Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
Muhabbetin İlacı
Muhabbetin İlacı
Muhabbet en yüksek makaam olunca, ilâcını bilmek de mühim olur Bir güzele âşık olmak isteyenin, ondan başka herşey den kesilmesi, yüz çevirmesi lâzımdır. Onun yüzünü görünce devamlı ona bakar. Eli ayağı, saçı örtülü olsa da, yine, güzeldir. Onları da görmeye uğraşır. Gördüğü her güzellik, ona bağlılığını arttırır. Buna devam edince, az veya çok bit meyil, kendisinde hâsıl olur. Allahü Teâlâ'yı sevmek de böyledir.
Birinci şart, yüzünü dünyadan çevirmek ve kalbini, dünya sevgisinden temizlemektir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın sevgisinden başka sevgi, O'nu sevmeğe mâni olur. Bu, ekin ekilecek toprağı, dikenlerden ve zararlı otlardan temizlemek gibidir. Bundan sonra O'nu tanımak ister. Kemâl ve Cemâl kendiliğinden sevgili ise de, O'nu sevmeyen, tanımadığı için sevmez. Sıddîk ve Faruk'u (radıyallahü anhümâ) tanıyan, onları sevmemezlik edemez. Çünkü onları öven haberler ve onların menkıbeleri kendiliğinden sevgilidir. Marifete kavuşmak temizlenmiş toprağa tohum ekmek gibidir Bundan sonra, devamlı zikir ve fikir ile meşgul olmalıdır. Zikir ve fikir, tohumun açılması ve büyümesine yardım eden su gibidir. Bir kimse, bir kimseyi severek çok anarsa, şübhesiz onunla bir ünsiyet, yakınlık peyda eder.
Her mü'minde, muhabbetin esasından bir şey vardır. Aralarındaki fark şu üç sebebten ileri gelmektedir: Birincisi, dünya sevgisinde ve onunla meşgul olmada farklıdırlar. Bir şey'in sevgisi, diğer bir şey'in sevgisine noksanlık verir. İkincisi, marifette (tanımakta) ayrıdırlar. Bir câhîlirt Şafiî'yi sevmesi onu kısaca, büyük âlim bildiği içindir. Fakat onu, cahilden daha iyi tanır. Üçüncüsü, ünsiyetin elde edilmesine sebeb olan zikir ve ibadette farklıdırlar. Muhabbetin farklı olmasının sebebi bunlardır. Fakat onu hiç sevmeyen, hiç tanımayandır. Görünen güzellik, yaratılış icabı sevildiği gibi, kalb suretinin güzelliği de, bunun gibi sevgilidir. O halde muhabbetin semeresi, meyvesi marifettir. Marifeti tam olarak elde etmenin ise iki yolu vardır: Biri, tasawufçuların yoludur. Bu da mücâhede etmek ve devamlı zikir ile kalbi temizlemek olup, kendini ve Allahü Teâlâ'dan başka her şey'i unutur. Bundan sonra, onun kalbinde öyle işler meydana gelmeye başlar ki, bunlara Allahü Teâlâ'nın azameti gaayet açık olarok görünür. Müşahede makamına çıkar. O, kurulan bir tuzağa benzer. Bâzan av düşer, yakalar bâzan da düşmez, yakalayamaz. Bâzan fare, bâzan da kartal düşer. Aradaki fark büyüktür Saadet rızık miktarıncadır. İkinci yol, marifet ilmini öğrenmektir. Kelâm ve diğer ilimleri öğrenmek değil. Bunun da başlangıcı, tefekkür kısmında işaret etti ğimiz gibi, Allahü Teâlâ'nın yarattıklanndaki, nizam ve hâlleri düşünmektir. Bundan sonra, ilerleyerek zatının Celâl ve Cemalinde tefekkür edip, isim ve sıfatların hakîkatları kendisine bildirilir. Bu uzun bir ilimdir. Fakat arif bir üstâd bulunca, zeki olanların buna kavuşması mümkündür. Anlayışı az olanlar buna kavuşamaz. Bu tuzak kurmak gibi değildir ki, bâzan av düşsün, bâzan da düşmesin. Ticaret ve ziraat ve alışveriş gibidir. Şöyle ki, bir kimse bir erkek ve bir dişi koyun alır. Bunların çiftleşmesinden, elbette malı artar. Ancak yıldırım gibi bir şey'le malı helak olur. Muhabbet yolundan gayri bir yolla marifet arayanın, araması boş olur. Marifeti de bu iki yolun dışında