Hayat | Konular | Kitaplık | İletişim

ZEKÂT

ZEKÂT



Zekât : Lûgatta temizlemek ve artmak mânâlarınadır. Teâlâ hazret­leri : « [504]» «O nefsi temizleyen, muhakkak felah buldu, demektir.[505].» buyurmuştur. Araplar: derler ki «mal arttık demektir.

Şer'an : Mal-ı mahsûsu şerait-i mahsusa ile müstehakkına temlik etmektir. Mal-ı mahsustan murâd : Zekât olarak verilen maldır. Zekât manen mahn temizliği demektir. Aynı zamanda üreyip, artan mallar­dan verilir. Binaenaleyh şer'i mânâsının içinde lügat mânâsı da mev­cuttur. Hattâ verilen zekât kalan malın üremesine sebep olur [506]. Nitekim:sîz şükrederseniz. »[507] eğer siz şükrederseniz, Ben Ailmüş-şan da behemehal sîze daha fazla vereceğim.» âyet-i kerîmesi buna işa­ret etmektedir.

Zekâtın meşru olmasına sebep teşkil eden hikmetler çoktur. Biz yalnız bir İkisini zikredeceğiz:

1— Zekât, mal nimetine şükür için meşru olmuştur. Ve ehli hakî-katın beyânına göre Allah tarafından kulları bir imtihandır. Çünkü müslüman, Allah'ın her emrettiğini yapacağına, her men ettiğinden kaçına­cağına ve yalnız ona inanacağına söz veren insandır. îşte zekât bunlardan hassaten Allah'a inanma hususunda sâdık olup olmadığını denemek içindir. Zekâtını veren zengin Allah'ına verdiği sözde durduğunu ispat etmiş ve imtihanı kazanmıştır. Vermiyenler ise vaadlerinde yalancı ol­duklarını göstermiş; Allah'dan başka bir de mala taptıklarını meydana çıkarmak suretiyle dünya ve âhiretlerini harap etmişlerdir.

2— Zekât, zenginin malına karışmış fukara hakkıdır.Nitekim : «Onların mallarında dilenci ile mahrumun hakkı vardır»[508] âyet-i kerî­mesi bu hakikati nâtıktır. Bir zenginin sürüsüne karışan fakir koyunu, hükmen ne ise, zenginin cebindeki paranın içinde bulunan fakir hakkı, yani zekât da odur. Zenginin sürüsüne karışmakla koyun asla o zenginin maîı olamiyacağı gibi, cepteki para da zenginin malı olamaz. Her ikisi muvakkat birer emânettir. Binaenaleyh sürüye karışan koyunu benim-siyerek sahibine iade etmemek ne kadar çirkin bir şey ise, cebindeki fukara hakkını vermemek de o kadar çirkindir.

Hülâsa bir fakirin boğazını sıkarak zorla elinde olan malı almak ile, zekâtı vermemek arasında hüküm 'itibarıyla hiç bir fark yoktur. Çünkü bunların ikisi de haramdır. Zekâtını vermiyenler İyi bilmelidir ki: Yaptıkları düpedüz gasıplık, dolandırıcılık ve hırsızlıktır.

Buna mukabil hergün boynunu bükerek zenginden hakkını verme­sini bekleyen fakir ve yoksullar günün birinde mutlaka inkisâr-ı hayâ­le uğrayacak ve içlerinde zenginlere karşı bir infial ve reaksiyon uya­nacak, onlara kin bağlayacaklardır. Bunun da neticesi bugün dünyanın başına kıpkızıl bir belâ kesilen komünizmdir.

Bugün biri çıksa da komünizm, zenginlerin zekâtlarını vermeme­sinden doğmuştur dese, iddiasını îîk tastik edenlerden biri ben olurum.

Halbuki zekât, niçin meşru olmuştu? O, zenginle fakiri birbirlerine en metin mânevi bağlarla bağhyan, onları birbirlerine kaynaştıran, ısındıran ve adetâ birbirlerine nisbetle, oğul ile baba eden en mühim vasıta değilmiydi? Evet zengin tıpkı bir baba gibi kesesini açarak faki­rin ihtiyacını görecek, binaenaleyh bir muhtacın hacetini gördüğü için sonsuz bir gönül ve vicdan huzuruna kavuşacak; öte yandan onun zekâ­tını alan muhtaç da sevincinden parıl parıl yanan gözleri, bir evlâd mahcubiyetiyle kızaran yüzü ve bükük boynu ile adetâ canlı bir teşek­kür kesilecekti. Artık bu iki şahsın arasında ebedî minnet, muhabbet ve birbirlerine bağlılıktan başka bir şey tasavvur olunabilir mi? işte İslâmiyet'in istediği de bu idi.

İslâmiyet geçmişte bugünleri yaşamıştır. Neticenin ne kadar şâhâne ve göz kamaştırıcı olduğunu bugün tarihlerden öğreniyoruz. Fakat heyhât! Bugün İslâm'ın her Rüknü gibi bu rükn-ü rekini de hemen hemen tamamiyle ihmâle uğramıştır. Allah cümlemize intibalar nasîp eyle­sin.

3— Zekât sayesinde dilencilerin sayısı azalır. Bu suretle vukuat da azalır. Zîrâ karnı aç olan bir insan her cürmü irtikâp edebilir. Fakat karnı doydu mu, bunları yahut bunların ekserisini yapamaz.

4— Zekât bugün komünizm'den sakınmanın en büyük vasıtaların­dan biridir.

5— Zekât'ta İslâmiyet'i neşir ve Kelimetullâh'ı ilâ vardır. Bu hu­susta fakir canı ile, zengin de malı ile cihâda iştirak etmiş olurlar.

6— Zekât zenginleri cimrilik hastalığından korur. Böylece onlar da felah bulanlardan olurlar.

Zekât ibâdetlerin en büyüklerinden, İslâmın beş temelinden biridir. Namaz, bedenen yapıldığı gibi, zekât da mâlen yapılan bir ibadettir. Ve adetâ namazın ikiz kardeşi gibidir. Kur'ân-ı Kerîmde tam seksen iki yerde namaz ile zekât beraber zikredilmişlerdir.

Zekâtın sebebi : Mal-ı mahsus yani hakikaten veya takdiren üreyen maldır.

Şartları : Zekâtın beşi mal sahibinde, üçü de malda olmak üzere sekiz şartı vardır. Mal sahibinde aranan şartlar: Hür, âkil, baliğ, müs-lüman ve borçsuz olmasıdır.

Malda aranan şartlar: Nisab-ı kâmil, malın üreyici olması ve üze­rinden tam bir yıl geçmesidir.

