Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

ORUÇ BAHSİ

ORUÇ BAHSİ



Kelime-! fevhîd'den sonra İslâm'ın üçüncü rüknü oruç'tur. Oruç hicretin ikinci senesi farz olmuştur. Teâlâ Hazretleri bu büyük ibâdeti pek büyük hikmetlere mebnî farz kılmıştır. Bu hikmetlerin en büyüğü ise, nefs-i emmâre'nin hiddet ve şiddetini kırarak onu sükûnete kavuş-turmasıdır. Zâten usûl-ü fıkıh ilminin beyânına göre oruç hadd-i zâtın­da insanı aç ve susuz bırakmak suretiyle Allah'ın ihsan ettiği nimetler­den mahrum kılmak olduğundan, güzel bir şey bile sayılamazken, nefs-i emmâre'yi terbiyeye vesile olması itibariyle güzel olmuş, hem de hük­men bizzat güzel şeyler meyânına yükselmiştir. Mezkûr ilimde bu mânâ­da ona «Hasen îizâtihi hükmen» denilir. Evet, şüphe yoktur ki, insanda ne­fis denilen bir kuvvet vardır. Bu kuvvet hayra da şerre de yararsa da tabiatı icâbı daha ziyâde şerre meyyaldir. Ve adetâ ateşe benzer. Ateş nasıl hayra, şerre yarar. Fakat tabiatı icâbı daha ziyâde şerre elve­rir. Yani temas ettiği her şeyi yakmak isterse, nefs-i emmâre denilen kuvvet de öyledir, Öyle olduğu içindir ki: Hz. Yusuf (A.S.) gibi bir Pey-gamber-i zîşân : «Ben nefsimi tebrie edemem. Çünkü nefs pek ziyâ­de fenalığı emir eder. Ancak Rabbimin rahmet buyurarak korudukları müstesna[630]» diyerek ondan Allah'ına sığınmıştır. Ateşi zararsız hale getirmek için üzerinde bâzı tasarrufatta bulunmak zaruri olduğu gibi, nefs-i emmâreyi dahi zararsız hâle getirmek için üzerinde durarak onu terbiye etmek îcâp eder. işte onun en büyük mürebbîsi oruç'tur. Onun için : «Oruç âzâyı acıktırır. Fakat nefsi doyurur. Âzâ doydu mu, bu sefer de nefs acıkır» derler.

Oruç, insana: fakirlere, yoksullara karşı merhamet hissi aşılar. Çünkü açlık ile susuzluk acısını birkaç zaman tatmış olan bir adam, senenin oniki ayında aynı acı ve ıztırap içinde çırpınan bîçârelerin hâli­ni mutlaka hatırlar ve onlara acır; yardımlarına koşar. Orucun daha nice hikmetleri vardır. Biz onlardan bahsedecek değiliz. Yalnız şunu kaydetmek isteriz ki orucu hikmetleri olduğu için değil, Allah'ımızın emri olduğundan dolayı tutmalıyız. Zaten her ibâdet hususunda nazar-ı itibara alınacak cihet budur.

Oruç mânâsına gelen savm lûgatta : Mutlak surette imsak, yani yi­yip içmeden, konuşmaktan, vesâireden nefsi menetmektir. Şer'an : Niyet ederek tan yerinin ağırmasından, güneş kavuşuncaya kadar yiyip içmekten ve cinsî münasebette bulunmaktan riefsi men etmektir.

Orucun rüknü : İşte bu imsaktir.

Sebebi : Muhteliftir. Çünkü oruçlar muhtelif olup, farz, vacip, mes-nun, mendup, nafile, kerâhet-i tenzîhiye ile mekruh, ve kerâhet-i tahri-mîye ile mekruh kısımlarına ayrılırlar.: Meselâ Ramazan orucunun edâ ve kazası, zıhar, kat'il, yemin kefaretleri, haçta av cezası, ihramlı iken ezâ fidyesi farz oruçlardır. Zîrâ hepsi kafi delîl ile sabittirler. Nezir orucu vacip, muharremin dokuzuncu günü ile birlikte aşure orucu sün­net, her ayın ortasında üç gün oruç tutmak mendub, bunlardan maada keraheti sabit olmayan bütün oruçlar nafile, muharremin dokuzuncu gü­nünü bırakıp, sâdece onuncu günü aşure orucu tutmak kerâhet-i tenzîhiy-ye ile mekruh, teşrik günleri ile bayram günlerinde oruç tutmak tahrî-men mekruhtur.

Şu halde : Edâ ve kaza olmak üzere Ramazan orucunun sebebi : Ramazan ayının bir cüz'üne erişmektir. Ve her gün, o günde edâ edile­cek orucun sebebidir. Zîrâ her günün orucu ayrı ayrı ibâdetlerdir.

Kefaret oruçlarının sebebleri : Bu kefaretlerin sebebleri olan ye­minden dönme, öldürme vesairedir. Menzûr oruçların sebepleri de nezir­lerdir.

Orucun vücûbunun şartı : Müslüman, âkil ve baliğ olmaktır.

Vücûb-u edasının şartı : Hasta olmamak ve mukim yani evinde ye­rinde bulunmaktır.

Sıhhatinin şartı : Niyet etmek, hayz ile nifastan temiz olmaktır.

Orucun hükmü : Vacibin sukutu yani borcun Ödenmesi ve sevap kazanmaktır. Oruç, muhkem bir farizadır. Farziyeti, kitap, icmâ ve sünnetle sabittir. Binaenaleyh onu inkâr, yahut onunla alay eden kâfir olur. Tutmayana ise fâsık denilir.

«Kîfabdan delîli : « [631]» «Sizden kim bu aya 5. ilişirse, onun orucunu tutsun.» Ve([632] )

«Sizin üzerinize oruç farz kılındı» âyet-i kerîmeleri'dir Orucun farz olduğuna icmâ'-i ümmet münâkid olmuştur.

Sünnetten delîli : Meşhur îmân hadîsiyle aşağıdaki hadîslerdir.[633]



669/525- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûlüllah SalldUahü aleyhi ve selîem :

— Ramazandan Önce bir ve iki gün oruç tutmayın. Yalnız devamlı oruç tutan adam müstesna. O bu orucu da tutsun; buyurdular.»[634]



Hadîs, Müttefekun aleyhdir.

Hadîs-î şerîfte (ramazan) lâfzı yalnız zikir edildiğine göte oruç ayına Ramazan denilebilecek demektir. Halbuki İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel'in Hz. Ebu Hüreyre (R. A.) ile başkalarından merfu' olarak rivayet ettiği bir hadîste şöyle buyrulmuştur :

«Ramazan geldi demeyin. Çünkü ra­mazan Allah'ın İsimlerinden bir isimdir. Lâkin ramazan ayı geldi deyin.» Ancak bu hadîs zayıftır.Buhârî'de sabit olan böyle bir hadîse muaraza edemez.Lâfzı «Bülûğü'l-Merâm» nüshalarında böyle merfu'dur. Ve muhtar olan budur. Zîrâ nefiy'den sonra gelmiştir. Bedel olmak üzere ref'edilir. Müslim'de « %*. j Vl » şeklindedir» ki arapçanin kaideleri îcâbı bu da caizdir. Yani istisna olmak üzere nasb da edilebilir. Buhârî'de istisna : seklindedir. Bu takdirde cümledeki : fiili tam olarak kullanılmıştır.

Hadîs-i gerîf. Ramazandan bir veya iki gün önce oruç tutmanın memnu olduğuna delildir. Bu hadîsi, İmâm-ı Tirmizî (200—279)'de rivayet etmiş ve : «Ehl-i ilim bununla amel etmektedir. Ramazan girmezden önce bir kimsenin oruç tutmasını Ramazanın mânâsından dolayı kerih gördüler» demiştir. Resûlüllah (S.A.V.)'nı ramazandan önce oruç tutmayı yasak etmesi, Teâlâ Hazretleri'nin Ramazan orucu­na başlamayı. Ramazan ayının görülmesine ta'lîk ettiğindendir. Bi­naenaleyh ramazan ayını görmezden evvel oruç tutan, Allah'ın emrine nehy'ine muhalif hareket etmiş olur. Hadîs-i şerîf, Bâtıniyye fırkasının bu bâbdaki âdetini iptal etmektedir. Onlar, Ramazan hilâlini görmezden bir iki gün evvel oruç tutarlar ve bunu hadîs-i şerifte ki (lâm) dan çı­karmak isterler. Ulemâdan bâzıları : «Oruçtan nehy, şabanın yarısın­dan, yani onaltısından sonradır» derler. Bunların delîli Hz. Ebu Hüreyre (B. .A./dan merfu' olarak rivayet edilen §u hadîstir :

«Şaban yan oldu mu artık oruç tutmayın» Bu hadîsi Sünen sahipleri ile diğer hadîs imamları tahrîc etmişler­dir. Bâzıları : «Şabanın yansından sonra oruç tutmak mekruh, ra­mazana bir veya iki gün kala tutmak ise haramdır» demişler. Bir takımları da : «Şabanın yarısından sonra oruç tutmak caizdir. Yal­nız Ramazandan bir ve iki gün evvel tutmak haramdır» mütalâasın­da bulunmuşlardır.

Mâlikîler'e göre, ramazandan bir veya iki gün evvel oruç tutmak mekruh değildir. Zîrâ Hz. Ebu Hüreyre hadîsi zayıftır. Hattâ îmâm-ı Ahmed b. Hanbel (164—241) ile îbni Main (—233) onun hakkında : «Bu hadîs münkerdir» demişlerdir. Binaenaleyh şabanın yarısından sonra oruç tutulmaması babında delîl olamaz.[635]



670/526- «Ammar ibnî Yasİr radıyallahü anh'den rivayet edilmiş­tir. Demiştir ki : Hakkında şüphe edilen günde kîm oruç tutarsa, mu­hakkak Ebü'l-Kasım Sallallahü aleyhi ve sellem'e isyan etmiştir.»[636]



Bu hadîsi Buhârî ta'lîk suretiyle zikretmiş, onu Beşler mevsul ola­rak rivayet etmişler, İbni Hüzeyme ile İbni Hibban ise sahîhlemişlerdir.