arayan, bulamaz. Allahü Teâlâ'nın muhabbeti olmaksızın, âhirette saadete kavuşmayı sanan, yanılmıştır. Çünkü âhiret, Allahü Teâlâ'ya kavuşmaktan başka bir şey değildir. Bir şey'e kavuşan bir kimse, o şey'i önceden sevip ve bazı sebebierle ondan uzak kaldıysa ve bir zaman onu elde etme şevki ile bulunduysa, ona kavuşunca, engeller aradan kalkınca, büyük lezzete erişir ve saadeti bu olur. Önceden sevmemişse, onda hiç lezzet bulmaz. Az sevmişse, az lezzet bulur. Demek ki saadet, aşk ve muhabbet miktarıncadır. Eğer, Allah korusun, Allah sevgisinin zıddına aşina olur, ona tutulur ve onunla ilgilenirse, âhirette karşısına çıkan bunun tersi olur. Helak olup, üzüntü ve elem içinde kalır. Başkalannrn saîd iyi olduğu şey'le, o Şaki ve kötü olur. Bu kimse şu çöpçüye benzer: Attarlar çarşısına girer, güzel kokunun te'sîrinden düşer, bayılır. Ayıltmak için gelip, başına gülyağı ve misk dökerler. Baygınlığı daha çok artar. Bir zamanlar çöpçülük yapan bir kimse oraya gelinceye kadar öyle yatar. Ne olduğunu sorar. Bir parça pislik getirir, ona koklatır. Kendine gelir ve güzel koku, işte budur der. Dünya lezzetleri ile ünsiyet peyda edip onu kendine maşuk, sevgili edinen bu çöpçü gibidir. Attarlar çarşısında bir güzellik bulamaz. Oradaki herşey'i tabiatının alışkanlığının zıddı olarak bulur ve sıkıntısı, bu sebeble artar. Sevdiği ve içinde yaşadığı pislikleri orada bulamaz. Âhirette de böyledir. Dünya şehvet ve arzularından birini bulamaz. Oradakilerin hepsi, tabiatının alışık olduğu şey'lerin zıddıdır. Hepsi üzülmesine ve şakı olmasına sebeb olur.
Demek ki âhiret ruhlar âlemidir ve Allahü Teâlâ'yı görmek âlemidir. Saîd (iyi) o kimsedir ki burada iken, kendini onunla münasebette bulundurur. Orada da kendine uygun olana kavuşur. Bütün riyazet, ibadet ve marifetler bu münasebet içindir. “Nefsini temizleyen kurtuldu” âyet-i kerîmesi bunu bildirmektedir. Bütün günahlar, şehvetler ve dünyâ sevgileri bu münâsebetin zıddıdır. “Nefsini doğru yoldan ayıran, helak eden ziyan etti” bunu haber veriyor.
Muhabbeti kabul etmeyen şevk'i de kabul etmez. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem) bir duasında: “Yâ Rabbî! Senden seni görmek şevkini ve zâtına bakmak lezzetini istiyorum”, buyurdu. Ve yine buyurdu: “Allahü Teâlâ buyuruyor ki: İyi kimselerin beni görmek için olan şevkleri, arzulan uzadı. Ben onları onların beni istemelerinden daha çok istiyorum”. O hâlde Allahü Teâlâ için olan şevkin ne olduğunu bilmek lâzımdır. Çünkü muhabbet şevksiz olmaz. Tanınmayan, bilinmeyen kimseye karşı şevk olmaz. Yani arama isteği olmaz. Bilinip tanınıp, yanında bulunana karşı da şevk olmaz. O hâlde şevk, bir bakımdan hazır, bir bakımdan gaaib olana karşı olur. Tıpkı hayalinde bulunup, gözünden uzak olan bir sevgili gibi; Şevk bir şey'i gözü ile görüp onu anlama isteğinin tamamlanmasıdır. O hâlde buradan anlaşılıyor ki, dünyada Allahü Teâlâ'ya kavuşmak olmadığına göre şevkin sonu yoktur. Marifeti hazır ise de, müşahedesi gaaibdir. Görmek, hayalin en mükemmeli olduğu gibi, müşahede de, marifetin eri mükemmelidir. Ölümden önce bu şevk kalkmaz. Hatta öldükten sonra da şevkin bir çeşidi kalıp âhirette bile kalkmaz. Bu dünyada anlamaktan aciz olmak iki sebebledir. Birincisi: Marifet görmeye benzeyen bir idraktir. O hâide ince bir perdenin veya sabah beyazlığına benzeyen bir örtünün arkasındadır. Âhirette perde açılır ve bu şevk biter. İkincisi: Bir