Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim
7. BÖLÜM TEYEMMÜM
7. BÖLÜM TEYEMMÜM
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Su bulamazsanız o vakit temiz toprakla teyemmüm edin. Onunla yüzlerinizi ve (dirseklerle birlikte) ellerinizi meshedin.[68]
334- Hz. Peygamber'İn eşi Hz. Aişe'den şöyle nakledilmiştir: "Seferlerinin birinde Allah Resulü ile birlikte biz de bulunduk. Beydâ veya Zâtu'1-Ceyş [69] denen yere geldiğimiz zaman, gerdanlığım düştü. Hz. Peygamber onu aramaya koyuldu.. Onunla birlikte sahabe de aramak için yollarından alokondular. Ordu su bulunan bir yerde konaklamamışiı. Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip 'Şu Âişe'nin ettiğine bak! Hz. Peygamber'i ve hepimizi susuz bir yerde, üstelik elimizde su olmadığı halde durmaya mecbur etti' dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir yanıma geldi. O esnada Allah Resulü başını dizime koymuş uyuyordu. Bana, 'Rasulullah'ı ve insanları alıkoydun. Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında' diyerek çıkıştı." Hz. Âişe olayı anlatmaya şöyle devam etti: "Ebu Bekir beni azarladı ve bana ağzına geleni söyledi. Eİiyle böğrüme vurmaya başladı. Ama yerimden kımıldamadım. Çünkü Hz. Peygamber dizimde uyuyordu. Sabahleyin Rasûlullah uyandığı zaman elde hiç su yoktu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi. Useyd İbn Hudayr da şöyle dedi: Ey Ebu Bekir'in ailesi bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir." Hz. Aişe son olarak şunları dedi: "Üzerinde yolculuk yaptığım deveyi kaldırdığımız zaman, gerdanlığı altında bulduk.[70]
Açıklama
(Teyemmüm Bölümü) Teyemmüm sözlükte yönelmek anlamına gelir. Dinî terminolojide ise, namaz gibi ibadetleri mubah hale getirme niyetiyle yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek İçin temiz toprağa yönelmek manasında kullanılır.
Teyemmümün azimet mi, yoksa ruhsat mı olduğu konusunda âlimler arasında farklı görüşler vardır. Bazıları meseleyi ayrıntılı bir şekilde ele alarak, teyemmümün suyun bulunmadığı yerlerde azimet, bir özrün bulunduğu yerlerde ise ruhsat olduğunu söylemiştir.
(Bulamamışsanız) Kanaatimce İmam Buhârî, yukarıdaki hadiste Hz. Âişe'-nin "Allah Teâlâ, teyemmüm âyetini indirdi" sözünde hangisi olduğunu açıklamadığı âyetle, Mâide süresindeki âyetin kasdedildiğini belirtmek istemiştir.
(Seferlerinin birinde) İbn Abdilberr "Temhîd" adlı eserinde söz konusu seferin, Benî Mustalık gazvesi olduğunu söylemiştir. "el-İstizkâr" adlı eserinde ise, bunu, kesin bir dille ifade etmiştir. Ondan daha önce İbn Sa'd ile İbn Hibbân bu görüşü dile getirmişlerdir. Hz. Aişe'nin başına gelen ifk hadisesi de, bu sefer sırasında meydana gelmişti.
(Ne konakladıkları yerde su var, ne de yanlarında) [71] Hadisin bu kısmı ile, su bulunmayan yerde konaklamanın ve su bulunmayan güzergahı takip etmenin caiz olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak hadisteki ibarenin bu şekilde açıklanması tartışmaya açıktır. Çünkü bu olayda Müslümanlar Medine'ye yaklaşmışlardı. Belki de Hz. Peygamber konakladığı yerde su olmadığını bilse bile, kervanda suyun olmadığını bilmiyordu. "Yanlarında su yoktu" ifadesinin, abdest için su olmadığı anlamına gelme ihtimali de vardır. Belki de, ihtiyaçlan kadar içme suyuna sahiptiler. Ancak hadisten çıkarılan anlamın ilk açıklamasının da doğru olma ihtimali vardır. Zira, yağmur yağabilir veya Hz. Peygamber'in mübarek parmaklarından su akabilirdi. Nitekim bir çok yerde bu tür mucizeler gerçekleşmişti.