Hadîsi Beşler de Ht. Ammar (R. A.)'& vasleylemişlerdir. Mu­sannif merhum «Fethü'l-BârU de bunlara Hâkim'i de katmıştır. Hadîsi vasleden bu zevat, onu Amr b. Kays'dan. o da Ebu İshak'tan. riva­yet ediyorlar. Onlardaki lâfzı şudur :

«Ammar ibnl Yasir'in yanında İdik. Derken kızartılmış bir koyun getirerek «yeyinU de­di. Oradakilerden biri hemen bir tarafa çekildi ve: Ben oruçluyum; de­di. Bunun üzerine Ammar : «Hakkında şüphe edilen günde kim oruç tu­tarsa... ilâh... dedi.

îbni Abdü'l'Berr (368—463): «Bu hadîs onlarca nıüsnettir. Bu­nun hakkında ihtilâf etmezler» demiştir.

Hadîs, lâfzen mevkuf, hükmen merfu'dur. Mânâsı : Ramazandan az önce oruçtan nehyeden hadîslerle, hilâli gördükten sonra oruç tut­mayı emreden hadîslerden alınmadır. Yevmi şek : Şüpheli gün de­mektir. Hanefîler'e göre, şabanın son günü olup, havanın bulutlu olma­sı sebebiyle şabanın son günü mü yoksa ramazanın ilk günü mü oldu­ğu kestirilemiyen gündür. Eîmme-i selâse'ye göre yevm-i şek: Şabanın otuzuncu günüdür. Ve yine hilâl görülememek sebebiyle şabandan mı, ramazandan mı bilinememek kaydıyla mukayyettir.

Şâfiîler'e göre : O günde oruç tutmak kimi mekruh, kimi mendup, kimi de bâtıl olur. Şöyle ki: Ramazandandır diye kestirerek tutarsa ke-rahet-i tahrîmiye ile mekruh olur. Farzla vacip arasında tereddüt ede­rek : «Yarın Ramazan ise ona, değilse başka bir farza niyet ettim» der­se, kerâhet-i tenzîhîyye ile mekruhtur. Oruç tuttuğun günlere rastlarsa mendubtur. Oruç tutmakla tutmamak arasında mütereddit bulunur ve: «Yarın ramazansa oruçluyum, değilse değilim.» derse bâtıldır.

Şâfiîler'e göre : Şayet ondan evvelki gece halk arasında hilâlin gö­rüldüğü haberi yayılmış fakat isbât edilememişse o gün oruç tutmak haramdır.

Böyle bir şey konuşulmamışsa kat'i olarak şabandandır. Ramazan­dan olduğuna âdil bir kişi şehadet ederse, cezmen ramazandandır.

Mâlikîler'e göre : Tetavvu olarak tutulur, yahut oruç tutmayı âdet edindiği günlere rastlarsa, o gün oruç tutmak mendup olur. O gün kaza, kefâret-i yemin gibi bir borcunu ödemek için oruca niyet eder, yahut nezrettiği oruç günü o güne tesadüf eder, yevm-i şekk'in Ramazandan olduğu da anlaşılmazsa niyet ettiği orucu sahîh olur; fakat razaman-dan olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç ikisine de yaramaz. Her ikisi için birer gün kaza eder. O gün ihtiyaten oruca niyet ederse mekruh olur.

Bu takdirde ramazan günü olduğu anlaşılırsa ramazan orucu yerine geçmez. Bir gün kaza eder.

Hanbelîler'e göre : Yevm-i sekte tetavvu yani nafile oruca niyet et­mek mekruhtur. Ancak oruç tuttuğu günlere rastlar veya ondan evvel bir iki gün tutmuş ise mekruh değildir. Sonra o günün ramazandan ol­duğu anlaşılırsa tuttuğu oruç ramazan orucu yerine geçmez. Bir gün kaza etmek icâp eder. O gün başka bir vacibe niyet etse, Mâlikîler gibi bun­lara göre de günün şabandan olduğu anlaşılırsa, niyet ettiği orucu sahîh olur. Fakat ramazandan olduğu anlaşılırsa, tuttuğu oruç ikisinden de sayılmaz, sonra kaza eder. Niyet ederken, yarın ramazandan ise, ra­mazan orucuna niyet ettim derse, ramazandan olduğu meydana çıksa bile yine ramazandan sayılmaz, kaza lâzım gelir. Ramazandan olduğu anlaşılmazsa orucu sahîh bile olmaz.

Yevm-i şek hakkında ashâb-ı kiram da ihtilâf etmişler; bâzıları o gün oruc'un caiz olduğuna kail olmuş; diğerleri ise o gün oruç tutmayı Resûlüllah (S.A.V.)'e isyan saymışlardır. Vâkıâ îmâm-% Şafiî (150—204) nin Fâtıma bîntî Hüseyin'den tahrîc ettiği bir hadîste Hz. Alî (R. A./ın: «Şabandan bir gün oruç tutmam, benim için ramazandan bîr gün oruç terk etmemden daha hayırlıdır» dediği göze çarpıyorsa da buna itiraz edenler : «Bu bir eserdir; münkatıdır. Sonra mücerret yevm-i şek hak­kında da değildir. Bilâkis yanında birisi hilâl'i gördüğüne şehâdet et­miş de Hz. Ali (R. A.) da oruç tutmuş ve nâs'a da oruç tutmalarını emir etmiş. Ondan sonra bu sözleri söylemiş» diyorlar. Yevm-i şek hak­kındaki nasslardan biri de Ibnî Abbas (R. A.) hazretlerinin şu hadîsidir:

«Eğer hilâl ile aranıza buiut girerse, ozaman şabanı otuz gün olarak tamamlayıverin. Amma o ayı (oruçla) karşılamayın!».

Bu hadîsi, îmâm-t Ahmed ibni Haribel ile Sünen sahipleri, îbni Büzeyme ve Ebu Yala tahrîc etmişlerdir. Tayalisi onu şu lâfızlarla rivayet ediyor: «Rama­zanı şabandan bir gün ile karşılamayın». Aynı hadîsi Dâre Kutnî de tahrîc etmiş ve ibni Hüzeyme sahîh'inde onu sahîh olduğu­nu beyân etmiştir. Ebu Dâvud (202—275) Hz. Âişe (R. cmftaj'dan şu hadîsi rivayet ediyor :

Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve seUem, şabandan korunduğu gibi, başka hiç bir aydan korunmazdı. Hilâl! görür, yani Ramazan hilâlini görürse oruç tutar; eğer hava bulutlu olursa otuz günü sayar, sonra oruç tutardı.» Bu bâbda yavm-i şek orucunu men eden daha nice hadîs­ler vardır. Eunlardan bîri de aşağıdaki hadîstir.[637]



671/527- «İbnî Ömer radıyallakü anhüma'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî: Resûlüiiah BallaUdhü aleyhi ve sellem'i :

— Hilâli gördünüz mü hemen oruç tutun; ve onu gör­dünüz mü hemen iftar edin. Eğer üzerinize hava bulut­lu olursa, o ay için tam sayıyı takdir edin; derken işittim.»[638]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

MiteMm'in rivayetinde : «Üzerinize bulut çökerse o ay için otuzu takdir edin» buyrulmuştur. Buhârî'nin rivayetinde : «Sayıyı otuz olarak tamamlayın» denilmiştir. Buhârî'nin Ebu Hüreyre'den rivayetinde ise : «Şabanın sayısını otuz olarak ta­mamlayın.» buyrulmuştur.

Hadîs-i şerîf, ramazan orucunun Ramazan hilâlini görmekle farz olacağına ramazan bayramının da şevval hilâlini görmekle kılınacağına delildir. Zâhîrî her ne kadar herkesin hilâli görmesini şart kılar gibi ise de bunun şart olmadığına icmâ' vardır. Binaenaleyh görmekten murâd: Hükm-ü şeri'yi ispat edebilen haber-i vahid yani âdil bir veya iki Idşinin görmesidir. Şu halde «Hilâli gördünüz mü» ifâdesinin mânâsı: İçinizden gören olursa demektir. Maamâfîh mes'ele yine de ihtilaflıdır. Hanefîler'e göre : Gökyüzünde bulut filân yoksa hilâli kalabalık bir cemâatin görmesi lâzımdır. Bu cemâatin ne kadar olacağı îmâm-ı Müslimînin reyine bırakılmıştır. Muayyen bir adet şart değildir. Yal­nız şâhidler hilâli gördüklerini isbât ederken «eşhedü» lâfzını kullana­caklardır. Şayet gökyüzünde hilâli görmeye bir mâni varsa, o zaman bir kişinin görmesiyle de iktifa olunur. Ancak bu bir kişinin müslüman, âdil, âkil ve baliğ olması şarttır. Bu halde «eşhedü» lâfzı şart değildir.

Hilâli görenin şehâdetini hâkim kabul etmese bile yine oruç tutma­sı îcâp eder. Hilâli göreni tasdik eden kimse dahi aynı hükümdedir.

Şâfiîler'e göre : Gökyüzü açık olsun, bulutlu olsun âdil bir müslü-manın -velev mesturü'1-hâl olsun-[639] hilâli görmesiyle ramazan sabit olur. îsbât için «eşhedü» lâfzı şarttır. Hilâli görenle onu tasdik edenle­re oruç tutmak lâzım olur.

Hanbelîler'e göre : Ramazan hilâli mutlak surette âdil olan bir mükellefin görmesiyle sabit olur. Bu hususta erkek, kadın hür ve köle müsavi ise de sabinin ve mestürü'1-hâl olan kimsenin görmesiyle hilâl sabit olamaz. îsbât için «eşhedü» lâfzı şart değildir. Hilâli görene ve ona inananlara oruç tutmak lâzım olur. Velev ki hâkim onun bu haberini ka­bul etmesin.

Mâlikîler : Hilâli görmeyi üç kısma ayırırlar :

1— İki âdil kimsenin görmesi.

2— Büyük bir cemâatin görmesi. Bu iki surette ramazan sabit olur.

3— Bir kişinin görmesi. Bu surette ramazan yalnız hilâli gören ile onu tasdik eden hakkında sabittir. Fakat göreni tasdik edenin hilâli gör­mekle vazifelendirilmiş olmaması şarttır. Vazifeli ise, onun hakkında ramazan sabit olamaz. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır.

