölmeyesin. Çünkü insanlar ölür, fakat âlimler diridirler.”
Ebû'l-Esved:
“İlimden daha değerli bir şey olamaz; çünkü sultânlar insanlara hükm ederken, âlimler sultânlara da hâkimdir.” diyor. İbn Abbâs (r.a.):
“Süleyman Aleyhisselâm mal, ilim ve hükümdârlık arasında muhayyer iken ilmi tercih etti ve bu sayede diğer ikisine de mâlik öldü.” buyuruyor.
İbn Mübârek'e sordular:
“Kâmil insanlar kimdir?” İbn Mübarek:
“Âlimlerdir,” dedi. Yine sordular:
“Melikler kimlerdir?” İbn Mübarek:
Zâhidler (Dünyâyı terk edip Allah için çalışanlar)'dır, dedi.[426]