Hadisten çıkarılan bir başka sonuca göre ise, lider kimse önemsiz bir mesele dahi olsa Müslümanların haklarını korumaya özen göstermelidir. İbn Battal, bahsi geçen gerdanlığın 12 dirhem olduğunun rivayet edildiğini nakletmiştir. Geride kalanın yetişmesi, cenazeyi defnetmek gibi halkın menfaatine olan hususlar için konaklamak da, kaybolan şeyi bulmakla aynı hükme sahiptir. Ayrıca bu hadiste, malın kaybedilmemesi gerektiğine dair bir işaret vardır.
(Bu yüzden Ebu Bekir'e gelip) Böyle bir durumda kadın, kocası hazır olsa bile babasına şikayet edilebilir. Gerçi ashâb-i kiram, Hz. Peygamber ve «iten uyuduğu için Ebu Bekir'e şikayette bulunmuştur. Zira Hz.Peygamber uyuduğu zaman (vahyin gelme ihtimalinden dolayı) uyandırılmazdı. ifadelerinden bir fiilin, ona neden olan kimseye nispet edilebileceği sonucuna varılmıştır.
Yine bu hadisten çıkan bir sonuca göre, kişi, eşinin yanında olan kızının yanma girebilir. Ancak damadının buna rıza gösterdiğini bilmesi gerekir. Bir de, onların birlikte olmadıklarını kesin olarak bilmesi şarttır.
(Eliyle böğrüme vurmaya başladı.) Buna göre baba, yaşı ilerlemiş, evli ve kendisinden ayrı bir evde otursa bile kızını tedip edebilir. Bunun gibi devlet başkanının izni olmasa bile insan, terbiye sorumluluğu kendisinde olan kimselerin terbiyesini verebilir.
(Ama yerimden kımıldamadım) Buna göre, kımıldamasını gerektirecek veya yanında uyuyan kimseyi rahatsız etmesine neden olacak şekilde rahatsız edilen kimsenin, kendisine reva görülene sabretmesi müstehaptır. Bunun gibi namaz kılan, Kur'an okuyan, ilim öğrenen veya zikreden kimsenin de, bu tür rahatsızlıklara sabretmesi müstehaptır.
(Rasülullah uyandığı zaman su yoktu) Hz. Peygamber için teheccüd namazının farziyeti sabit olduğu halde, bu ifade sefer sırasında teheccüd namazını terk etmesi için ona ruhsat verildiğine dair delil olarak kullanılmıştır. Bir başka sonuca göre ise, namaz vakti girmeden abdest için su aramak farz değildir. Ayrıca bu hadis, abdestin, abdest âyetinden önce farz olduğuna delil olarak kullanılmıştır. Çünkü ashâb-ı kiram, su bulunmayan bir yerde konaklamayı çok büyük bir olay olarak görmüştür. Yine bu yüzden Ebu Bekir, Hz. Âişe'ye karşı söz konusu tavrı sergilemiştir. Bu konuda İbn Abdilberr şöyle demiştir: "Bütün meğâzî yazarlarına göre, namazın farz kılındığı ilk günden beri Hz.Peygamber namazını hep abdestle kılmıştır. Bu gerçeği ancak cahil kimselerle bile bile küfürde inat eden kimseler inkar eder. Hadiste geçen "teyemmüm âyeti" ifadesi, ashâb-ı kiramın öğrendiği yeni bilginin abdestin hükmü değil de, teyemmümün hükmü olduğunu gösterir. Abdest ile daha önceden amel edilmesine rağmen söz konusu âyetin nazil olmasındaki hikmet, abdestin farzının Kur'an'da okunan bir âyete bağlı olmasına dayanır." Bir başkası da şöyle demiştir: "Muhtemelen âyetin abdestle ilgili kısmı daha önce nazil olmuştur. İnsanlar o zaman abdestî ve hükmünü öğrenmişlerdir. Daha sonra da ayetin bu kıssaya konu olan teyemmüm meselesini içeren geri kalan kısmı inmiştir. (öseyd İbn Hudayr) Ensarın ileri gelenlerinden biridir.