Hilâli bütün müşlümanların görmesi şart olmadığına göre, bir bel­dede hilâl görüldü mü şâir beldeler ahâlisine de oruç tutmak lâzım olur. Buna fukâha husûsî tabiriyle dhtilâf-i metâlfa itibar yoktur» derler. Yani ay'm bazı beldelerde evvel, bâzılarında daha sonra doğma­sına bakılmaz demektir. Bu dahi ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Hanefîler'den Kadı Han ve Şemsü'l-Eimme Serahsî gibi bir ta­kım zevata göre «ihtilâf-i metâli'a itibar yoktur zahir rivayet de budur» diyorlar. Fakat bâzılarına göre ihtilâf-i metâli'a itibar var-dir. Fetâvâ-i hüsâmîyye de şöyle deniliyor : «Bir şehir ahâlisi ay'ı görerek otuz gün tutsalar; diğer bir şehir ahâlisi de ay'ı görerek yirmi dokuz gün tutsalar ve iki şehir arası yakın olup, her ikisinde hilâl aynı zamanda doğsa, yirmi dokuz gün tutanlara bir gün oruç kaza etmek lâzım gelir. Fakat şehirler birbirlerine uzak olup hilâl her ikisinde ayrı ayrı zamanlarda doğuyorsa, bir şehrin hükmü, di­ğerine lâzım gelmez. Hz. Âişe (R.anha)'nın : «Her beldenin fıtır bay­ramı o belde ahâlisinin bayram ettiği gündür. Her beldenin kurban bay­ramı da o belde ahâlîsinin kurban kestiği gündür» dediği rivayet olunu­yor ki, bu da ihtilâf-i metâli'a itibâr olunacağını gösterir İmâm-ı Şâfu'nin mezhebi de budur. Hs. Şafiî (150—204): İki belde arasın­daki yakınlığı yirmi dört fersahtan az olmakla tahdid etmektedir. Zîrâ bu miktardan fazlada artık hilâl iki belde'de aynı zamanda doğ­maz.

Ramazan hilâlini tek başına gören kimseye oruç tutmak ulemâ­nın ittifakıyla lâzım ise de şevval hilâlini yalnız başına görenin if­tar edip edememesi ihtilaflıdır. Ekser ulemâya göre ihtiyaten oruca devam eder. tmâm-ı Şafiî ile Hanefîler'den bâzılarına göre o gün oruç tutmaz, fakat gizler. Çünkü aşikâre yerse, hakikati bilmeyenler kendisine sui zan eder ve günâha girerler.

Hadîs-i şerifin sonundaki Müslim ile BuhârVmn. rivayetleri de Hz. Abdullah ibni Ömer'dendir. Ve Müslim'in rivâyetindeki «otuzu takdir edin» ifâdesini Buhân'nin rivâyetindeki «sayıyı Otuz olarak tamamlayın» cümlesi tefsir etmiştir. Bundan maksad bâzılarına göre: Şabanın otuzuncu günü iftar edin ve ay'ın tamam ol­duğunu hesaplayın demektir. Diğer bâzılarına göre ise Şaban'ı otuz gün olarak tamamlayın demektir. İbni Battal (—444) diyor ki: «Hadîs-i şerîf'de müneccimlerin sözüne itibar etmeyi def vardır. İtimad edilecek olan ancak hilâlleri görmektir. Biz tekellüften nehy olun­duk.» Müneccimler ve diğer, hesapla hilâlin yenilendiğini bilenler için «Bu hesaplara itimad ederek oruç tutabilirler, bayram yapar­lar» diyenlerin sözünü ulemâdan El-Bâci reddetmiş: Ve «Selefin icmâ'ı bunların aleyhine delildir» demiştir. Böylelerine en güzel cevabı Imâm-ı Buhâri'nin, Hz. İbni Ömer (R. A./dan tahrîc ettiği şu hadîs veriyor :

ResûlüIlah Sallallahü aleyhi ve sellem :

— Biz yazı yazmayı, hesap yapmayı bilmez ümmî bir ümmetiz. Ay şöyle ve şöyledir. Yani kimi yirmi dokuz

kimi OtUZ çeker; buyurmuştur.»

Elhâsıl bu hadîsler hilâli görmeden yahut ay'ı tamamlamadan oruç tutulamıyacağına ve bayram yapüamıyacağına nass olarak delildirler.[640]



673/528- İbnİ Ömer radıyaîlahü anhüma'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Cemâat hilâli görmeye çalıştılar. Ben Peygamber Sallalla­hü aleyhi ve settem'e onu gördüm diye haber verdim. Bunun üierİne oruç tuttu ve nâs'a da o ayın orucunu tutmalarını emir buyurdu.»[641]



Bu hadîsi, Ebu Dâvud rivayet etmiştir. Onu İbni Hibban ile Hâkim sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i şerîf oruç tutmak için haber-İ vâhid'le amel edilebileceğine delildir. Birçok ulemânın mezhebi de budur. Bunlar yalnız adaleti şart koşarlar. Diğer bâzıları mutlaka iki kişinin şart olduğuna kaildirler. Çünkü bu bir şehâdettir. Hukukta şehâdetin nisabı iki erkek yahut bir erkek ile iki kadındır. Bunların delili : NesâVnin Abdurrahman ibni Zeyd ibni Hattâb'ta.n rivayet ettiği şu hadîstir :

«Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve seUem'm ashâbıyla birlikte otur­dum ve kendilerine sordum. Bana Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem'in :

— Ay'ı görün oruç tutun; ve ay'ı görün iftar edin. Eğer size hava bulutlu olursa şabanın sayısını otuz gün olarak tamamlayın. Ancak iki kişi şehâdet ederse o baş­ka; dediğini anlattılar.»

Bu hadîsin mefhûm-u muhalifi, bir kişinin kâfi gelmiyeceğine delâ­let ederse de sadedinde bulunduğumuz İbni Ömer hadîsiyle ilerde gelecek Arabî hadîsi birer mantuk olup, bir kişinin haberinin kabul edigelecek Â'rabî hadîsi birer mantuk olup, bir kişinin haberinin kabul edi­leceğine delâlet ederler. Mantûkun karşısında ise mefhûma itibâr yok­tur. Binaenaleyh, bir kişinin kadın veya köle bile olsa haberi kabul edi­lir. Bayram hakkında bir kişinin haberinin kâfi gelip gelmiyeceği ihti­laflıdır. Bâzı Hanefîler'le Mâlikîler'e göre şevval hilâlini isbât için iki âdil kimsenin şehâdeti lâzımdır. Ancak Hanefîler'e göre iki kişinin biri erkek, ikisi kadın olabilir. Şâfiîler'e göre âdil bir kişinin şehâdeti de kâ­fidir. Şâhidlerin bu hilâli isbat için «eşhedü» demeleri Mâlİkîler'le Han-belîler e göre lâzım değilse de Hanefîler'le Şâfiîler'e göre lâzımdır. İbni Abbas ile İbnl Ömer (R. anhüma)'nm rivayet ettikleri şu hadîs Mâlikîler'e delildir :

«Peygamber SaUaUahü aleyhi ve selîem; Ramazan hilâli için btr kişinin haberini kabul etti. İftar için ise İki erkeğin şehâdetînden başka­sını kabul etmezdi.» Yalnız Dâre Kutnî bu hadîsi zayıf bulmuş ve : «Bunu Hafs b. Ömer, yalnız başına rivayet etmiştir. Halbuki bu zât zayıftır» demiştir.[642]



674/529- «İbni Abbas radıyallahü anhüma3dan rivayet olunduğuna göre: A'râbinin bîri Peygamber SaUaUahü aleyhi ve seUem'e gelerek :

— Ben hilâli gördüm; Demiş. Resûl-ü Ekrem SaUaUahü aleyhi ve seUem :

— Aliah'dan başka ilâh olmadığına şehâdet ediyor-musun? demiş. Adam :

— Evet; cevabını vermiş Resûlüllah SdllaUahü aleyhi ve sellem :

— Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehâdet edîyormusun? demiş. Adam :

— Evet; demiş. Resûl-ü Ekrem SaUaUahü aleyhi ve sellem :

— O halde insanlara yarın oruç tutmalarını haber ver yâ Bilâl; buyurmuşlardır».[643]



Bu hadîsi, Beşler rivayet etmişler; İbni Hüzeyme ile İbni Hibban sahîhlemişlerdir. Nesâî ise mürsel olduğunu tercih etmiştir.

Hadîs-i şerîf yukarda geçenler gibi ramazanın isbâtı için bir kişi­nin haberi kabul edileceğine ve keza müslümanlar arasında aslın ada­let olduğuna delâlet etmektedir. Çünkü Resûlüllah (S.A.V.) Â'rabîden yalnız keüme-i şehâdet istemiştir. Hilâl hakkındaki sözleri şehâdet değil, haber kabilinden olduğu ve îmân için iki kelime-i şehâdet'i ikrar kâfi geldiği, başka dinlerden teberri etmeye lüzum olmadığı da bu hadîsin işaretinden anlaşılan ahkâmdandır.[644]



475/536- «Ümmü'l-Mü'minin Hafsa radıyallahü verilen ihtiyar, nehiy olunan gençmiş. Bu kavillerin içinde en kuvvetlisi Hanefîler'in kavlidir. Delilileri: Babımızın hadisi ile îmâm-t Ahmed ibni Haribel ve Ebu Davud'un tahrîc ettikleri Ömer ibni Hat-tab hadîsidir. Hz. Ömer (R. A.) hadîsi şudur :

«Ömer demiştir ki: Bir gün keyfe gelerek oruçlu olduğum halde (eh­limi) öptüm. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.)'e geldim ve:

— Bugün ben büyük bir iş yaptım; oruçlu iken öptüm; dedim. Re­sûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, buyurdular kî :

— Oruçlu iken su ile mazmaza yapmış olsan hüküm ne olur dersin?

— Bunda bir şey yoktur; dedim:

— (O halde ötekinde) neden olsunmuş; buyurdular.» Oruçlu bir kimsenin öpmek, bakmak veya mübaşeret gibi cimâ'ın,

mukaddimelerinden biri sebebiyle mezi veya menisi inse orucunu kaza edip etmiyeceği hususunda dahi ulemâ ihtilâf etmişlerdir.

Hanefîler'le Şâfiîler'e göre : Mezînin gelmesi orucu bozmaz. Bak­mak suretiyle meni'nin gelmesi dahi aynı hükümdedir. Öpmek ve mü­başeret suretiyle meni inerse yalnız kaza lâzım gelir. Hanbelîler'e göre de öyle ise de bakmakla menî indiği takdirde kaza lâzım olur.

Mâlikîler'e göre : Mezi gelirse oruç bozulur. Kazası lâzım gelir. Fakat menî inerse, bakmak sureti dahî dâhil olmak üzere bütün cima mukaddimelerin Ramazan orucunun hem kazası, hem kefareti lâzım olur.