Zekât hicretin ikinci yılında Ramazandan evvel farz kılınmıştır. Ve zarurât-ı diniyyeden ma'dûd, muhkem bir farizadır. Farziyeti, kitap, sünnet, ve icmâ-ı ümmetle sabittir. Binaenaleyh inkârı küfürdür.

Kitabtan Delîti: «Zekâtı verin.»

«onların mallarından kendilerini temiz ve pâk edeceğin bir sadaka al.»

«Onların mallarında dilenci ile yoksul için malûm bir hak vardır.» gibi âyet-i kerîmedir.

Zekâtın farzıyetine ve İslâm'ın rükünlarmdan birisi olduğuna îcmâ-ı ümmet vardır.

Sünnetten delili ise : İslâmiyet'in beş şey üzerine kurulduğunu bildi­ren hadîs ile aşağıda görülecek hadîslerdir.[509]



621/481- «Ibni Abbas radıyallahü anA'den rivayet olunduğuna göre Peygamber Sallallahil aleyhi ve sellem, Muaz'ı yemen'e göndermiş. İbnİ Abbas hadîsi zikretmiştir- Hadîste şu da vardır:

Şüphesiz ki Allah onlara kendi mallarından bir sada­ka farz kılmıştır ki, bu sadaka zenginlerinden alınır da fakirlerine verilir.»[510]



Hadîs, müftefekun aleyh'dir. Lâfız Buhârî'nindir.

Hz. Peygamber {S.A.V.J'in Muâz (R.A.)\ Yemen'e göndermesi onuncu yılda idi. Nitekim Buharı (194—256) «Megâzî» nin sonun­da böylece zikretmiştir. Bâzıları dokuzuncu yılda Tebük gazasından ay­rılırken gönderdiğini, diğer bir takımları da Mekke'nin fethinden sonra sekizinci yılda gönderdiğini; ve Hz. Muâz'm orada Ebu Bekîr (R.A.) in hilâfetine kadar kaldığım söylerler.

Hadîs-i şerif «Sahîh-i Buhârî» dedir. Ve İbni Abbas (R.A.)'den rivayet edilmiş olup, lâfzı şudur:

«Peygamber SdllaMahü aleyhi ve sellem, Muaz'e Yemen'e gönderdiği zaman ona dedi ki :

— Şüphesiz sen ehl-i kitap bir kavmin yanına gidi-yorsun. Binaenaleyh onları ilk davet edeceğin şey Allah'a ibadet olsun. Allah'ı tanıdılar mı, hemen kendilerine ha­ber ver ki, Allah onlara bir günle bir gecede beş vakit na maz farz kılmıştır. Bunu yaparlarsa, Allah'ın kendileri­ne mallarından zekâtı farz kıldığını haber ver. Zenginle­rinden alınacak, fakirlerine verilecektir. Eğer sana itaat ederlerse, onlardan al. Hem âlemin kıymetli mallarını almaktan sakın.»

«Zenginlerinden alınacak» tabiriyle ulemâ, zekâtı devlet re­isinin alacağına ve yerine o sarf edeceğine bu işi velev vekilleri vasıta­sıyla olsun, onun yapması lâzım geldiğine, zekâtını iyilikle vermiyen-lerden, zorla alması icap ettiğine istidlal etmişlerdir. Filhakika Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) maksadın bu olduğunu, zekât memurları göndermek suretiyle beyân buyurmuştur.

Bâzıları «fakirlerine verilecektir» ifadesinden, zekâtı yalnız bir sınıf muhtaçlara vermenin kâfi geleceğine istidlal ederler. Bâzıları da: «îhtimal fakirleri zikretmesi ekseriyetle zekât onlara verildiğinden-dir. Binaenaleyh hadîste zekâtın yalnız onlara verilmesinin kâfi gelece­ğine bir delîl yoktur. Caiz ki, fakir tâbirinden, kendisine zekât verile­bilecek herkes kasdedilmîş ola. Böylece miskin de bu. sözde dahil ol­muş olur.» derler.[511]



622/482- «Enes'ten rivayet olunduğuna göre, Ebu Bekir-i Sıddîk radıyallahü arih, kendisine (Bahreyn valisi bulunduğu sırada) şunu yazdırmıştır:

Bu, Resûlüllah Sallaîlahü aleyhi ve seîlem'ln müslümanlara farz kıldığı, Allah'ın da Resulüne emir buyurduğu zekât farizası (nüshası) dır.

Deveden her yirmi dört başta ve daha azında zekât koyundur. Her beş deve için bir koyun verilecektir. Develer yirmibeşe baliğ oldukta (yirmibeşten) ofuzbeşe kadar bir yaşını tamamlamış bîr dişi deve yavrusu; böylesi bulunmazsa bir yaşını tamamlamış erkek bîr deve yav­rusu verilecektir. Develerin sayısı (36'ya vardıkta) (45'e) kadar İki ya­şını tamamlamış dişi bir deve yavrusu (46)'ya baliğ olduğu zaman (60)'a kadar üç yaşım tamamlamış boğa - altı bir deve düvesi; (61) ol­dular mı (75)'e kadar dört yaşını bitirmiş bir deve düvesi; (76)'ya bâ-llğ oldular mı (90)'a kadar İki tane iki yaşını bitirmiş deve yavrusu; (91)'e vardıkta (120)'ye kadar iki tane üç yaşını bitirmiş boğa - altı de­vesi verilecektir.

Develerin sayısı (120)'yi geçtimi artık her (40) devede iki yaşını bitirmiş bir dişi yavru; her ellide üç yaşını bitirmiş bir yavru verile­cektir.

Sadece dört devesi olana o dört deve İçin zekât yoktur. Ancak sahi­bi dilerse o başka.

Koyunun mer'a İle beslenenlerinde Zekât; (40)'dan (120) koyuna ka­dar bir koyun; (120)'den ziyâde olursa (200)'e kadar iki koyun, (200)'den ziyâde olursa; (300)'e kadar üç koyun; {300)'den ziyâde olursa artık her yüzde bir koyun verilecektir. Bİr adamın mer'a ile beslenen koyunları kırk koyundan bir koyun noksan olsa, o koyunlara zekât yoktur. Ancak sahipleri arzu ederlerse o başka. Zekât endişesiyle ayrı hayvanlar bir yere toplanmaz. Toplu olanları da ayrılmaz. Malları ortak olanlar kendî aralarında farkı müsavat üzere birbirlerinden alırlar.

Dişleri düşmüş yaşlı hayvan ile gözü sakat olandan ve tekeden zekât olmaz; ancak zekât veren arzu ederse o başka.