(Bu, sizin vesile olduğunuz ilk hayır değildir) Daha önce de Hz. Ebu Bekir'in ailesi bir çok iyiliğe sebep olmuştu. Ebu Bekir'in ailesinden maksat, kendisi, hanımı ve kendisine bağlı olan akrabalarıdır Bu hadis, Hz. Âİşe ile babasının faziletine ve bir çok güzelliğe ve iyiliğe sebep olmalarına işaret etmektedir. Nitekim Amr İbn Haris rivayetinde şöyle geçmektedir: "Hak Teâlâ sizde, insanlar için bir çok bereket ihsan etmiştir." İbn Ebî Müleyke kanalıyla Hz. Âişe'den gelen ve İshâk el-Büstî'nin tefsirinde yer alan bîr rivayete göre Hz. Peygamber ona şöyle demiştir: "Gerdanlığın ne kadar da bereketiymiş.
Bu hadisten yukarıda işaret ettiğimiz sonuçlara ilaveten başka hükümler de çıkarılmıştır. Mesela kadınlarla birlikte yolculuğa çıkmak caizdir. Kadınlar, kocalarına güzel görünmek için ziynet eşyası kullanabilir. Ödünç alman bir eşya ile, sahibinin izni olması durumunda yolculuk edilebilir.
335- Câbir İbn Abdullah'tan Rasulullah şöyle dediği nakledilmiştir: "Benden önce hiç kimseye verilmeyen şu beş şey bana bahşedildi:
Bir aylık zamanda kat edilecek uzaklıkta bulunan düşmanlarımın kalbine korku salmakla desteklendim. Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı. Bu yüzden ümmetimden her kim, bir namaz vaktine girerse, namazım kılsın. Ganimetler benim için helal kılındı. Benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştt. Bana şefaat hakkı tanındı. Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi. Ben ise, tüm insanlara gönderildim.[72]
Açıklama
Hadisten ilk etapta akla gelen anlama göre Hz. Peygamber'den önce gönderilen peygamberlerin bu beş özellikten birine sahip olmadıkları anlaşılır. Hakikatte de böyledir. Hz. Nuh'un tufandan sonra yeryüzünde yaşayan herkese gönderilmesi bu durumla çelişmez. Çünkü o dönemde, sadece ona iman edenler kalmıştı. Hz. Nuh da, elçi olarak onlara gönderilmişti. Onun peygamberliğinin yeryüzünde bulunan herkese yönelik olması, aslında bu şekilde gönderildiğinden dolayı değildir. Aksine meydana gelen olay, buna vesile olmuştur. Şöyle ki, tufanda diğer insanların helak olmasıyla, yeryüzünde kalanlar o an var olanlardan ibaretti.
Bizim peygamberimiz'in risaletinin evrenselliği ise, bizzat gönderilişine dayanmaktadır. Bu yüzden sadece kendisinin evrensel nübüvvete mazhar olduğu kesinlik kazanır.
Sahih bir şekilde bize ulaşan şefaat hadisine göre, kıyamet günü hesabı bekleyen insanların Hz. Nuh'a gelip "Sen yeryüzü sakinlerinin ilk resulüsün" demelerinden maksat, onun evrensel bir peygamberliğe sahip olması değildir. Aksine bununla, Hz. Nuh'un yeryüzüne gönderilen ilk resul olduğu kast edilir. Faraza bu İfade İle onun nübüvvetinin evrenselliği kasdedilmiş olsa bile, bu durum, Hz. Nuh'un kendi kavmine gönderildiğini beyan eden bir çok Kur'an pasajı ile tahsis edilmiştir. Onun kendi kavmi dışındaki insanlara da gönderildiğinden bahsedilmemiştir.
Bazıları Hz. Nuh'un peygamberliğinin evrensel olduğuna, onun yeryüzünde bulunan herkesi ilahi vahye davet ettiğini, ancak gemiye binenler dışında bütün insanların helak olduğunu delil olarak ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, eğer bütün insanlara gönderilmemiş olsaydı onlar helak olmazdı. Çünkü Aİlah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Biz, bir peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz. [73] Bir de, onun ilk resul olduğu sabittir.
Bu iddiaya şu şekilde cevap verilmiştir: Hz. Nuh'un peygamberliği döneminde insanlara başka peygamberler de gönderilmiş olabilir. Nuh Peygamber onların iman etmeyeceğini öğrenmişti. Bu yüzden kendi kavminden iman etmeyenlere beddua ederken onlara da beddua etti ve bedduası kabul oldu. Bu gayet güzel bir cevaptır. Ancak Hz. Nuh döneminde başka birinin peygamber olarak gönderildiğine dair bir bilgi nakledilmemiştir.