Tenbih : Hz. Âişe (R.anha)'nm Peygamber (S.A.V.) hakkında : «Oruçlu iken» demesi, kendisinin de o anda oruçlu olmasını iktizâ et­mez. Bu bâbda zahiren biri birinden zıd gibi görünen iki hadîs rivayet olunur. Bunları îbni Hİbban sahihinde Hz. Âişe (R. anha)'d&n tah­rîc etmiştir. Birinci hadîste : «Resûlüllah (S.A.V.) farz ve nafile oruç­larda zevcelerinden bazılarını öperdi» deniliyor. İkincide : «Peygamber (S.A.V.) o kadın oruçlu iken yüzüne dokunmazdı» denilmektedir. Fakat îbni Hibban (—354) şöyle diyor: «Bu iki haber arasında zıddiyet yoktur. Çünkü Peygamber (S.A.V.) nefsine mâlikti. Ve bu fiili île hâli kendisi gibi olanlara bu işi yapmanın caiz olduğuna tenbih etmiş; ka­dınların böyle hallerdeki zaafını bildiği için kadın oruçlu iken, kendisi­ne dokunmamıştir».[662]



684/538- «İbni Abbas radıyaUahü anhüma'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber SdUdUahü aleyhi ve seUem, İhramlı iken kan aldır­mış; oruçlu İken de kan aldırmıştı.»[663]



Bu hadîsi, Buhar! rivayet etmiştir.

Bu hadîs hakkında ulemâdan bâzıları şu mütalâayı ileri sürüyorlar: «Resûlüllah (S.A.V.) galiba ayrı ayrı zamanlarda hem ihramlı iken kan aldırmış; hem de oruçlu iken kan aldırmıştır. Fakat bu iki işi bir za­manda yapmamıştır. Çünkü ihramlı olmaktan haccetü'l-vedâ'daki hâ­li kasdedilirse, orada oruçlu değildi. Zîrâ Haccetü'i-Vedâ ramazanda değildi. Mekke'nin fethi ramazanda olmuşsa da, o seferde Resûl-ü Ek­rem (S.A.V.) ihramlı değildi. Vakıa nafile oruca niyet etmiş olması ih­timâl dâhilinde ise de niyetli olduğunu biien yoktur».

Bu hadis hakkında çeşitli rivayetler vardır. îmâm-ı Ahmed İbni Haribel (164—241) : «İbni Abbas'ın arkadaşları oruç zikretmiyorlar» diyor. Ebu Hatim (195—277) : «Bu hadîste Şerik hatâ etmiştir. Resûlüllah (S.A.V.) yalnız kan aldırmış ve haccamın ücretini vermiştir. Şerik bunu ezberinden söylemiştir. Halbuki hafızası bozulmuştur» de­mektedir. Îbnü'l-Kayyim (691-751) «Zadü'l-maad» adlı eserinde: Resû­lüllah (S.A.V.)'in oruçlu iken kan aldırdığı kendisinden rivâyeten sahîh olmamıştır» demiştir. îmâm-ı Ahmed'e bu hadîs sorulduğunda: «Sahîh değildir» demiştir.

Elhâsıl Resûlüllah (S.A.V.)'in oruçlu iken kan aldırdığı rivayeti sahîh değildir. Sahîh olan sadece kan aldırmasıdır. Binaenaleyh bâzı ulemânın mütalâaları veçhile hadîsin her cümlesi ayrı ayrı ifâdeler olabilir. Yani bir defa ihramlı iken kan aldırmış; sonra başka bir defa da oruçlu iken kan aldırmış olabilir. Buna karine, hem ihramlı, hem oruçlu iken bir defa kan aldırmadığının bilinmesidir. Sonra Şerike ağır hücumlar yapılacağına, onun rivayetini de sahîh kabul ederek te'vîle gitmek ve «ayrı ayrı zamanlarda olmuştur» demek daha iyidir.

Oruçlu iken kan aldırmanın hükmü ihtilaflıdır. Ekser-i ulemâya göre kan aldırmak orucu bozmaz. Bunlar aşağıdaki Şeddat hadîsi"nin, bu hadîsle neshedilmiş olduğuna kaildirler.

Şâfiîler'e göre : Oruçlunun ihtiyaç yokken kan aldırması mekruh­tur. İhtiyaç varsa mekruh değildir.

Hanefîler'e göre : Kasder. kan aldırır da kan çıkarsa oruç bozulur. Kan çıkmazsa bozulmaz.[664]



685/539- Şeddet îbni Evs radıyaTlahü anh'âen rivayet olunduğuna göre; Peygamber Sdllallahü aleyhi ve sellem, Baki'de, ramazanda kan aldıran bir adamın yanına gelmiş ve :

— Kanı. alan da aldıran da iftar etti; buyurmuşlardır.»[665]



Bu hadîsi, Tİrmiiî müstesna Beşler tahrîc etmişlerdir.Ahmed, İbni Huzeyme ve İbni Hibban da onu sahîhlemişlerdir.

Hadîs-i şerifi Buhârî ve başkaları da sahîhlemişler; diğer hadîs imamları onu onaltı sahabeden tahrîc eylemişlerdir. Suyûtî (849— 911) «El-Camiü's-Sagîr» adlı eserinde : «Bu hadîs mütevâtirdir» di­yor.

Hadîs, kan aldırmanın, alanın da aldıranın da orucunu bozdu­ğuna delîldir. Ulemâdan az bir taife'nin mezhebi budur. İmâm-ı Ah­med ibni HanbeVm de bâzı kayıt ve şartlarla kavli budur. Diğer bir takım ulemâ alanın değil, yalnız aldıranın orucunun bozulduğuna kaildirler. Delilleri Şeddat hadîsidir. Fakat bunların niçin hadîsin bir kıs­mıyla amel edip, bir kısmıyla amel etmedikleri bilinememektedir. Cum­hur ulemâ'ya g°re kan aldırmak mutlak surette orucu bozmaz. Onlar, Şeddat hadîsinin İbni Abbas hadîsi ile neshedilmiş olduğuna zâhip olmuş­lardır. Çünkü İbni Abbas (R.A.) hadîsi tarih itibarıyla Şeddat hadîsin­den sonradır. İbnî Abbas (R. A.)'m sahâbi oluşu Peygamber (S.A.V.)'in hac yılında, halbuki Şeddat'm sohbeti Mekke'nin fethi esnasındadır. Bu cihet îmâm-ı Şafiî'den rivayet olunmuştur. Hz. Şafiî : «İhtiyaten kan aldırmaktan kaçınmak benim için daha makbuldür» demiştir. Aşağıdaki Enes hadîsi de neshi teyid eder. İbni Hazm (384—456) diyor ki : «Kan alan, ve aldıran iftar etti» hadîsi şüphesiz sa­bittir. Lâkin biz başka bir hadîste Peygamber (S.A.V.)'in oruçluya kan aldırmayı ve visal yapmayı yasak ettiğini, fakat bunları ashabına meşru bırakmış olmak için haram kılmadığını gördük. Hadîsin isna­dı da sahihtir.» îbni Ebi Şeybe'mn Ebu Saîd'den tahrîc ettiği şu ha­dîs de bunu teyid ediyor :

«Peygamber SaîlaUahü aleyhi ve seUem, oruçluya kan aldırmak içîn müsaade buyurdular.» ruhsat ancak azimetten sonra bulunabilir. Şu halde evvelce azimet olarak kan alanın ve aldıranın orucu bozulur-muş da sonra neshedilmiş demektir.

Bâzıları : «Şeddat hadîsi kerahete delâlet eder. Nitekim aşağıdaki Enes hadisi de öyledir» diyorlar. Diğer bâzıları ise : «Peygamber Sât-lalkthü aleyhi ve sellem, Şeddat hadîsini husûsi bir hâdise sebebiyle îrâd buyurmuşlardır. Binaenaleyh hüküm o zevata mahsustur» derler. Hâdise şudur: «Peygamber (S.Â.V.) oradan geçerken kan almakla meş­gul olan o iki kişi başkalarını zem m ediyorlarmış. Bundan dolayı : «Kanı alan da aldıran da iftar etti; buyurmuşlar.» Fakat îbni Huzeyme (223—311) bu te'vili pek garip bularak: «Bu şaşılacak bir şeydir. Zîrâ bunu söyleyen de gıybetin orucu bozduğuna kail değil­dir» demiştir.

îmâm-ı Ahmed ibni Hanbeî : «Gıybetten kimin kurtulduğu var ki? Gıybet orucu bozarsa bizim orucumuz yoktur» diyor.

Imâm-z Şafiî gıybetin orucu bozmasını, orucun sevabını gider­mesine hamletmiştir. Şafii bunu, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in cuma günü hatip hutbe okurken konuşan için «onun cuması yoktur» buyur­masına kıyâs etmiş ve o adama cumayı yeniden kıldırmamasını, cuma'-nın sahih olduğuna, yalnız sevabının kalmadığına delil tutmuştur. Bu takdirde mes'elede şaşılacak cihet kalmaz.

Beğavî (426—516) demiştir ki : «Bunların iftarından murâd: Kendilerini iftara maruz bırakmalarıdır. Çünkü kan alan onu ağ­zıyla emer. Binaenaleyh kanı içine gitmiyeceğinden emin değildir. Kanı aldıran dahi, kan kaybetmekle zayıf düşerek netice itibarıyla orucunu bozmaktan emin değildir.»

Fakat îbni Teymiyye (661—728) bu te'vili reddederek : «Pey­gamber (S.A.V.)'in «kan alan da alınan da iftar etti» buyur­ması onların oruçlarının bozulduğuna nasstır. Artık Peygamber (S.A. V.) onların oruçlarının bozulduğunu haber verirken bahusus hadîsin za­hiri murâd olmadığını bildiren bir karine de yokken, oruçlarının bozul­madığına inanmak caiz değildir. Eğer bozulmanın hakikati değil de, bozulmaya yakın olması mânâsı kasdedilmiş olsa, o zaman hadîs, hük­mü, beyâna değil, karıştırmaya yaramış olurdu.» diyor.[666]



686/540- «Enes b. Mâlik radıyalîahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Oruçluya kan aldırmanın ilk defa kerih görülmesi Cafer ibni Ebi Tâlib'in oruçlu İken kan aldırmasıyla başlar. Peygamber (S.A.V.) (o halde) onun yanına uğradı :

— Bunların İkİSİ de İftar etti; buyurdular. Neden sonra Peygamber Saîlallahil aleyhi ve seîlem, oruçluya kan aldtrmaya ruhsat verdiler. Artık Enes oruçlu İken kan aldırıyordu.»[667]



Bu hadîsi, Dâre Kutnî rivayet etmiş ve onu kuvvetli bulmuştur.