Hâlis gümüşten; (200) dirhemde onda birin dörtte biri verilecektir. Gümüş; sadece (190) dirhem olursa ona zekât yoktur. Ancak sahibi ar­zu ederse o başka.

Bir kimsenin develeri dört yaşını tamamlamış, bir deve düvest İcâp edecek sayıyı bulsa da bu adamın mülkünde öylesi bulunmayıp; üç yaşını tamamlayanı bulunsa, o kabul edilir. Ve mümkünse berabe­rinde iki köyün veya yirmi dirhem de ver\r.

Bîr kimsenin zekâtı üç yaşında bir deve yavrusu îcâp edecek kadar olur da mülkünde üç yaştnda yavru bulunmayıp ,dört yaşında olanı bu­lunsa, (zekât olarak) dört yaşındaki kabul edilir. Ve zekât memuru kendisine iki koyun yahut yirmi dirhem iade eder.»[512]



Bu hadîsi Bubâri rivayet etmiştir.

Buhârî*â& bu zekât nüshasının başında besmele vardır. Hadîs-i şerifte zekâta sadaka denilebileceğine delâlet vardır. Zîrâ zekât yeri­ne daima sadaka kelimesi kullanılmıştır. Bâzıları zekâta sadaka deni-lemiyeceğinî İddia etmişlerdir.

«Resûlüllah Sallattahü aleyhi ve «eZZemln farz kıldığı» ifâdesinden bu hadîsin merfû' olduğu anlaşılmaktadır. Farz kılmaktan murâd: Onu takdir etmesidir. Çünkü asıl farziyyeti nassı Kur'ân'la sabittir. Nitekim «Allah'ın da Resulüne emir buyurduğu» cümlesiyle buna işaret olun­muştur. Yanı: Allahü Teâlâ zekâtı farz kılmış; onun nev'ilerini, cinsle­rini verilecek miktarını beyân etmesini Peygamber-i zîşânına emir bu­yurmuştur. «Her beş deve için bir koyun» ifadesiyle burada koyun veri­leceği tayin edilmektedir. Nitekim mezhep imamlarının kavli de bu­dur. Bâzıları «koyun yerine deve verilebilir, esasen zekât, malın cin­sinden olur. Burada mal sahibine merhameten bu kaidenin haricine çıkılmış ve koyun kâfi görülmüştür. Mal sahibi kendi ihtiyarı ile esâsa dönerse, ona bir şey denilemez» diyorlar.

bir yaşını bitirerek ikiye basmış olan deve yavrusuna derler. Asıl gebelik çağına eren devedir.böy­le bir devenin dişi yavrusu demektir. Lâfzın terkibinden yavrunun dişi olduğu anlaşıldığı halde, hadîs-i şerîfde ayrıca bir de yani dişi sıfatının ziyâde edilmesi te'kid içindir. Hadîs yirmibeş deveden (35) deveye kadar bir yaşını bitirmiş de ikiye basmış bir dişi deve yavru­sunun zekât verileceğini ifâde ediyor ki cumhur ulemâ'nın mezhebi de budur. Vâkıâ Hz. Ali (R. A.)'dan (25) deveye beş koyun (26) deveye bir yaşını bitirmiş bir dişi deve yavrusu verileceğine dâir biri merfu* diğeri mevkuf iki hadîs rivayet edilmişse de bu hadîslerin merfu' olanı zayıf, mevkuf olanı da hüccet olarak kabul edilmediğinden, cumhur ulemâ bunlarla amel etmemişlerdir. Hattâ Süfyan-ı Sevrî (97—161): «Bu söz Hz. Ali'den rivayet edenlerin yaptığı bir hatâdır. Alt ise böyle bir sözü söylemekten çok daha fakîh bir zâttır» demiştir.

iki yaşını bitirip üçe basan erkek yavrudur. Dişisine derler. tâbirinin asıl mânâsı : «Sütlünün oğ­lu» demektir. Annesi henüz sütlü olduğu için yavruya bu isim verilmiş­tir. Bu tâbirden yavrunun erkek olduğu anlaşıldığı halde, yanma bir de «erkek» sıfatının ilâve edilmesi yukarda olduğu gibi, yine te'kid için­dir.

üç yaşını tamamlıyarak dörde basmış olan dişi devedir.

Erkeğine derler. Yaş itibarıyla binilmeyi ve çiftleşmeyi hak ettiği için kendisine bu isim verilmiştir. Zaten (boğa altı) denilerek bu­nun artık boğaya gelme çağında olduğuna işaret edilmiştir.

dört yaşını tamamlayarak beşe basmış olan devedir. «De­velerin sayısı 12Kyi geçti mi» tâbirinden murâd : 120'den bir veya da­ha fazlar olursa demektir. Nitekim Cumhur ulemâ'nm kavli de budur. Delilleri: Hz. Ömer (R.A.)'ın yazdığı zekât nüshasında «Develer 121 otursa onların zekâtı 129'a kadar üç tane bint-i îebündür» demiş olmasidir.

Hanefîlere göre : Deve sayısı 120'yi geçtimi zekât hesabı yeniden koyun ile başlar. Ve (125) devede iki hıkka ile bir koyun, (130)'da iki koyun ilâh., verilir.Delilleri: Resûlüllah (S.A.V.)'in Amr ibni Hazm (R.A.) ile'Yemenlilere gönderdiği mektupta : «Develerin sayısı (120) y! geçtiği zaman her ellide bir hıkka, her kırkta bîr bînt-î lebun verile­cek» ifâdesinden sonra «bundan daha az olurlarsa ,her beş baş İçin bir koyun verilecek» ibaresinin ziyâde edilmiş olmasıdır.

Hanefîler hadisin şâir kısımları ile amel ettikden maada bu ziyâ­de ile de amel ederler. Ashâb-ı Kiramdan Hz. Ali ile İbnİ Mes'ûd (R. Avhüma)'nm mezhebi de budur. Diğer üç mezheb imamlarına göre ise deve sayısı (121) oldukta üç tane bint-i lebun vermek icâp eder. Develer (130) oldu mu artık vacip değişir ve her (40) devede bir bint-i lebun; her (50) de bir hıkka vermek lâzım olur1.

Hadîsimizin birkaç yerinde görülen «ancak sahibi dilerse o başka» şeklindeki istisnalar, istisnâ-i münkatı'dırlar. Bunlar üst taraflarında geçen «sadaka yoktur» sözünden, mutlak surette sadaka yoktur; yani nafile de verilemez mânâsı tevehhüm olunmasın diye yapılmışlardır. O halde mânâ şöyle olur: Evet bu miktara zekât farz değildir. Lâkin mal sahibi dilerse nafile sadaka verebilir.