Evrensel peygamberlik özelliğinin sadece Hz. Peygamber'e ait olması, onun şeriatının kıyamete kadar sürmesiyle izah edilebilir. Zira Nuh ve diğer peygamberlerin şeriatlarının bir kısmı, kendi dönemlerinde veya daha sonraki zamanlarda gönderilen peygamberler tarafından neshediliyordu.
Belki de, Hz. Nuh'un kavmine yaptığı tevhîd çağrısı, diğer insanlara da ulaşmıştır. Buna rağmen onlar, şirkte ısrar edince, cezaya çarptırılmışlardır. Nitekim Hûd suresinin tefsirini yaparken İbn Atiyye de bu görüşe meyletmiştir: "Hz. Nuh uzun ömürlü olduğu için, davetinin yakın-uzak herkese ulaşmamış olması mümkün değildir." İbn Dakîk el-İyd ise bu konuya şu şekilde açıklık getirmiştir: "Bazı peygamberlerin daveti, her ne kadar şeriat açısından evrensel olmasa da, tevhîd bakımından bütün insanlara hitap etmekteydi. Bu yüzden kimi peygamberler, kendi kavminden olmayan müşrik toplumlara karşı savaşmıştır. Eğer o insanlar İçin tevhîd inancı inanılması gereken bir olgu olmasaydı, peygamberler bu gibi kimselerle savaşmazdı.
Yine ihtimal dahilindedir ki, Nuh peygamber gönderildiği zaman onun kavminden başka, topluluk yoktu.[74] Onun peygamber olarak gönderilişi de sadece kendi kavmine yönelikti. Başkalan olmadığı için görünüş itibariyle peygamberliği genel bir risalet hüviyetindedir. Eğer o dönemde başkaları da olsaydı, onlara gönderîlmezdi.
(bir aylık zamanla) Buna göre Hz. Peygamber dışında hiç kimse bir aylık zamanla ve daha fazlasıyla kat edilecek mesafedeki düşmanlara korku salma ile desteklenmemiştir. Ancak bundan daha kısa bir mesafede bulunan düşmanlarına karşı desteklenmiş olabilirler. Burada mesafe bir aylık zamanla sınırlandırılmıştır. Çünkü Hz. Peygamber ile düşmanları arasındaki mesafe en fazla bu kadardı. Bu özellik, kayıtsız olarak Hz. Peygamber'e lutfedilmiştir. Bir başka ifadeyle ordusu olmasa da, aynı özelliğe sahiptir. Bunun ümmeti için geçerli olup olmadığı tartışılmıştır. Böyle bir şey, onun ümmeti için ihtimal dahilindedir.
(Yeryüzü benim için mescid kılındı) Yani secdeye varılacak yer kılındı. Yeryüzünün sadece bir bölümü değil, tamamı secde yapılabilecek hale getirildi. Bu konuda İbnu't-Tîn şöyle demiştir: "Yeryüzü benim için mescid ue temizleyici kûmdı ifadesinden maksat, yeryüzünün diğer peygamberler için de ibadet edilecek bir mekan kılındığı ancak, hem temiz hem de temizleyici özelliğe sahip olmasının sadece Hz. Peygamber'e ve nasip olduğudur. Çünkü İsa Peygamber, yeryüzünde dolaşır ve her nerde vakit girerse namazını kılardı." Ancak Hattâbînin şu söyledikleri doğruya daha yakındır: "Önceki şeriatlara mensup kimselerin, kilise ve havra gibi, belirli yerlerde namaz kılmalarına müsaade edilmişti." Bu, ihtilaf noktası hakkında söylenmiş bir sözdür. Dolayısıyla Hz. Peygamberin hususiyeti ortaya çıkmaktadır. {temizleyici) Bu hadisten yola çıkarak kelimesinin başkasını temizleyici anlamına kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Eğer bu kelime sadece "temiz" anlamına gelmiş olsaydı, yeryüzünün temiz olması Hz. Peygamber'e özgü bir özellik olmazdı. Oysa hadis bunun için söylenmiştir. Nitekim İbnu'l-Münzir ile İbnu'l-Cârûd sahih bir senetle merfû' olarak Enes'ten şu rivayeti nak-letmişlerdir: "Yeryüzü, benim için güzel, namazgah ve temizleyici kılındı." Güzelden maksat, temiz olmasıdır. Eğer Jy^ kelimesi de, sadece temiz anlamına gelseydi, var olan şeyi yeniden keşfetmek söz konusu olurdu.
