Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
Hikaye
Hikaye
Sultan Murad Han her yıl Medine-i münevvere'de. Halil-ür-Rahman'da ve Kudüs'te bulunan sadata ve fukaraya hediyyeler, atıyyeler gönderir, yoksullarını ve muhtaçlarım sadakalariyle sevindirirdi. Kendi ülkesinde bulunan seyyidlere, şeriflere, âlimlere, şeyhlere keza hediyyeler takdim eder fakirlere de yardımda bulunurdu.
Bir sene, parmağındaki doksan bin altın değerindeki yüzüğünü de sattırmış, gerek bu parayı ve gerekse Ankara civarındaki kâin Balık hisarı kariyyesinin gelirlerini Haremeyne hediyye etmişti. Balık hisarı, devletin malı değildi. Harpte kendi hissesine düşen ganimetti. O devirde padişahlar, harp ganimetlerinin beşte birine sahip olurlardı. Çünkü Kur'an-ı Kerîm'in hükmü ve taksimi de böyle idi.
Bir sene, yine Haremeyn'e hediyyeîer göndermek istiyordu. Fakat parası yoktu. Fazlı paşadan borç almak istedi. Fazlı paşa, kendisine para yerine akıl vermeğe kalkıştı:
“Padişahım, dedi. Bu iş böyle olmaz. Tebaan çok zengindir. Sen padişahsın, öyle olduğu halde paran yok ve hazinen bomboştur. Bazı kanunlar çıkarmalı, halktan para toplamalı ve hazinem doldurmalısın.”
Sultan Murad Han, Fazlı Paşanın bu tavsiyelerine son derece sinirlendi ve öfkelendi:
“Fâzlı... Fazlı diye haykırdı. Bu nasıl söz, bu nasıl tavsiye? Milletimin parasını ve malını zorla elinden alacağım ve bu para ile ordularımı besleyeceğim öyle mi? Bu haram parayı, askerlerime yedireyim de, askerlerim haramzâde olsun mu istiyorsun? Şunu iyi bil ki, haram ile beslenen askerde itaat ve şecaat kalmaz. Haram yiyen asker, düşman karşısında duramaz, düşmandan kaçar. Benim askerlerim, i'lâ-i-kelimetullah için savaşır gazilerdir. Bize yalnız üç lokma helâldir: Birisi, düşmandan alman haraçtır. İkincisi, harpte elde olunan ganimetlerdir. Üçüncüsü madenlerden, toplanan vergilerdir.” (Padişahın bu sözünden anlaşılıyor ki, o devirde madenlerimiz işletilmekteimiş.)
“Yoksa milletim karun kadar zengin olsa, ellerinden zulüm ile mallarını alamam. Harama el süremem. Askerlerime ve bendegânıma haram yediremem,” dedi ve kendisine zulme ve haksızlığa, daha doğrusu padişahın tabiriyle haram yemeğe sevk ve teşvik etmek isteyen Fazlı paşayı hemen oracıkta azletti.
Bu zevat-ı âli-kadr, böyle dürüst, böylesine âdil, iyman ve irfan sahibi olduklarından, Allah celle bunların oğullarını ve torunlarını dört kıt'ada hükmetmeye lâyık ve müstehak gördü ve birçok milletlerin idarelerini onların namuskâr ellerine ve tertemiz vicdanlarına havale etti. Onları, cihana sultan eyledi. İyi bilmelidir ki, Allahu Teâlâ'ya kul olanlar ve kulluk görevlerini hakkıyle yerine getirenler, cihana sultan olurlar. Nefislerine kul olanlar ise, önünde sonunda rezil ve bednam olarak ebedî hüsrana uğrarlar.
İşte, böyle daima helâl yiyen ve haramdan kaçınan babanın evlâdı da, Fatih Sultan Mehmed Han gibi, ulu ve cihanşümul bir sultan olur.[503]