Hadîsimizin zahirî, mezkûr hayvanların kendilerini vermeyi îcap ediyorsa da biraz ilerde görüleceği veçhile aynını bulamayanlar için bedelini vermek caizdir. Sonra gerek devede, gerekse koyun ve keçide zekât farz olmak için bunların sâime olmaları da şarttır. Koyunda sâ-ime olmanın şartını sadedinde bulunduğumuz hadîs-i şerif ifâde ediyor.

Devede ise ilerde gelecek Behz b. Behram hadîsindeki «develerin bütün sâime olanlarında» kaydından anlıyoruz.

Sâime'nin tarifi hususunda mezhepler arasında tafsilât vardır. Şöy­le ki:

Hanefîlere göre sâime : Sahibi tarafından kasten mer'aya götürü­lerek sütü, yavrusu ve yağı için orada senenin çoğunu otlamakla geçi­ren hayvanlardır. Eti için yahut binmek veya çift sürmek maksadıyla mer'ada güdülen yahut kendiliğinden mer'aya giderek otlayan hayvan sâime değildir. Binaenaleyh o hayvana zekât lâzım gelmez. Fakat ticâ­ret için otlatılırsa zekât lâzımdır. Senenin yarısını, yahut yandan fazla­sını yem ve alaf ile geçiren hayvana dahi zekât lâzım değildir.

Hanbelîlere göre de: Sâime'nin tarifi hemen hemen bu ise de, onlara göre hayvanın mer'aya sahibi tarafından kasden götürülmesi şart de­ğildir. Binaenaleyh hayvan kendiliğinden senenin ekserisini kırda otla-yarak geçirse yine zekât lâzımdır.

Şâfiîlere göre : Sâime, sahibi tarafından kendi malı olduğunu bile bile mubah olan mer'ada bütün sene otlatılan yahut çobana güttürülen develerdir. Eu şartlardan biri bulunmazsa hayvan sâime sayılmaz.

Mâlikîlere göre : Zekât farz olmak için hayvanın sâime olması şart değildir.

Sığır ve manda için hadiselerde «sâime» kaydı yoksa da onlar da deve ile koyun kıyas olunmuşlardır.

«Üç yüzden ziyâde olursa artık her yüzde bir koyun verilecektir» {Hâresinden anlaşıldığına göre dördüncü koyun (400) tamamlanmadan veril miyecektir. Nitekim Cumhur ulemâ'nın mezhebi de budur. Fakat bir rivayette îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241) ile bazı Küfe ulemâsına göre koyunların sayısı (301)'i buldu mu, dördüncü koyunu vermek farz olur.

Hadîste, «zekât endişesiyle ayrı hayvanlar bir yere toplanmaz; top­lu olanları da ayrılmaz» demliyor.

Toplama'nın mânâsı şudur : Üç kişinin ayrı ayrı kırkar koyunu ol­sa bunların her birine bir koyun zekât vermek îcâp eder. Eusuretlc üç koyun vermek lâzım gelirken, koyunlarım bir yere tepiayarak hepsi bir kişinin malıymış gibi gösterirlerse zekât memuruna bir koyun venn k-Ie zahiren vaziyeti kurtarırlar. Fakat onu aldatmış ve fukaranın hakkını yemiş olurlar. Onun için bu hile yasak edilmiştir.

Toplu olanları ayırmak da öyledir. Meselâ: İki kişiden her birinin müşterek bir sürüde (101)'er koyunu olsa, mecmuu (202) koyun eder ki, bunların üç tanesini zekât olarak vermek îcâp eder. Fakat açık gözlük eder de zekât memuru gelirken koyunlarını ayırırlarsa, her bi­ri bir koyun vermekle işin içinden çıkarlar. Arada fukaranın hakkından bir koyun yemiş olurlar. Binaenaleyh toplu olanları ayırmak da yasak edilmiştir.

Îbnü'l-Esîr (544—606) : «Bu bâbda işittiğim budur» demekte­dir. Hattâbî de göyle diyor : «Şâfîi, buradaki hitabın hem zekât top­layan memura hem de mal sahibine olduğunu söylemiş ve: Endişe de ikidir. Bir zekât malı az olacak diye zekât memurunun endişesi; biri de malım azalacak diye mal sahibinin endişesidir. Binaenaleyh bunların ikisine de zekât endişesiyle malın üzerinde toplama ve da­ğıtma gibi bir tasarruf da bulunmamaları emrolunmuştur; demiş­tir.»

Malları ortak olanların farkı biribirlerinden müsavat üzere almala­rına gelince: Bu mesele de şöyledir: Bir yerde karışık hayvan besliyen iki ortaktan birinin (40), diğerinin (30) sığırı olsa, zekât memuru (40) sığır için üç yaşına girmiş bir dana, (30) sığır için de iki yaşma basmış bir dana alacaktır. Fakat verilen bu hayvanlar üzerinde her iki ortağın şayi' hisseleri vardır. Ve o mal bir kişinin mülkü gibidir. Binaenaleyh üç yaşında danayı veren, arkadaşından onun kıymetinin yedide üçünü alır, iki yaşındaki danayı veren de arkadaşından dananın kıymetinin ye­dide dördünü alır.

«Müsavat» kaydı, şeriklerin kâr ve zararda ortak olduklarına delâlet eder. Ulemâ : ibaresinde kelimesinin nasıl okunacağı hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Ekseriyet bu kelimeyi (mussaddık) şeklinde okumuşlardır. Bu takdirde aslı olup, tefa'ül babında ism-i faildir. Ve kelimenin te' si sâd'e kalbolunmuş ; sonra iki sad biribirine idğam edilmiştir. Bundan murâd : Mal sahibidir. Ve istisna zekât olarak verüemiyen hayvanların sonuncusu olan tekeye aittir. Yani teke keçileri aşmak için tahsis edil­mişse, kıymetli mallardan sayılır. Mal sahibi dilerse, kıymetli malını zekât olarak verebilir. Maamâfîh, istisna zekât olarak verilemiyen hay­vanların hepsine ait de olabilir. Ve bu hayvanların kıymetleri ortadan yukarı derecede oldukları vakit mal sahibinin bunlardan her birini ve­rebileceğini ifâde eder.

Bâzıları kelimeyi (musaddık) şeklinde yani şadı, şeddesiz okumuş­lardır.. Bu takdire göre mânâsı : Zekât memuru demek olur. Ve fuka­ranın menfaatini tâyin hususunda içtihad edebileceğine, onun âdeta fu­karanın vekili mesabesinde olduğuna delâlet eder. îstisna dahi zekât olamayan hayvanların hepsine aittir.