Dâre Kutnî (306—385) : «Bu hadîsin ricali sikadırlar. Hadîsin hiçbir illeti bilinmemektedir» demiştir.

Hadîs-i şerif, Şeddat hadîsini nesheden delillerdendir. Nitekim yu­karda görmüştük.[668]



687/541- «Hz. Âişe radıyalîahü anha'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber Sallaîlahü aleyhi ve mllem, Ramazanda oruçlu İken, sür­me çekinmiştir.»[669]



Bu hadîsi İbni Mâce zayıf bir isnadla rivayet etmiştir. Tirmizî ise bu bâbda hiçbir şey sahîh olmuyor; demiştir.

Bundan sonra Tirmizî : «Oruçlunun sürme çekinmesi hakkında ehl-i ilim ihtilâf etmiş; bâzıları onu mekruh saymıştır. Süfyan, îbni Mübarek, Ahmed ve İshale bunlardandır. Diğer bâzıları ona ruhsat vermiştir. Şafii'nin kavli de budur.» demiştir.

Fakat sürme çekinmek Şafiî'ye göre yine de hilâf-ı evlâdır. Hanefîler'e göre sürme orucu bozmaz. Mâlikİler'e göre : Gündüzün çe­kinir, ve boğazında tadını duyarsa bozar. Geceden çekinir de tadını sa­bahleyin duyarsa bozmaz.

Hanbelîler'e göre : Sürme'nin tadını duyarsa oruç bozulur. îbni Şubrume ile îbni Ebi Leylâ (74—148) Jya göre de sürme orucu bozar. Bunların delili : Şu hadîstir :

«Oruç çıkandan değil, giren şeyden bozulur.» Sürme orucu bozar diyenlerce : Oruçlu bir şeyin tadını duydu mu o şey içeriye dâhil oldu demektir. Fakat ulemâ bu reyi kabul etmemiş ve : «Biz sür­menin içeriye girdiğini teslim etmiyoruz. Çünkü sürme göz'e çekilir. Halbuki göz, menfez değildir. İçeriye işliyen sürme olsa olsa, me­samat vasıtasıyla girer ki, bu da orucu bozmaz.» diye cevap vermişterdir, istidlal ettikleri hadîsi ise Buhârî, Ibnl Abbas'a ta'lik etmiş; îbni Ebi Şeybe yine İbnî Abbas'dan mevsul olarak rivayet etmiştir. Bu bâbda Ebu Davud'un tahrîc ettiği bir hadîste Peygamber (S.A.V./in sürme taşı hakkında : «Oruçlu ondan sakınsın» dediği göze çar­parsa da mezkûr hadîs hakkında Ebu Dâvud (202—275) : «Bana Yahya b. Maîn bu hadîsin münker olduğunu söyledi» demektedir.

Ashâb-ı Kirâm'rîan Hz. Enes (R. A./in oruçlu iken sürme çekinir-diğini yine Ebu Dâvud rivayet etmiştir. îmâm-ı AJme§ (60—148): «Arkadaşlarımızdan hiçbirinin oruçluya sürme çekinmeyi mekruh saydığını görmedim» demiştir.[670]



688/542- «Ebu Hüreyre radıyallahü anh'dan rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûlüllah SdUaUahü aleyhi ve sellem:

— Bir kimse oruçlu iken unutur da yer içerse, orucu­nu tamamlayıversin. Zîrâ onu ancak Allah doyurmuş ve SUİamiştir; buyurdular».[671]



Bu hadîs, Müttefekun aleyh'dir.

Hâkim'in rivayetinde : «Bir kimse ramazanda unutarak iftar ederse onun üzerine kaza ve kefaret yoktur» buyrul-muştur ki bu sahihtir.

Hadîsi Hâkim de Ebu Hüreyre (R. A..) dan rivayetetmiştir.Tirmizî'nin rivayetinde:«O ancak AllarTın kendisine ihsan ettiği bir rızıktır» buyrulmuştur. Hâ­kim'in rivâyetindeki : «iftar ederse» ifâdesi münâsebet-i cinsîy-ye'ye de şâmildir. Bu hadîste hassaten yiyip içmenin zikredilmesi ekseriyetle onlar unutulduğundandır.

Hadîs-i şerif, unutarak yiyip içmenin ve cima' etmenin orucu bozmadığına delîldir. Çünkü «orucunu tamamlayıversin» buy-rulması, o kimsenin hakikaten oruçlu olduğunu gösterir. Cumhur ule-mâ'nın mezhebi de budur. Burada mezhep imamlarından yalnız îmâm-ı Mâlik muhalefet etmig ve unutarak yiyip içmek ile cimâ'ın orucu bo­zacağına kail olmuştur. Maamâfîh bozulan oruç ramazanın edası bile olsa, yine sâdece kaza lâzım gelir. Kefaret îcâp etmez.

Ulemâ'dan bâzıları lmâm- Mâlik'e muvafakat etmişlerdir. Bun­lar «Orucu bozan şeylerden kaçınmak, orucun rüknüdür. Binaenaleyh unutarak namaz rükûnlarından birini terk etmenin hükmü ne ise bunun hükmü de odur» diyerek kıyas yaparlar. Filhakika namazda bir rüknü unutarak terk etmek namazı bozar ve oruç namaza kıyas edilince onun da bozulması lâzım gelirse de burada kıyas istihsanın karşısında terk edil­miş ve istihsanla amel olunmuştur. îstihsan ise, sadedinde bulunduğu muz hadîstir. Bahusus hadîsin bir rivayetinde : «Onun Üzerine kaza Ve kefaret yoktur» buyrulması, unutarak iftar eden kimsenin oruç­lu olduğunu, kendisine kaza lâzım gelmiyeceğini en sarih bir şekilde ifâde etmektedir.

«Bozar» diyenler hadîsteki, «orucunu tamamlayıversin» cüm­lesini : «Orucu bozulmakla beraber o gün yine oruçlu imiş gibi dursun; orucu bozan şeylerden sakınsın; demektir.» Şeklinde te'vil ederlerse de, «onun üzerine kaza ve kefaret yoktur» ifâdesi, bu te'viie mânidir. Ashâb-ı kira m dan : Alî, Zeyd ibni Sâbİt, Ebu Hüreyre ve İbnt Ömer (R. anhüm) hazarâtı ile tabiînden bir çokları dahi unutarak yapılan iftarın orucu bozmayacağına kaildirler. Bittabî oruç bozul­mayınca kaza da lâzım gelmiyecektir. Bu bâbda birçok hadîsler vardır. Ve hepsi hiribirini takviye ederler. Biz bunlardan bir tanesi ile iktifa edeceğiz. îmâm-ı Ahmed İbnİ Haribel bir sahâbîyyenin azadlı cariyesinden şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Câriye Peygamber Saîldllahü aleyhi ve aettem'to nezdinde idi. Bir kap tirit getirdiler. Kadın da ondan yedi .Sonra oruçlu olduğunu hatırla­dı. Zülyedeyn (namındaki sahâbî) kadına :

— Doyduktan sonra şimdi mi hatırına gelf'yor7 dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem kadın. :

__Sen orucunu tamamla. Çünkü bu ancak Allah'in sana ihsan ettiği bir rızrktır.buıyurdular.[672]



690/543- «Ebu Hüreyre radıyallahü onft'den rivayet olunmuştur. Demiştir kî : Resûliillah Sallallahü aleyhi ve sellem :

— Bir kimse kusmuğunu zaptedemiyerek kusarsa, onun üzerine kaza yoktur. Fakat kim kendi arzusuyla kusarsa ona kaza vardır; buyurdular.»[673]



Bu hadîsi, Beşler rivayet etmişlerdir. Onu Ahmed illetlendirmiş, Dâre Kutnl ise kuvvetli bulmuştur..

îmâm-ı Buhârî (194—256) : «Ben bu hadîsi mahfuz zannetmi­yorum» demiştir. Hadîs isnadsız olarak ve isnadı sahîh olmayacak şekilde rivayet edilmiştir. Onu îmâm-ı Ahmed (164—241)dahî in­kâr etmiş ve : «Bundan (hadîsten) bir şey değil» demiştir. Hattâbî (319—388) : «îmâm-ı Ahmed bu sözüyle hadîsin mahfuz olmadığını kasdediyor. Bu hadîsin Şcyheyn'in şartları üzere sahîh olduğu söy­leniyor» diyor. Tirmizî bu hadîs hakkında «hasen-i garip» demiş; Hâkim ile îbni Hibban onu Şeyhcyn'in şartı üzere sahîhlemişlerdir. Dâre Kutnl : «Râvilerinin hepsi sıkadır.» diyor. îmâm-ı Mâlik onu «El-Muvatta» da İbnİ Ömer'e mevkuf olarak; Nesâî de Ebu Hüreyre (R. A.)'& mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.

Hadîs-i şerif, kendiliğinden gelip zaptedilemiyen, kusmuğun oru­cu bozmadığına; isteyerek kusmanın orucu bozduğuna delildir. Zîrâ: «Onun Üzerine kaza yoktur» demek, oruc'un sahîh olmasını iktiza eder. Îbnü'l-Münzir, kasden kusmanın orucu bozduğuna icmâ' oldu­ğunu nakleder. Lâkin bâzı zevattan kusmanın mutlak surette orucu bozmadığı ,yalnız bir kısmı tekrar içeriye dönerse bozduğu rivayet olunur. Bu zevatın delilleri, Tirmizî (200—279) ile Beyhâkî (384—458)'nin zayıf bir isnadla rivayet ettikleri şu hadîstir :

«Üç şey vardır; orucu boz­mazlar: Kusmak, kan aldırmak, ve ihtilâm». Fakat delille­rin arasını cem etmek için buradaki kusmak, kusacağı gelerek kus­maya hamlolunur.[674]



691/544- «Câbir îbni Abdullah radıyallahü anhüma'dan rivayet edil­diğine göre; Resûliillah Sallallahü aleyhi ve sellem, fetih yıhnda Mek­ke'ye (müteveccihen yola) çıkmış ve oruç tutarak tâ Küraü'l gamim vadisine varmış, ashâb da oruç tutmuşlar. Sonra Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, bir bardak su istemiş ve onu kaldırmış, tâ ki herkes gördükten sonra içmiş. Neden sonra kendilerine : Bâzı kimseler hâlâ oruçlu demişler:

— Onlar âsîlerdir; onlar âsîlerdir; buyurmuşlardır.»[675]



Bir rivayette: «Nâsa muhakkak oruç zor geldi; ancak senin ne ya­pacağını gözetliyorlar denilmiş. Bunun üzerine ikindiden sonra bir bar­dak su istiyerek hemen içmiştir.»