Bu rivayet, toprağın da su gibi temizleyici özelliğe sahip olmasından dolayı teyemmümün hadesi ortadan kaldıracağına delil getirilmiştir. Ancak hadisten çıkarılan bu anlam pek de isabetli değildir. Ayrıca bu hadis, yeryüzünün bütün kısımlarıyla teyemmüm yapılabileceğine dair delil olarak kullanılmıştır.
(her kim) Bu lafız, umum ifade eder. Su ve toprak bulamayan fakat yeryüzünden bir parça bulan herkesi içine alır. Bu durumda bulunan kimseler, yeryüzüne ait buldukları parçayla teyemmüm alırlar.
Bu hadiste sadece namaza özel bir durumun zikredildiği söylenemez. Çünkü Câbir hadisi muhtasardır. Beyhakî'nin tahriç ettiği Ebu Ümâme'den gelen hadis daha geniştir. Şöyle ki; "Ümmetimden biri namaz kılmaya yönelip su bulamazsa, onun için yeryüzü hem temizleyici özelliğe sahip hem de secde edilmeye müsaittir." Ahmed İbn Hanbel ise söz konusu hadisin son kısmını şu şekilde rivayet etmiştir: "O vakit, tahûru toprağın temizleyici olma vasfı ve secdegâhı yanı başındadır." Amr İbn Şuayb rivayeti ise şu şekildedir: "Ne zaman namaz vakti girse, toprakla meshedip namaz kıldım."
Teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünde olanlar, İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettikleri şu hadise dayanmışlardır: "Yeryüzünün tamamı bizim için secdegâh kılındı. Toprağı ise su bulamadığımız zaman, bizim için temiz kılındı." Bu hadisteki hüküm hâstır. (Özel bir anlam taşır). Dolayısıyla umum ifade eden hüküm, buna hamledilmelidir. Böyle olunca, temizleyici olma özelliği sadece toprağa ait olur. Ayrıca bu hadiste, yeryüzünün secdegâh olması tekit edilmiştir. Temi2İeyici özelliği ise tekit edilmemiştir. Üsluptaki bu farklılık, hükümlerin de farklı olduğuna delalet eder. Aksi takdirde burada da, babda zikredilen hadiste olduğu gibi iki husus, birbirine atf-ı nesak ile bağlanırdı.
Bazı alimler, "toprak lafzının, teyemmümün sadece toprakla alınabileceğine delil olarak kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bu hususta şöyle demişlerdir: "Her yerin toprağı, üzerinde bulunan toprak vs. gibi şeylerdir." Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: lafzının geçtiği hadiste bu durum açıkça belirtilmiştir. Bu hadisi de, İbn Huzeyme ve daha başka hadisçiler tahriç etmiştir. Ayrıca Hz. Ali'den gelen hadiste şöyle geçmektedir: "Toprak benim için, temiz kılındı." Bunu da, Ahmed İbn Hanbel ile Beyhakî hasen bir senetle nakletmiştir.
Bu anlattıklarımız, teyemmümün sadece toprakla alınabileceği görüşünü güçlendirir. Zira bu hadis, hem toprağın değerini göstermek hem de teyemmümün sadece onunla yapılacağını belirtmek için varid olmuştur. Eğer toprak dışında başka bir şeyle teyemmüm edilecek olsaydı, sadece toprak belirtilmezdi.
{namazını kılsın) Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere bu ifade, teyemmüm aldıktan sonra namaz kılsın manasına gelir.
(Ganimetler benim için helal kılındı.) Bu konuda Hattâbî şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber'den ve önceki peygamberler iki kısma ayrılır. Onlardan bazılarına cihad yoluyla elde edilen feyden almalarına izin verilmemişti. Dolayısıyla onların ganimetleri olmazdı. Bazılarının ise kazanılan ganimetlerden pay almasına müsaade edilmişti. Ne var ki, onlardan yemeleri helal değildi. Bir ateş çıkıp paylarını yakardı." Bir yoruma göre ise Hz. Peygamber ganimetler konusunda dilediği gibi tasarruf yapma yetkisiyle diğer peygamberlerden ayrılmıştır. Ancak ilk açıklama daha doğrudur. Yani önceki peygamberlerin ganimetlerden İstifade etmeleri kesinlikle caiz olmamıştı.