Bu izahat, koyunlarla keçilerin muhtelif yani kimisi sağlam, kimisi sakat ve keza bâzısı keçi, bâzısı teke olduğuna göredir. Şayet koyun­ların hepsi sakat, yahut keçilerin hepsi teke olursa, içlerinden birini ze­kât olarak vermek kâfidir. Yalnız Mâlikîlerden bir rivayete göre, ze­kât malı olabilecek gibi bir koyun satın alınır da o verilir.

Bu hadîste, koyun, deve, ve gümüşün zekâtları beyân edilmiştir. Sığır ile altının vesâirenin zekâtı ilerde görülecektir.

«Gümüş sadece (190) dirhem olursa ona zekât yoktur» ifâdesinden (191) veya (200)'e varıncaya kadar ondan yukarıki sayılarda zekât var­dır zannı hasıl olabilirse de, yersizdir. Çünkü (190) adedi burada yüz­den evvelki son ondalık olduğu için zikredilmiştir. Mefhum-u muhalifin maksûd değildir.

Dört yaşında bir deve vermek lâzım iken öylesi bulunmayıp, üç ya­şındaki bir yavru verilse, onunla birlikte iki koyun yahut onlar da bu­lunmazsa yirmi dirhem verilmesi o hayvanların arasındaki farkı dol­durmak içindir. Şâir yaşlar arasındaki farkın ne ile ödeneceği ihtilaflı­dır.

İmâm-ı Şâfü (150—204)'ye göre fark, dört ile üç yaş arasmdakinin aynıdır. Bâzılarına göre ziyâde veya noksana kıymet biçilir. Buna işaret eden Buhârî hadîsi ileride gelecektir.[513]



623/483- «Muâz ibni Cebel radıyalîahü anJvâen rivayet olunduğuna flöre. Peygamber Sallallahü aleyhi ve seUenı, kendisini Yemen'e gön­dermiş ve (Yemenlilerden) her oluz sığırda, bir yaşında erkek veya dişi bir dana; her kırkta, iki yaşında bîr dana zekât; ve her akil bâ-llğ (gayri müslim)'den bir dinar veya onun misli muMİr[514] kumaşı (cizye) almasını emretmiştir.»[515]



Bu hadîsi, Beşler rivayet etmişlerdir. Lâfız Ahmed.indir. Onu, Tir-mizî hasen bulmuş, ve vaslı hususundaki ihtilâfa işaret eylemiştir. Ibni Hibban ile Hâkim ise sahîhlemişlerdir.

İmâm-ı Tirmizî (200—279) bu hadîsi tahrîc ettikten sonra, şöy-3e demektedir: «Bâzıları bu hadîsi A'meş[516]'den o da Ebu Vail'den, da Mesruk'd&n işitmiş olarak, Peygamber (S.A.V.)'in Muâz'ı Ye-ıtîgn'e gönderdiğini ve kendisine «şöyle şöyle zekât» almasını emir bu­yurduğunu rivayet ettiler. En sahihi de budur» yani hadîsin Mesruk ta-rîkiyle Hz. Muâz (R. A.)'dan rivayeti en sahîh bir rivayettir. Tirmizî bu hadîsin mürsel olan rivayetini tercih etmiştir. Çünkü mevsul olan rivayetine itiraz vâkî olmuş ve: «Mesruk Muâz (R. A.)\ görmemiştir» denilmiştir. Maamâfîh bu itiraza cevap verilmiş ve: «Mesruk nesep iıibâriylp Hemdânİ olup, Yemen'lidir. Hz. Muaz'ın Yemen'de bulundu­ğu sırada o da Yemende idi. Binaenaleyh görüşmüş olmaları mümkün­dür» denilerek hadîsin muttasıl olduğuna hükmedilmiştir. Cumhur ule­mânın re'yi budur. Râvînin kendisinden hadîs rivayet ettiği zatla görüş­mesi mes'elesinde TirmizVmn de îmâm-ı Buhârî (194:—256) gibi gö­rüşmenin yüzde yüz tahakkukunu aradığı anlaşılıyor.

Hadîs-i şerîf sığır için zekât vermenin farz olduğuna ve nisabı­nın miktarına delildir ki, bu iki husus ulemâ arasında ittifâkidir. İbni Abdül'-Berr (368—463) : «Sığırın zekâtı hakkında sünnet nıiktarın Muaz hadîsinde beyân edilmiş miktar olduğuna ve müttefekım aleyh nisâb bu idiğine ulemâ arasında hilaf yoktur» demiştir.

Hadîste otuzdan aşağısı için zekât olmadığına da delâlet vardır. Bu­rada yalnız Zührî (—124) muhalefet etmiş ve: «deveye kıyâsen her beş baş sığır için bir koyun zekât verilir» demiştir. Fakat nisap kıyasla sabit olamaz. Çünkü ger'î bir miktardır. Bir de:«sığırın otuzdan aşağısına bir şey yoktur.»hadîsi buna muhaliftir.

Bu hadîs, her ne kadar meçhulü'Hsnad da olsa, Muâz hadîsinin mefhûm-u muhalifi onu te'yid etmektedir. Bu sebeple Cumhur ulemâ Zührî'mn re'ymi kabul etmemişlerdir.[517]



624/484- «Amr İbni Şuayb'tan, o da babasından,o da dedpsinden (radıyallahü anhüm) işitmiş olarak rivayet edilmişti. Demiştir ki: Resûlüllah SdllaJlahü aleyhi ve sellem :

— Müslümanların zekâtları su başlarında alınır; bu­yurdular».[518]



Bu hadîsi, İmâm-ı Ahmed rivayet etmiştir. Ebu Davud'un rivaye­tinde dahi : «Müslümanların zekâtları evlerinden başka bir yerde alınmaz» buyrulmuştur.

Ebu Dâvud (202—275)'un rivayeti de Amr ibni Şuayb'tandır. Nesâî (215—303) ile Ebu Davud'un yine Hz. Amr ibni Şuayb'dan rivâyet ettikleri bir hadîste :

«Celeb[519] yok, ceneb[520] yok; zekâtları da yalnız evlerinde alınır» buyurulmustur. Yani zekât olarak ayrılan hayvanlar zekât memurunun ayağına gö­türülmeyecek; uzaklara memur aramaya gidilmeyecek, bilâkis ze­kât memuru mal sahibinin ayağına gelecektir. Bu bâbdaki hadîsler hep bu mânâya delâlet etmektedirler. îrnâm-ı Ahmed'in rivayeti yal­nız hayvanlara mahsus ise de Ebu Davud'un ki her türlü zekâta âmm ve şâmildir. Yine Ebu Dâvud, Câbir ibni Atîk'den merfu* ola­rak şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Size efkârlı bir kafile gelecek. Bunlar sîze geldimi, hemen kendilerine hoş-beş edin. Ve diledikleri şeylerle kendilerini başbaşa bırakın. Eğer adalet gösteririerse, kendilerinedir. Zuim ederlerse onun da cezasını kendileri çekerler. Siz onları razı edin. Zîrâ zekâtınızın tamamı on­ların rızâsı ile olur.»