Bu hadisi, Müslim rivayet etmiştir.

Resûl-ü Ekrem (S.A.V.)'üı bu seferî, hicretin sekizinci yılı ramaza­nında idi. İbnİ İshâk ve başkalarının beyânına göre, Ramazan'm onuncu günü yola çıkmışlardı. Hz. Ömer ibnî Haftab (R.A.) : «Biz Resûlüllah (S.A.V.) ile ramazanda iki gaza yaptık : Bedir ve feth-i Mek­ke gazalarını. Bunların ikisinde de İftar ettik» demiştir.

Hadîs-i şerif, yolcuların isterlerse oruç tutup, istemezlerse tutma­yacaklarına, h;.îtâ dilerlerse, günün ekserisini oruçlu olarak geçirdikten sonra, güneş kavuşmadan orucu bozabileceklerine delildir. Dâvud-u Zahirî (202—270) ile İmâmîyye taifesine göre yolcunun tuttuğu oruç, ramazan orucunun yerini tutamaz. Delilleri :

«Sizden kim hasta olur veya yolda bulunursa, onun orucu, sayısınca başka günlerdendir.» âyet-i kerîmesiyle hadîs-i şerifte geçen «Onlar âsîlerdir» cümlesi ve: «Yolcu­lukta oruç tutmak tâattan ma'dûd değildir.» hadîs-i şerifi­dir.

Cumhur ulemâ'ya göre ise, Ramazanda yolcunun orucu, ramazan orucu yerini tutar. Çünkü Peygamber (S.A.V.) tutmuştur. Âyet-i kerî­mede bu orucun kâfi gelmiyeceğine bir dehTyoktur, «Onlar âsîlerdir» buyurması, iftar etmeleri için verilen emr-i Resûl'e itaat etmedikleri içindir. Vâkıâ iftar edin diye emir buyurmamıştır. Fakat bilfiil suyu İçerek orucu bozması kendisine ittibâ' için kâfidir. Yolculuk hadîsini ise, oruç kendilerine güç gelenler hakkında îrâd buyurmuşlardır. Evet, oruç kendilerine pek ziyâde meşakkat vererek takat getiremiyecekleri için bu delillerle istidlal edilebilir. Çünkü Resûl-ü Zîşân (S.A.V.) ancak ashâb-ı kirâmına oruç zor geldiği için iftar etmiştir. Bundan sonra oruç tutanları da «âsîlerdir» diye tavsif buyurmuştur.

Günün ekserisini oruçlu olarak geçirdikten sonra iftar etmenin ce­vazı Cumhur ulemâ'nın kavlidir. îmâm-ı Şafiî (150—204) bu hadîs hakkında bir şey diyebilmek için sözü hadîsin sahîh olmasına ta'Iîk et­miştir. Bütün bunlar seferde iken oruca niyet edenler hakkındadır.

Mukim iken, ramazan orucuna niyet ettikten sonra sefere çıkanla­ra gelince : Cumhur ulemâ'ya göre bunların iftar etmesi caiz değildir. îmâm-ı Ahmed ile bâzı ulemâya göre caizdir. Yolcuya oruç tutmak meşakkat vermezse Hanefîler'le Şâfiîler'e göre ramazanda oruç tutma­sı evlâdır. Meşakkat verirse tutmaması efdâldir. İmâm-ı Ahmed ibni Haribel ile diğer bâzılarına göre mutlak surette oruç tutmaması efdâl­dir. Bunlar Zâhiriler'in istidlal ettiği delillerle istidlal ederler. Derler ki: «Bu hadîsler her ne kadar yolcunun oruç tutmaktan memnu olduğu­na delâlet ederse de, aşağıdaki Hamzatü'bnü Amr hadîsi oruç tutmanın haram değil, zararsız olduğunu gösteriyor. Çünkü «günah yok» demek, günahta değil, efdâl de değil, zararı yok demektir.»

«Oruç tutmak efdâldir» diyenler Resûî-ü Ekrem Saîldlîahü aleyhi ve seZZem'in yolculuğu esnasında ekseriyetle oruç tutmasıyla istidlal ederler. Bunlar «yolcuya oruç tutmak memnudur» diyenlerin delillerini te'vil ederek : «Bu deliller oruç kendilerine meşakkat verenler hakkın­dadır.» derler. Ulemâdan bir takımları iki tarafın hadîslerini birbirine denk görerek yolcuya oruç tutmakla tutmamak müsavidir derler. Hz. Enes (R.A.)'ın rivayet ettiği şu hadîs bunların delîllerindendir :

Enes demiştir k! : Peygamber SaUaJlahü aleyhi ve sellem, ile birlikte sefer ettik. Ne oruçsuzun karşısında oruç­luyu ayıpladı. Nede oruçlunun.karşısında oruçsuzu».[676]



693/545- «Hamzat'übnü Amr Eslemt[677] radtydllahü anlı den riva­yet olunduğuna göre, kendisi :

— Yâ Resûlüllah, seferde oruç tutmaya kendimde kuvvet buluyo­rum. Bana bir günah var mı? demiş. Resûlüllah SaUdlîahü aleyhi ve sellem de :

— O, Allah'dan bir ruhsattır. Kim onunla amel eder­se, ne alâ, kim oruç tutmak isterse ona da bir günah yok­tur; buyurmuşlardır».[678]



Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. Hz. Âişe'den müftefekun aleyh olarak rivayet edilen aslı, Hamzatü'bnü Amr'ın sormuş olmasıdır. Müslim'in bir lâfzında :

«Ben orucu devam üzere futan bir adamtm. Seferde orucu tutayım mı (demiş) Resûlüllah SaTlaUahü aleyhi ve sellem de :

— Dilersen oruç tut dilersen iftar et; buyurmuşlardır.»

Hadîs-i şerîf, seferde oruç tutmakla tutmamanın müsavi olduğuna delildir. Bu bâbda yukarda izahat verildi. Ömrü boyunca oruç tutmak­ta beis görmeyenler dahi bu hadîsle istidlal ederler. Zîrâ Hz. Hamza (R.A.) orucu devam üzere tuttuğunu haber vermiş; Resûl-ü Zîşân (S.A.V.,) hazretleri inkâr etmiyerek takrir buyurmuşlardır. Seferde caiz olunca, hazarda bilevlâ caizdir. Ancak bu orucun insanı zayıflatarak başka farzları edaya mâni olmaması, yahut başkasının hakkının zayi olmasına sebebiyyet vermemesi bayram ve teşrik günlerinde tutulma­ması şarttır; Bunlar şöyle diyorlar: «Peygamber (S.A.V.)'in Ibn! Amr'a ömrü boyunca oruç tutmak için sarahaten izin vermemesi bu hadîse muarız değildir. Çünkü İbnî Amr'ın o oruçtan zaafa düşeceğini bil­mişti. Nitekim öyle de oldu. İbni Amr, ömrü boyunca oruç tuttu. Fa­kat son ömründe zayıfladı ve: «Ah keşke Resûlüllah (S.A.V.)'in ruhsatını kabul etseydim» derdi. Resûlüllah (S.A.V.) daimi yapılan ameli az da olsa, sever; ona teşvikte bulunurdu.»[679]



694/546- İbni Abbas radıyallahü anhüma1'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki : Geçkin ihtiyara oruç tutmayıp, her gün için bîr fakir do­yurmasına ruhsat verildi. Onun üzerine kaza da yoktur.»[680]



Bu hadîsi, Dâre Kutnî ile Hâkim rivayet etmiş ve sahîhlemişlerdir.

Ulemâ : [681]» «Oruca takat getiremeyenlere ('bir günlük) fakir taamı fidye vardır» âyet-i kerîmesi hakkında ihtilâf etmişlerdir. Meşhur olan kavle göre bu âyet-i kerîme mensuhtur. Bu kavle zâhip olanların reyine göre oruç ilk farz kılındığı zaman müslümanlar muhayyer idiler. İsteyen oruç tutar, isteyen bir fakir doyurur ve oruç tutmazdı. Sonra bu hüküm bir kavle göre :

[682]» «Oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır âyet-i kerîmesiyle diğer kavle göre :

«sizden kim o ay'a yetişirse onun orucunu tutsun» âyetiyle neshedilmîştir.

Bâzılarına göre âyet-i kerîme neshedilmemiştir. Bu zevatın başında Sultanü'l-Müfessirîn İbni Abbas hazretleri gelir. İbnî Abbas (R.A.) bu âyet-i kerîme'nin mensuh olmadığına, onun şeyh-i fânî denilen pek ziyâde kocamış ihtiyarlar hakkında ruhsat olduğuna kaildi. Dâre Kutnî'nm sünen'inde İbni Abbas (R. A.)'dan bu bâbda sahîh isnadla tahrîc edilmiş hadîsler vardır.. Bunlardan birinde Hz. İbni Abbas'ın : «Bu bâbda ruhsat, ancak oruca takat getiremiyen ihtiyara veya şifâ bul­mayan hastaya veriliyor» dediği rivayet edilmektedir. Hattâ bir ri­vayette bir fakir taamının buğdaydan yarım sa' (520 dirhem) ola­cağı tâyin" edilmiştir. Âyet'in nesh edilip edilmediği hususunda mer­hum Elmolilı Mehmed Hnmdi Yazır'm «Hak dini Kur'ân Dili-» adlı tefsirinin birinci ciltinde (630—640 sayfalar) da pek güzel izahat vardır. İbnî Abbas (R.A.ym kavli ashâb-ı kîrâm'dan Ali b. Ebu Talip, İbni Ömer ve başkalarından da rivayet olunur.

Bu bâbda sahabeden hiçbir hilaf rivayet olunmamıştır.