(Bana şefaat hakkı tanındı.) Bu hususta İbn Dakîk el-İyd şöyle demiştir: "ipiiJü! kelimesindeki harf-i tarif, ahd içindir. Bununla, hesaba çekilmeyi bekleyen insanların rahatlatıl masın a yarayacak şefaat-ı uzmâ (büyük şefaat) kast edilmiştir. Bunun gerçekleşeceği konusunda en ufak bir görüş ayrılığı yoktur." İmam Nevevî ve daha başkaları da, kesin bir dille bunun şefaat-i uzmâ oldu-ğunu ifade etmiştir. Bazıları bunun, Hz. Peygamber'in isteği üzerine, reddedilmeden gerçekleşecek şefaat olduğunu, bazıları ise kalbinde zerre miktarı İman bulunanların cehennemden çıkması için yapacağı şefaat olduğunu söylemiştir. Çünkü, Hz. Peygamber'in dışındaki kimselerin yapacağı şefaat, kalbinde zerre miktarından daha fazla iman bulunan kimseler İçin söz konusu olacaktır. Nitekim bu konuda Kadı İyâz şöyle demiştir: "Bana göre, şefaat-i uzmâ İle birlikte, bu şefaat kasdedilmiştir. Çünkü, Hz. Peygamber şefaat-ı uzmâ'dan sonra bu şefaati yapacaktır." Rikâk Bölümünde şefaat hadisini işlerken bu konu üzerinde ayrıntılı bir şekilde duracağız.
Beyhakî "Şuabu'l-îmân [75] adlı kitabında şunları söylemiştir: "Sadece Hz, Peygamber'e bahşedilen şefaat, onun küçük ve büyük günah İşleyen kimselere şefaat etmesidir. Onun dışındakiler sadece küçük günah işleyenlere şefaat edecektir. Büyük günah işleyenlere ise şefaat edemezler." Kâdî İyâz da, Hz. Peygamber'e özgü şefaatin, geri çevrilmeyecek şefaat olduğunu nakletmiştir. Nitekim İbn Abbâs hadisinde şöyle geçmektedir: "Bana şefaat bahşedildi. Bunu, ümmetim için sona bıraktım. Bu şefaat, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayanlar İçindir." Amr İbn Şuayb'dan da şöyie bir hadis nakledilmiştir: "Bu şefaat sizin ve lâilâhe iltallâh'ı kabul eden herkesindir."
Öyle anlaşılıyor ki, bu hadiste Hz. Peygamber'e özgü olarak geçen şefaat, tevhîd inancından başka, salih ameli olmayan kimseleri cehennemden çıkarmak için tecelli edecek şefaattir. Ayrıca, şefaat-i uzmâ da sadece Hz. Peygamber'e mahsustur. Ancak burada diğerine işaret edilmiştir. Çünkü şefaatin asıl gayesi ona bağlıdır. Zira ancak böyle bir Şefaat insanı ebedî rahata kavuşturur.
(Peygamberler sadece kendi kavimlerine gönderilirdi.) Hadisin bu kısmından babın giriş kısmında bahsetmiştik. Hadisin "Ben ise, tüm insanlara gönderildim bölümü, İmam Müslim'in rivayetinde "Kızıl ve siyahlara gönderildim" şeklinde geçmektedir. Burada geçen siyah, Araplar; kızıl ise, Arap olmayanlar şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca kızıl ile insanlar, siyah ile cinlerin kasdedildiği söylenmiştir. Birinci yoruma göre, yakındaki ile uzaktakine işaret etme yoluyla tüm insanlar kasdedilmiştir. Zira Hz. Peygamber ve seier,. herkese gönderilmiştir.
Bu konudaki en kapsamlı ve en açık rivayet, İmam Müslim'in Ebu Hureyre'den naklettiği şu hadistir: "Ben, bütün mahlukâta gönderildim."