Bu hadîs dahi, zekât tahsildarlarının mal sahiplerine geleceklerine, tahsildarlar mal sahiplerine zulüm bile etseler mal sahiplerinin onları razı etmeleri lüzumuna delâlet ediyor, tmâm-ı Ahmed İbni Haribel Hz. Enes ibni Mâlik (R. A.)'dan şu hadîsi rivayet eder :

«Enes demiştir kî: Ben-i Temîm kabilesinden bir adam geldi ve: Yâ Resûlâllah : Ben zekâtımı senin memuruna verdiğim vakit, Allah'a ve Resulüne karşı ondan beriyim değil mi? dedi. Resûlültah Sattdltahü aleyhi ve sellem

— Evet, ecri de senindir. Ancak onu değiştiren mes'Uİdur; buyurdular.»

îmâm-ı Müslim (204—261)'in Hz. Câbir (R. A.)1 dan merfû'an tah-, rîc ettiği bir hadîs-i şerifte de; Çölde yaşıyan araplardan bir cemaatın Resûlüllah (S.A.V.)e gelerek : «Zekât tahsildarlarından bâzıları bize gelip zulüm ediyorlar» diye şikâyet ettikleri, Hz. Peygamber (S.A.V.)'în onlara:

«Zekât memurunuzu razı edin.» buyurduğu zikrediliyor. Yalnız Sahîh-i Buhârî'de :

«Borcundan fazlasını istiyen memura, mal sahibi fazla bir şey vermez» deniliyor. Binaenaleyh bu son hadîste yukarıdakiler arasında muâraza olduğu meydana çıkıyorsa da hadîslerin araları bulunur. Ve : «Fazla istese de, vermek îcâp eden hadîsler, zekât tahsildarının te'vil etmek suretiyle isteğine hamlolunur. Bu suretde tahsildar her ne kadar mal sa­hibinin nazarında zâlim de olsa, onun istediğini vermekle memurdur. Buhârî'de (fazlayı vermez) denilmesi zekât memurunun hiçbir te'vil yapmadan istediği zamana mahsustur.» denilir.[521]



625/485- «Ebu Hüreyre radtyallahü anft'den rivayet edilmiştir. De­miştir kî: Resûlüllah SdllaUahü aleyhi ve selîem:

— Müslümana kölesi ile atı için zekât yoktur; buyurdu­lar.»[522]



Bu hadîsi, Buhârî rivayet etmiştir.

Müslim'in rivayetinde : «köleden dolayı sadaka-i fıtırdan başka sadaka yoktur» buyrulmuştur.

Müslim'in rivayeti de Ebu Hüreyre (R. A./dandır.

Hadîs-i şerîf, kölelerle atlar için zekât verilmeyeceğine delildir ki, bu bâbda icmâ-î ümmet dahi vardır. Ancak bu icmâ' hizmet için alman kölelerle, binmek için beslenen atlar hakkındadır. Mer'a ile beslenen damızlık atlar için Hanefîlerden îmâm-ı Âzam ve Züfer'e göre zekât Verilir.Delilileri :

«Mer'a ile beslenen her at için bir dinar, yahut on dirhem verilir»hadîsidir.

Bu hadîsi, Dâre Kutnî (306—385) ile Beyhakî (384—458) tah­rîc etmişlerse de zayıf bulmuşlardır. Bâzıları bu hadîs zayıf olduğu için «at'a zekât yoktur» diyen sahih hadîse muâaraza edemez de-mişlerse de mes'ele halife Mervan zamanında mevzubahis edilmiş; Mervan onu halletmek için sahâbe-i kiram ile müşaverede bulunmuştur. Bu müşavere neticesinde Ebu Hüreyre (R.A.) «Bir kimseye kölesi İle ati İçin zekât yoktur» hadîsini rivayet etmiş. Fakat Marvan orada bulunan Zeyd ibni Sabit (R. A.)'a dönerek: «Ne dersin yâ Ebâ Sâ-id?» demiş. Bunun üzerine Hz. Ebu Hüreyre'nin canı sıkılmış ve: «Şaşa­rım Mervan'a! Ben kendisine Resûliillah (S.A.V.)'in hadîsini rivayet edi­yorum. O: ne dersin Yâ Ebu Saîd diyor.» tarzında söylenmiş. Zeyd İse: «Resûlüllah (S.A.V.) doğru söylemiştir. Fakat O, at deyince gazinin atı­nı kasdetmiştir Afi üretmek isfiyen tüccara elbet o at için zekât lâzım­dır.» demiş. Mervan : «Ne kadar ne verecek » deyince: «Her at için bir dinar, yahut on dirhem» cevabını vermiştir.

Zahirîlere göre ticâret için dahi olsa, ata zekât yoktur. Bunlara : «Ticâret malından zekât vermek bilicmâ' farzdır.» diye cevap verilmiş­tir.[523]



626/486- «Behz b. Hakim[524] radıyallahü anhüma'âan, o da ba­basından, o da dedesinden işitmiş olarak rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah Sattallahü aleyhi ve sellem :

— Her otlamakla beslenen devenin kırkında, bir adet iki yaşını bitirmiş deve yavrusu verilir, (ortak) Develer, he- sabi kesilerek ayrılmazlar. Kim bu yavruyu sevap kas-diyle verirse ecri kendisinindir. Kim vermezse, biz hem onu, hem de malının bir kısmını Rabbimizin ciddîbir hak­kı olarak çatır çatır alırız. Âl-i Muhammed için ondan hiç bir şey helâl değildir» buyurdular.[525]



Bu hadîsi İmâm-ı Ahmed, Ebu Davûd ve Nesâî rivayet etmiş; Hâ­kim sahîhlemiş; Şafiî ise onunla amel etmeyi sübut bulmasına talik ey­lemiştir.

Babımızın Enes (R. A./dan rivayet olunan ikinci hadîsinde deve sayısı (36) oldumu tâ kirkbeşe kadar bunların zekâtının bir bint-i lebûn (iki yaşını bitirmiş yavru) olduğunu görmüştük. Aynı hadîsten develer kırk olduğu zaman dahi bir bint-i lebûn verileceğini anlamak pek âlâ mümkündür. Maamâfîh buradaki hadîsin mefhum adedi, onu delil kabul edenlerce bile itibardan sakıttır. Çünkü Enes hadîsi mantûktur.[526] Mantûkun karşısında mefhum'a[527] itibâr yoktur.