Hâmile ve emzikli kadınlar hakkında yine İbni Abbas ve İbni Ömer (R.anhüm) hazarâtından rivayet edilen bir habere göre bu kadınlar iftar eder; sonra kaza da etmezler. Ashâb-ı kirâm'dan bir cemâatin reyine göre böyleleri hergün bir fakir doyururlar. Yine Dâre Kutnî'nm tahrîc ettiği bir habere göre Hz. Enes, İbni Mâlik (R. A.) bir sene oruç tutmaktan bîtâb düşerek büyük bir tas tirit yaptırmış ve otuz fakir ça­ğırarak onları doyurmuştur.

Mes'ele selef arasında ihtilaflıdır. Cumhur'a göre fakir doyurmak yalnız şeyh-i fânî denilen ihtiyar erkek ve kadınlara mahsustur. Diğer­leri hakkında mensuhtur. Selef-i sâlihîn'den bir cemâat'a göre ise, fakir doyurmak mes'elesi tamamiyle mensuhtur. Binaenaleyh şeyh-i fânî'ye de meşru değildir.

Imâm-ı Mâlik ile Tahâvî bu kavli tercih ederler. Onlarca fidye vermek sadece müstahâbtır. Diğer mezhep imamlarına göre, fidye vermek vaciptir. Ancak şeyh-i fânî fidyeyi verdikten sonra günün birinde oruç tutmaya kadir olursa, yine oruç tutmakla mükelleftir. Verdiği fidye sadaka olur.

İbni Abbas hazretlerinin bu hadîs mevkuf gibi görülüyorsa da Pey­gamber (S.A.V.)'in şeyh-i fânîye verdiği ruhsatı işitmiş de sonra sîgayı değiştirmiş olması ihtimal dahilindedir. Çünkü nakil bilmânâ caizdir. Yani râvi bir hadîsin mânâsını belliyerek onu kendi lâfızlanyla rivayet edebilir. İbni Abbas hazretleri bu ciheti bildiği için kendi lâfızlanyla rivayet etmiş olabilir. Zîrâ ruhsat vermek ancak işitmekle olur. Yahut İbnİ Abbas (R. A.) bu hükmü âyet'ten anlamıştır.[683]



695/547- «Ebu Hüreyre radıyaUahü anh'den rîvâyet edilmiştir. De­miştir ki: Peygamber SaUaUahü aleyhi ve seUem't bir adam gelerek :

— Helak oldum yâ Resûlüllah! dedi. Resûl-ü Ekrem SaUdllahü aleyhi ve sellem:

— Seni Helak eden nedir? diye sordular.

— Ramazanda karıma yakınlık ettim; dedi. Resûlüllah SaUdllahü aleyhi ve sellem:

— Azâd edecek bir köle bulabiliyormusun? dedi. Adam :

— Hayır; cevabını verdi. Peygamber SaUaUahü aleyhi ve seîlem:

— öyle ise iki ay arka arkaya oruç tutabiliyormusun? dedi. (yine):

— Hayır; cevabını verdi. Resûl-ü Ekrem SaUdllahü aleyhi ve sel­lem:

— O halde altmış fakiri doyuracak şey bulabiliyormu­sun? dedi. Adam :

— Hayır; cevabını verdi. Bundan sonra oturdu. Nihayet Peygamber Sallallahü aleyhi ve setlem'e içinde hurma olan bir zembil getirdiler. Resûlüllah SaUaUatıü aleyhi ve sellem (adama,) :

— Bunu tasadduk et! buyurdular. Adam :

— Bizden daha fakirine mi? Bu şehrin iki taşlığı arasında, buna biz­den daha muhtaç bir aile yoktur; dedi. Bunun üzerine Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellem güldü, hattâ azı dişleri göründü. Sonra :

— Git bunu çoluğuna çocuğuna yedir; buyurdular».[684]



Bu hadîsi Yediler rivayet etmişlerdir. Lâfız Müslim'indir.

Gelen zât Seleme yahut Selman b. Sahr idi. Bir rivayette zenbilin içinde onbeş; diğer bir rivayette yirmi sa' hurma bulunuyormuş.

Hadîs-i şerif, ramazan gününde kasten münâsebet-i cinsîyye'de bulunana kefaret lâzım geldiğine delildir.

İmâm-t Nevevi (631—676) zengin olsun, fakir olsun böylesine kefaret icâp ettiğine icmâ' olduğunu söyler. Şâfitler'e göre kefaret fa­kirin zimmetinde sabit olur. Fakat Hz. Şd/iî'nin bir kavline göre fa­kirin zimmetinde bir şey kalmaz. Çünkü Peygamber (S.A.V.) bu ciheti beyân etmemiştir.

Köle hakkında da ihtilâf edilmiştir. Çünkü burada mutlak zikir edil­miştir. Acaba mutlak ıtlakı üzerine mi bırakılacak, yoksa mukayyed'e mi hamledilecek?

«Mutlak mukayyed» bahsi usul-ü fıkıh ilminde Şâfiîler'le Hanefîler arasında ihtilaflı bir mes'eledir. Şafİîler'e göre biri mutlak diğeri mu­kayyed iki delîl bir hükme ait olurlarsa, artık hâdise dahi bir olsun ol­masın ve keza ıtlak takyid hükmde veya sebep ve şartta olsun, her­halde mutlak mukayyed'e hamlolunur. Yani mukayyed'in hükmü ne ise mutlakın da o olur. Şâfİîler buna «natık sâkitten evlâ» delili derler.

Hanefîler'ce mutlak mukayyede yalnız iki yerde hamledilir :

1— îki delilin hükümleri muhtelif olup, biri birinin takyidini gerektirirlerse, [685].

2— Hüküm ile hâdise bir olup, ıtlak takyid hükmde olursa. Me­selâ : Kefâret-i yemin'de köie azadına gücü yetmeyenler üç gün oruç tutacaklardır. Bu üç gün mutlaktır. Lâkin aynı hükmü, ifâde eden İbni Mes'ud kırâatında bu üç günün arka arkaya muttasıl olacağı bildirilmiştir. Hükümler, ikisinde de oruç tutmanın lüzumudur. Hâ­dise dahi kefâret-i yemin hadisesidir. îşte burada iki delîl arasında hükümler bir, hâdise de birdir. Itlak ve takyîd ise nefs-i hüküm'de yani üç gündedir. Binaenaleyh burada Hanefîler de mutlakı mukayyed üzerine hamlederler.

Şâfiîler'e göre mevzuu bahsimiz olan meselede mutlak zikredilen kö­le mukayyed'e hamledilir. Çünkü katil kefaletinde de bir köle azadı lâ­zımdır. Fakat mû'min olmakla mukayyed'tir. Binaenaleyh buradaki mutlak, o mukayyede hamledilir ve bahsimizdeki köle dahî mü'min ol­mak icâp eder,

Hanefîler'e göre : Buradaki mutlakı mukayyed üzerine hamletmek için bir sebep yoktur. Binaenaleyh mutlak ıtlakı üzere bırakılır ve azâd edilecek köle, müsîim gayrı müslim, erkek, kadın büyük ve küçük olabilir. Sonra hadîsin zahiri tertip ifâde ediyor. Yani Ramazan'da cima' suçunu işleyen evvelâ bir köle azâd etmekle mükelleftir. Buna iktidarı varken oruç tutmakla bu kefareti ödeyemez. Keza köle azadına iktidarı olmayan oruç tutacaktır. Buna iktidarı varken fakir do­yurmaya geçemez. Zührî (—124) tertibin lüzumunu otuz veya daha ziyâde kimselerden rivayet etmiştir. îmâm-ı Şafiî (150—204) tertibe lüzum görmüyor ve kefareti veren muhayyerdir diyorsa da, Sahi~ heyn'in rivayeti tertip ifâde eder. Sahiheyn'm rivayeti karşısında başkalarına itibar yoktur.[686] Bu kefarete benziyen zıhar kefare­tinde dahi aynı tertibe riâyet edilmesi, tertibin lüzumunu, teyid eder.

Hadîste geçen «altmış fakir» tâbirine bakarak bâzıları «doyuru-lanlar altmış adet olmazsa caiz değildir» derler ve Hanefîler'in «bir fakiri altmış gün doyurmak da kâfidir» demelerine adetâ şaşmak ister­lerse de az bir teemmülle anlaşılır ki, altmış gün doyrulan bir fakirle bir gün doyrulan altmış fakir arasında hiçbir fark yoktur. Zîrâ ikisinde de altmış fakir mevcuttur. Fakat «altmış fakirin yiyeceğini bir günde bir fakire vermek caizdir» diyen yoktur.

«Git bunu çoluğuna çocuğuna yedir» ifâdesi hakkında ule-mâ'mn muhtelif kavilleri vardır.

1— Çoluğuna çocuğuna yedirmek bir kefarettir. Vâkıâ kefaretler­de kaide, kendi nefsi hükmünde olanlara verilmemektir. Ama Resû!üllah (S.A.V.) bunu o zâta mahsus olarak kabul etmiştir.

2— Fakir olduğu için kefaret sakıttır. Ebu Davud'un beyânına gö­re Zührî : «Bu iş o zevata mahsus bir ruhsat idi. Bunu bir adam bugün yapsa kendisine kefaretten başka çıkar yol yoktur» demiştir. Cumhur ulemâ'mn kavli de budur. Hanefîler'in «El-Hidâye» nâmında-ki fıkıh kitabında hadîsin sonunda :

«Sana kâfidir. Ama senden sonra hiç bir kimseye kâfi gelmez» ibaresi de vardır. Fa­kat bu ibare, hadîsin diğer rivayetlerinde sabit olmamıştır. Dâre KutnVnin rivayet ettiği Hz. AH (R. A.) hadîsinde:

«Onu sen çoluk çocuğun ile beraber ye.Zîrâ senin yerine Aliah kefaret verdi» buyrulmustur. Yalnız bu hadîs zayıftır.

3— Kefaret o zâtın zimmetinde bakîdir. Resûlüllah (S.A.V.) ona vacip olanı bildirmiştir. Ancak o anda fakir; oruç tutmaya da muktedir olmadığı için borcu zenginleyeceği zamana kadar tehir edilmiştir. Hz. Peygamber (S.A.V.)'in ona verdiği hurma ise, kendisine ve çoluk ço­cuğuna sadakadır. Az evvel söylediğimiz vecihle îmâm-ı Şâfü ile bazı ulemânın kavli budur.