kimsenin sevgilisi olur. Yüzünü görmüş olup saçını, azalarını, görmemiş olur ve bütün bunların da çok güzel olduğunu bilir ve görmek ister. Bunun qibi, Allahü Teâlâ'nın Cemâli nin sonu yoktur. Bir kimse ne kadar çok bilirse, bilmediği o kadar çok oiur. Çünkü O'nun bilinmesinin, sonu yoktur. Hepsi bilinmeyince, Allahü Teâjâ'mn Cemâli idrâk edilemez. Bu ise insan için dünyâda da, ahirette de mümkün değildir. Çünkü insanın ilmi sonsuz olamaz. Ahirette görme arttığı müdddetçe lezzet de artar. Bu nihayetsiz olur. Kalbin bakması hazır olana olunca hâli dâima rahat ve neş'eli olur. Buna ünsiyet denir. Kalbin bakışı bilemediklerine olursa kalb istek üzere olur. Buna da şevk denir. Bu şevkin İse dünyada da ahirette de sonu yoktur. Ahirette daima: “Yâ Rabbî, bizim nurumuzu tamamla” der. Çünkü Allahü Teâlâ'nın Cemâlinden aşikâr olan her şey nurdur. Onlar da bunun tamamını isterler. Fakat dayanamazlar. Çünkü Allahü Teâlâ'yı kendinden başka hiç kimse tam bilemez. Tam bilinmeyince tam görülemez. Fakat arzu edenlerin yolu açıktır. Onların devamlı keşif ve görmeleri artar. Cennetteki lezzetlerin sonsuz olmasının esâsı budur. Böyle olmasa idi, daima aynı lezzet içerisinde kalırdı. Çünkü devamlı olan ve kalbin alıştığı lezzet her zaman aynı zevki vermez. Bir yenilik olursa lezzet artar. O hâlde Cennettekilerin kavuştukları nimetler her an yenilenmekte bir an öncekini az görmektedir. Çünkü her gün artmaktadır. Buradan ünsiyetin de ne demek olduğu anlaşıldı. Çünkü ünsiyet hazır olan bir şey'e karşı kalbe izafe edilen bir hâldir. Kavuştuklarından başkasına bakmayınca, ünsiyet değişmez. Kavuşamadıklarına bakınca, şevk hâli olur. Bundan anlaşılıyor ki, Allahü Teâlâ'yı sevenlerin hepsi bu dünyada ve öbür dönyâda ünsiyet ve şevk arasında bulunurlar. Allahü Teâlâ, Dâvûd aleyhisselâm'a buyurdu ki:
“Yeryüzünde olanlara benden haber ver ve de ki: Beni sevenleri ben de severim. Halvette (yalnız bir yerde) benimle beraber oturanlarla beraberim; Beni zikir edenlerin ve zikrime alışanların munisi (yakını) yım. Beni arkadaş kabul edenin arkadaşsyım. Beni seçeni ben de seçerim. Emrimi yapanın emirlerini yaparım. Kullarımın kalbini bilirim. Kullarımdan beni sevip de kendisini sevmediğim ve ona öncelik vermediğim kimse yoktur. Beni arayan bulur. Başkasını arayan beni bulamaz. Ey insanlar! Tutulduğunuz, atdandığınız bu işlere güvenmeyin; yüzünüzü benimle olmaya, benimle bulunmaya, benimle ünsiyet peyda etmeye çeviriniz. Bana yakın olunuz, bana alışınız, ben de size yakın olayım, ben de size alışayım. Çünkü ben kendi dostlarımın tıynetini (yaratılış hamurunu) dostum olan İbrahim'in (aleyhisselâm) tıynetinden yarattım. Musa (aleyhisselâm) benim sırdaşımdır ve Muhammed (aleyhisselâm) benim en seçkin kulumdur. Bana müştak olanların kalbini kendi nurumdan yarattım. Onları kendi Celâlim ile terbiye eyledim”.
4- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Şüphesiz Allah, İslamı ona itaat edenleri bu davranışlarından dolayı sevmek, günahkarları da kötü davranışlarından dolayı sevmemekle tavsif etmiştir. ( İslamiyetin en bariz vasfı budur.)”[513]
5- Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:
“Cennette, yakuttan sütunlar üzerine oturturulmuş köşk ve otaklar vardır. Kapıları açık bulunan bu köşkler inci tanesi yıldızlar gibi parlarlar. İşte bu köşklere, dünyada Allah için buluşup, oturup ve birbirlerini sevenler gereceklerdir.”[514]