İmâm-ı Şafiî (150—204): «Bu hadîsi, ilm-i hadîsin ehli olanlar sabit görüyorlar. Sabit olsa biz de onunla amel ederdik» demişür. îbni Hibban (—354) hadîsimizin râvîsi Behz hakkında : «Çok hatâ eder, eğer bu hadîs olmasaydı, ben kendisini mûtemed ravîler arasına alacaktım. Bu zât, hakkında Allah'a istihare ettiğim kimselerdendir» diyor.

Hadîs-i şerif, hükümet reisinin zekâtı vermiyenlerden onu zorla ala­bileceğine delildir. Nitekim bu bâbda Hz. Ebu Bekir ile ashâb-ı kirâm'ın zekât vermiyenlerle mukâtele etmelerine bakarak icmâ' olduğu da rivâyet edilir. Böyle zorla alınan malın zekât yerine geçeceği, sahibinin zekât için niyeti olmasa bile hükümet reisinin niyeti bu bâbda kâfi ge­leceği, yalnız mal sahibi sevaptan mahrum kalacağı dahi, hadîsin de­lâlet ettiği ahkâmdandır.

Zekâtını kendi arzusuyla vermiyenden zekâtı cebren alındıktan maa­da malının bir kısmının da alınması ceza içindir. Maamâfîh bu ziyâde­nin mensuh olduğunu iddia edenler bulunduğu gibi, hadîste geçen «şatr» kelimesinin masdar değil, meçhul bir fiil-i mâzî olduğunu söyle­yenler de vardır. Bunlardan biri de musannif merhumdur, ve şöyle de­mektedir: «Behz, hadîsinde mal ile ceza verilebileceğine bir delil yoktur. Zîrâ : rivayeti şm'm zammı ile okunacak meçhul bir fiil-i mâzîdir. Yani o kimsenin malı ikiye, bölünür. Zekât tahsildarı muhayyer bırakılır. O da zekâtım vermediğine bir ceza olsun dîye, zekâtı iki parçanın en iyisinden alır.» «En-Nihaye» de şöyle der: Harbî dedi ki: râvi rivayetin lâfzında hatâ etmiştir. Rivayet Yan', malı İkiye bölünür... ilâh... dır». Fakat bâzılarına göre ha­dîsin bu rivayeti dahi mal cezasına delâlet etmektedir. Çünkü zekât, malın en iyisinden değil, ortasından alınır. Burada iki parçanın en iyi­sinden alması, sahibine ceza içindir. Hattâ îmâm-t Nevevl (631— 676): «Bu hadîs mal cezasına delâlet etmez» diyenlere şu yolda ce­vap vermiştir : «Madem ki zekât tahsildarı muhayyerdir; iki par­çanın en iyisinden alacaktır. O halde farz olandan ziyâde aldı de­mektir. Bu ise, mal cezasıdır». Zaten, «Bu hadîste mal cezası veri­lebileceğine delîl yoktur» diyen musannif merhum bile aynı dâvayı ispata çalışırken «zekâtını vermediğine bir ceza olsun diye» tâbirini kul­lanmak suretile bunun zımnen bir mâlî ceza olduğunu itiraf et­miştir. «Âl-i Muhammed için ondan hiçbir şey helâl değil­dir»'ifâdesi hakkında söz ilerde gelecektir.[528]



627/487- «Ali radıyallahü anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüliah SaUaUahü aleyhi ve seUem :

— İki yüz dirhemin olur da üzerinden sene geçerse bunlar için beş dirhem (zekât) vardır. Yirmi dinarın olup da üzerinden sene geçmedikçe (altından) sana hiç birşey vermek lâzım gelmez. Bu miktarda ise, yarım dinar ver­mek İcâp eder. Artık daha ziyâdesi bu hesaba göredir. Üzerinden sene geçmedikçe hiç bir mala zekât yoktur.» buyurmuşlardır.[529]



Bu hadîsi, Ebu Dâvud rivayet etmiştir. Hadîs, hasendir. Merfu olup olmadığında ihtilâf edilmiştir.

Tirmizî'nin İbni Ömer (R. A./dan tahrîc ettiği bir rivayette : «Bir kimse bir mal elde ederse, üzerinden sene geçmedik­çe O mala zekât yoktur» buyrulmuştur. Bu hadîsin mevkuf ol­ması tercih edilmiştir.

Yukardaki Hz. Alî (R. A.) hadîsini îmâm-ı Ahmed ibni Hanbeî ile Nesâî de rivayet etmişlerdir. Hadîs Hz. Ali (R. A./dan iki tarîk ile rivayet olunmuştur. Bunlardan biri Âsim b. Zamre, diğeri El -Eârisû'l-Aver tarîkidir. İmâm-t Buhâri (194—256) bunlar hakkın­da : «Bence ikisi de sahihtir» der. Ebu Dâvud (202—275) bu hadîsi Eî-Hârisü'l-Aver'den merfu' olarak rivayet etmiştir. Yalnız bu rivâyette Kaydı yoktur. Bu kayıt için Ebu Dâ­vud «Bunu Ali mi söylüyor; yoksa Peygamber (S.A.V.)'e mi ref ediyor;bilmiyorum» demektedir. Yine bu rivayette : kaydı da vardır. Böylece Ebu Dâvud bu hadîsin bütü­nünün merfu' olup olmadığında ihtilâf bulunduğunu ifâde etmiştir. Musannif dahi «Et-Telhis* de onun malûl olduğuna tenbih etmiş ve illetini de göstermiştir. Lâkin Dâre Kutnî (306—385) hadîs'in son. cümlesini İbnî Ömer (R.A.)'âan merfu' olarak tahrîc etmiştir ki; lâfzı şudur : «Üze rinden sene geçmedikçe bir kimsenin malında zekât yok­tur.» Yine Dâre Kııtni, Hz. Âîşe (R. Anha)'dsn. merfu' olarak şu ri­vayeti tahrîc etmiştir:

«Üzerinden sene geçmedikçe malda zekât yoktur.» Aynı hadîsin Hz. Âİşe (R. Anha)'dajı başka tarîkleri de yardır.