4— Kefaret neshedilmiştir. Binaenaleyh zengine de fakire de lâ­zım değildir. Said ibni Cübeyr ile bâzı ulemânın mezhebi budur. On­lara göre hadîsin sonundaki «onu sen çoluk çocuğun ile bera­ber ye» sözü, kefareti neshetmiştir. Şu halde Ramazanda hangi se­beple olursa olsun, orucunu bozana kefaret lâzım gelmez. Bittabi bu istidlal fasittir. Çünkü hadîs-i şerîfte baştan sona siyâk-ı kelâm, ra­mazanda orucu kasden bozan kimseye verilecek ceza hakkındadır. Ke­faret sözünden murâd bu ceza olup, hadîste : Köle azadı, iki ay müte-tabi oruç, ve altmış fakiri bir gün doyurmak diye sıralanmıştır.. Bunla­rın hiç birine iktidarı olmayan o zâta nihayet «al şu bir zenbil hurmayı da kefaretini ver» denilmiş. Lâkin Medine'de o zâttan daha fakir kimse bulunmayınca ona mahsus olmak üzere kendi kefare­tini, kendisinin almasına müsaade buyrulmuştur. Yahut o zâta mahsus olmak üzere kefaret sakıt olmuştur. Bundan artık bütün kefaretler nesh olundu mânâsı mı anlaşılır?.

Hadîsin bu rivayetinde Resûlüllah (S.A.V.) o zâta cima' ettiği gü­nün kazasını emir etmemişse de Ebu Dâvud (202—275) 'un Hz. Ebu Hiireyre'den tahrîc ettiği bir rivayette kaza emri vardır. Rivayet şu­dur :

«Onu sen çoluk çocuğunla ye, bir gün de oruç tut. Hem Allah'a istiğfar et.»

Hanefîler'le diğer mezhep imamlarına ve bir kavlinde Şafiî'ye göre kaza vaciptir. Çünkü : «Böylesînîn orucu sa­yısınca diğer günlerdendir[687] âyet-i kerimesi her türlü kaza orucu­na âmm ve şâmildir. §â/iî'nin diğer kavüne göre kaza lâzım değildir. Zîrâ Peygamber (S.A.V.) kefaretten başka bir şey emretmemiştir.

Buraya kadar görülen îzâhat erkeğe ait hükümlerdir. Cima' eden kadına gelince:

Evzaî (88 — 157)'ye ve §â/iî'nin iki kavlinden esah olanına göre kadına kefaret lâzım değildir. Çünkü cinayete mübaşeret eden kocasıdır .

Hadîs-i şerifte de kadına kefaret zikredilmemiştir. Cumhur ulemâ'-ya göre ise, erkeğe lâzım geldiği gibi kadınada kefaret lâzımdır. Resû-lüllah (S.A.V.)'in onu zikretmemesi, suçunu itiraf etmediğindendir. Ko­casının itirafı ise onu ilzam edemez. Yahut kadın hayzından sabahleyin temizlenmiş de oruca niyet edememiş ve cima' o esnada vuku bulmuş­tur. Yahut erkeğin hükmünü beyân, etmek kadın hakkındaki hükmün, de beyânı sayılır da onun için kadını ayrıca zikretmemiştir. ihtimallerin en kuvvetlisi bu sonuncusudur ve erkek hakkında hüküm, hadîsin iba­resiyle; kadın hakkında da delaletiyle sabittir. Bu hadîs usul-u fıkh'ın delâlet bahsinde müsâvi-i celi ve müsâvi-i hafi'ye misal gösterilir. Ha­dîs-i şerifin ihtiva ettiği faydalar çoktur.

Musannif merhum «Fethiı'l-Bâri-» de: «Şeyhlerimize yetişen bâzı müteehhirîn bu hadîsle meşgul olmuş ve bunun üzerine iki cüz eser yazarak bin bir fayda toplamıştır» diyor.[688]



696/548- Hz. Âişe ve Ümmü Seleme radıyaTtahü anhüma'dan riva­yet olunduğuna göre; Peygamber SaMdttahü aleyhi ve aettem, münase-bet-I clnsîyyede bulundukta cünüp olarak sabahlayıp, sonra yıkanıp, oruç tutuyordu.»[689]



Bu hadîs müttefekun aleyh'dir.

Müslim; Ümmü Seleme hadîsinde tkazâ etmiyordu» ziyâdesini riva­yet etmiştir.

Hadîs-i şerîf, cimâ'dan sonra cünüp olarak sabahlayan ve sabahle­yin yıkanan kimsenin orucunun sahîh olduğuna delâlet ediyor ki cumhur ulemâ mn mezhebi de budur. Hattâ Nevevî (631—676) bu hususta icma olduğunu iddia eder. Fakat İmâm-t Ahmed ibni Haribel (164 —241) ile İbni Ribban (—354)'in rivayet ettikleri Ebu Hüreyre hadî­si buna muarızdır. 0 hadîste Resûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :

«Sizden biriniz cünüp iken sabah namazı için ezan okunursa artık o gününü oruç turnasın».

Ancak Cumhur ulemâ'ya göre bu hadîs men şuhtur. Hazret! Ebu Hüreyre (R. A.) A işe ve Ümmü Seleme (R. anhüma) hadîsi kendisi­ne rivayet olunduğu vakit bu hadîsle amel etmekten vazgeçmiş A İşe ve Ümmü Seleme (R. anhüma) hadîsiyle fetva vermiştir. îmâm-ı Müslim'in, İbni Hibban'va. ve İbni Hüzeyme'nin Hz. Âişe (R. anhâ)'-dan tahrîc ettikleri şu hadîs dahi neshe delâlet eder :

«Bir adam Peygamber SaîlaUahü aleyhi ve seMem'e fetva almaya gelmişti. Hz. Aişe de perde arkasından işitiyordu. Adam :

— Yâ Resûlellâh bana namaz, yani sabah namazı vakti cünüp ol­duğum halde geliyor; dedi. Peygamber SaUallahü aleyhi ve seîlem :

— Bana da namaz vakti cünüp olduğum halde geliyor.

Ama ben oruç tutuyorum; buyurdular. Adam :

— Sen bizim gibi değilsin yâ Resûlellâh. Allah senin gelmiş geçmiş (bütün) günâhlarını muhakkak affetmİştir; dedi. Bunun üzerine Resû­lüllah SaUallahü aleyhi ve seUem:

— Vallahi ben sizin Ailah'dan en korkanınız ve ko­runduğum şeyi en iyi bileniniz olmayı candan dilerim;

buyurdular.»

Îbnü'l-Münzir Hattâbî ve diğer bâzı ulemâ da neshe kail olmuş­lardır. Bâzıları cünüp iken sabahlama işini Peygamber (S.A.V.)'e mah­sustur derlerse de bu hadîs onların sözünü reddetmektedir.

Imâm-ı Buhârî (194—256) Hz. Âişe (R.anha) hadîsini senet itibarıyla daha kuvvetli bulmuş ve Ebu Hüreyre hadîsini reddetmiştir. Hattâ îbni Abdü'l-Berr (368—463) Hz. Âişe hadîsi hakkında : «Şüp­hesiz sahih ve mütevâtirdir» demiştir. Ebu Hüreyre (R. A) hadîsi ise, ekseriyetle kendi fiiline mevkuf yani «fetva verirdi» şeklinde rivayet edilmiştir. Merfu' rivayetleri azdır. Bittabi iki hadîs muâraza ederler­se, tercih, rivayet yolunun kuvvetine göre yapılır.[690]



697/549- «Hz. Âişe radıyallahü anha'âan rivayet olunduğuna görePeygamber SollaMahü aleyhi ve sellem:

— Bir kimse üzerinde oruç (borcu) varken ölürse onun yerine velisi oruç tutar; buyurmuşlardır.»[691]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

Hadîs-i şerîf, ölen bir kimsenin kalan orucunu velisinin tutabilece­ğine delildir. Çünkü ihbar sigasi yani (tutar) demek emir mânâsına gelir ve : «Onuri yerine velisi oruç tutsun» demiş gibi olur. Bu sigada ise, asıl olan vücûp ifade etmektir. Şu kadar var ki, buradaki emrin nedip mânâsına geldiğine icmâ' vardır diyorlar.

Veli'den maksad : ölenin yakınlarıdır. Bazılarınca sadece mirasçı olan akrabasıdır. Diğer bâzılarına göre ise asabesidir.[692]

Ölenin yerine onun orucunu velisinin tutup tutamayacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hadîs âlimlerinden Ebu Sevr (—240), îmâm-t Şafiî ve bir cemâat'a göre ölenin kalmış oruçlarını velisi tutar. Delille­ri bu hadîstir.

îmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe, Mâlik (93—179) ve bir cemâat'a gö­re ölen için başkası oruç tutamaz. Burada vacip olan yalnız kefaret­tir. Bunların delilleri : Tirmizî'nin. İbni Ömer (R. A./dan merfu* olarak tahrîc ettiği şu hadîstir

«Üzerinde oruç borcu olan bir kimse ölürse onun ye­rine hergün için bir fakir doyrulur». Yalnız Tirmızî bu ha­dîsi tahrîc ettikten sonra onun hakkında : «Gariptir. Bunu yalnız bu vecihten biliyoruz» demiştir. Sahih olan, İbnî Ömer'e mevkuf olma­sıdır. Çünkü ulemâ: «İbni Abbas ile Hz. Âişe'den doyurmak hususunda fetva verdikleri rivayet olunmuştur» diyorlar. Diğer ibâdetlere muvafık olan da budur. Zîrâ hac'tan maada hiçbir ibâdeti kimse başkasının ye­rine yapamaz.

Mâlikîler'e göre : Medîneliler'in ameli de hüccettir. Medîneliler'den ise başkasının yerine oruç tutmak rivayet olunmamıştır. Hanefîler bir de râvinin rivayet ettiği hadîsin hilâfına fetva vermiş olmasıyla istid­lal ederler.

«Başkasının yerine oruç tutulur» diyenler bunun yalnız ölenin veli­sine vacip olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.

Eâzıları : «Bunu yalnız veli yapar» diyor. Diğer bâzıları ise: «Veli­ye mahsus değildir. Hiç bir emir olmaksızın ecnebi birisi dahi yapabi-

lir» derler. Bunların delili : Peygamber (S.A.V.)'in :

«Allah borcu Ödenmeye daha lâyıktır» hadîsi­dir: «Borcu ödemek nasıl akrabaya mahsus değilse, oruç da öyledir» diyorlar.[693]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com