Tekmile: Ebu Hureyre'den nakledilen bu hadisin baş tarafı şöyledir: "Diğer peygamberlerden altı özellikle üstün kıtındım." Bu rivayette, Câbir hadisinde bulunan beş özellikten şefaat dışındakiler zikredilmiştir. İki de yeni ilave yapılmıştır. Şöyie ki; "Bana ceuâmiu'l-kelim' olma özelliği verildi. Benimle peygamberlik sona erdirildi." Câbir hadisi ile bu hadisteki Özellikleri topladığımız zaman, netice itibariyle yedi özellik söz konusu olur. Ayrıca İmam Müslim'in Huzeyfe'den naklettiği bir rivayette şöyle geçmektedir: "Şu üç özellikle insanlardan üstün kıtındım: Saflarımız meleklerin safları gibi kılındı." Huzeyfe ikinci olarak Hz. Peygamber'in yeryüzüyle ilgili ayrıcalığını zikretmiş, üçüncü olarak ise "bir Özellik daha belirtti" demiştir. Bu rivayette açıklanmayan üçüncü özelliği, İbn Huzeyme ile Nesâî şu şekilde vuzuha kavuşturmuşlardır: "Arşın altındaki bir hazineden alınarak Bakara suresinin sonunda yer alan âyetler bana verildi." Bu İfadeyle Hz. Peygamber Allah Teâlâ'mn ümmetinden ağır yükü kaldırmasına, onlara güç yetiremeyecek-lerİ yükümlülükleri yükİememesine, hata ve unutmadan dolayı onların sorumlu tutulmayacaklarına işaret etmiştir.
Bu rivayetle birlikte Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları dokuza çıkar. Ahmed İbn Hanbel şöyle bir hadis nakletmiştir: "Allah'ın peygamberlerinden hiç kimseye verilmeyen şu dört şey bana bahşedildi: Yeryüzünün anahtarları bana verildi, Ahmed olarak isimlendirildim, ümmetin en hayırlı ümmet kılındı." Dördüncü özellik olarak ise Hz. Peygamber toprağın temizleyici vasfını zikretmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in ayrıcalıkları on İkiye çıkar.
Bezzâr merfu' şekilde farklı bir senetle Ebu Hureyre'den şu hadisi nakletmiştir: "Şu altı özettik sayesinde diğer peygamberlerden üstün kılındım: Gelmiş geçmiş bütün günahlarım bağışlandı, ümmetim en hayırlı ümmet kılındı, bana Kevser lütfedildi, sizin şu arkadaşınız kıyamet günü Adem peygamber ve onun neslinin bulunacağı livâu'l-hamd'ın (hamd sancağının) sahibidir." Bu hadiste Hz. Peygamber, bahsettiğimiz özelliklerine ilaveten iki özellik daha saymıştır. Yine Bezzâr'm İbn Abbâs'tan merfû' olarak naklettiği bir başka hadis ise şöyledir: "Şu iki özellik ile diğer peygamberlerden üstün kıtındım: Benim şeytanım kâfirdi. Ona karşı Allah bana yardım etti. Bunun üzerine o, Müslüman oldu." İbn Abbâs ikinci özelliğin ne olduğunu unuttuğunu söylemiştir.
Kısacası bütün bu anlattığımız rivayetlerden Hz. Peygamber'in diğer peygamberlerden ayrıldığı on yedi özelliğinin bulunduğu anlaşılır. Daha kapsamlı araştırma yapanlar, bu sayının daha fazla olduğunu tespit edebilirler. Mesela Ebû Saîd en-Nîsâbûri "Şerefu'l-Mustafâ" adlı kitabında, diğer peygamberlerde olmayıp sadece Hz. Peygamber'de bulunan özelliklerin sayısını altmış olarak vermiştir.
Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar
1- Allah'ın bahşettiği nimetleri saymak dinen uygundur.
2- Soru olmadan bir konu hakkında bilgi verilebilir.
3- Yeryüzü, asıl itibariyle temizdir.
4- Namazın sahih olması, bu ibadete tahsis edilmiş bir binada kılınmasına bağlı değildir. "Camiye komşu olanın namazı, ancak camide kabul olur.[76] hadisi ise zayıftır.
5- Hanefiler'den "el-Mebsût" adlı kitabın yazarı [77] bu hadisi insanın değerli bir varlık olmasına delil getirmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: "İnsan, su ve topraktan yaratılmıştır. Bunların her ikisi de temizleyici özelliğe sahiptir. Bu da insanın şerefli bir varlık olduğunu gösterir."