Hadîs-i şerîf gümüşün nisabının ikiyüz dirhem, altının ise yirmi di­nar olduğuna delildir. Bu cihet ittifakı ise de ulemâ dirhemin miktarın­da ihtilâf etmişlerdir. Çünkü Hz. Rcsûlüllah (S.A.V.) devrinde üç çeşit dirhem kullanılmıştır. Bunlardan birinci nevî : On dirhem; on miskal ağırlığında olanıdır. Yani bir dirhem bir miskal ağırlığındadır. İkinci nevî: On mirhemi altı miskal ağırlığında olandır. Üçüncü nevî: On dir­hemi beş miskal ağırlığındadır. Miskal ise: Hicaz Örfüne göre yirmi kı­rat ağırlığındaki tartıdır. Bir kırat beş arpa tanesi ağırlığı olduğuna gö­re, bir miskal yüz arpa ağırlığıdır. [530]

Görülüyor İd birinci nevi dirhemle, üçüncü nevi arasında yarı ya­rıya fark vardır. Bu sebebledir ki: Hz. Ömer (R. A.) haraç denilen arazi vergisini birinci nev'i dirhem üzerinden almak isteyince mükellefler bu­nu ağır bularak hafifletilmesini rica etmişlerdi. Hz. Ömer (R. A.) da zamanının hesap âlimlerini toplayarak bu dirhem işini yoluna koydu. Ve üç nev'i miskal adedini toplatarak üçe bölünce yedi miskal ağırlı­ğındaki on dirhemlik meydana geldi. Artık o gün bugün yalnız bu dir­heme itibar olundu. Vezin itibarıyla dinar ile miskal arasında fark yok­tur. îkisİ de yüz arpa ağırlığı tartılardır. Ve biribirinin müteradifidirler. Ancak Kemal ibni Hümam «Fethü'l-Kadîr-» de[531] miskal için ölçü­len miktar demiş, dinarın ise aynı miktardaki altın olduğunu beyân etmiştir.

Semerkand ulemâsına göre, miskal 96 arpa ağırlığında gelirse de îtibar Hicaz'ın miskaîinedir. «Bugünün tartıları ile : Bir dirhem = 3,207 gram; miskal = 4,81 gram; Kırat = 0,2004 gram; batman = 7,697 kilo gram; okka = 1,282 kilogramdır.

Uzunluk ölçülerinden : Merhale = 45480 metre; fersah = 5685 met­re; kulaç = 1,89 metre; arşın = 0,68 metre; endaze = 0,65 metredir».

Hadîs-i şerîf 200 dirhem gümüşün zekâtını, onda birin dörtte biri olarak göstermektedir ki, icmâ' da budur. «Artık daha ziyâdesi bu hesaba göredir» ifâdesinden maksad: Ziyâdenin de onda biri­nin, dörtte biri zekât olarak alınır demektir. Nitekim Hanefîlerden I mâ m ey n denilen Ebu Yusuf'la, Muhammedi'm, ve mezhep imamların­dan Şafiî'nin kavli bu olduğu gibi, Hz. Ali ile İbni Ömer (R. Anhüm') ün mezhebi de budur. Bu zevat, ilerde gelecek Câbir (R. A.) hadîsindeki:

«Beş okiyyeden daha az gü-müş için zekât yoktur» ifâdesini herhalde yalnız bu miktar bulumursa mânâsına almışîardrr. Yoksa yanında altun veya gümüşten nisap miktarı bulunursa, bunun da ona katılacağında müttefiktir-ler.

Hadîsin, «yirmi dinarın olup da, üzerinden sene geçme-di'îca (altından dofeyı) sana bir şey vermek lâzım gelmez.» cümlesi, altunun nisabını bildirmektedir. Eu miktar al t una yarım di­nar zekât verileceğine göre hesap yine onda birinin dörtte biri demek­tir. Bu hadîs, madrup paralarla, külçe halinde bulunan altun ve gümüşlerin hepsine ânım ve şâmildir. Dâre Kutnî (306—385)'nin Ebu Saîd (R.A.)'dan tahrîc ettiği bir hadîste şöyle buyruluyor :

okiyyeyi bulmadıkça gümüşlere zekât helâl değildir.» Yine Dâre Kutnî Hz. Câbir (R. A./dan merfu' olarak şu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Gümüşün beş okiyyeden azında zekât yoktur.»

Altun hakkında ise, yalnız sadedinde bulunduğumuz Hz. Ali (R. A.) hadîsi vardır. Bu hususta îmâm-ı Şafiî (150—204) şöyle demiştir: «Resûliiflah Sallallahü aleyhi ve seîlem, gümüş için bir zekât takdir buyurmuş; bunun üzerine müslümanlar altundan da zekât almaya başlamışlardır. Bu, ya bize ulaşmıyan bir haberle, yahut kıyasla olmuştur.» İbni AbdiVl-Berr (368—463): «Altun hakkında haber-i vâhid rivayet eden mutemet râviler tarafından Peygamber (S.A.V.J'den hiç bir şey naklolunnaamıştir» demiş ve Ebu Dâvud {202—275) ile Dâre KutnVnin tahrîc ettikleri buradaki hadîsi zikretmiştir. Lâkin:

[532]Altün ile gümüşü biriktirerek onları Allah yolunda harcamayanlar.»

âyet-i kerîmesi altında da Allah'ın hakkı yani zekât olduğuna tenbîh buyurduğu gibi, Buharı (194—256), Ebu Dâvud, İbnii'l-Münzir, İlmi Ebi Hatim (247—327) ve İbni Merduyc'nm Hz. Ebu Hüreyre (R. A.) dan tahrîc ettikleri şu hadîs de altından zekât verileceğine delâlet eder :

Peygamber (S.A.V.) :

— Haklarını ödemediği altunla gümüşü olan hiç bir kimse yoktur ki, bu mallar kıyamet gününde tabaklar haline getirilerek o kimse dağlanmasın; buyurdular». Bittâbî altun ve gümüşün hakkı zekâtı demektir. Bu bâbda daha birçok hadîsler vardır. Bunlar birbirlerini takviye ederler.

Bâzılarına göre zekât, farz olabilmek için altunla gümüşün halis olmaları şart ise de muteber olan kavle göre, karışık olan altunla gü­müşte hüküm eksere göredir. Meselâ : Bakır ile karışık altunun bakırı daha çoksa, o maden bakır hükmünde; altunu daha çoksa altun hük­mündedir. Başka mâdenle karışık bulunan altın ve gümüş o mâdene müsavi olursa mes'ele ihtilaflıdır.

Bâzılarına göre ihtiyaten zekât vermek îcâp eder. Diğer bazıların­ca zekât îâzım değildir. Hattâ «bu takdirde (2,5) dirhem zekât verilir.» diyenler bile olmuştur.

Hububata gelince : Beş vesk'ten[533] fazlasına zekât lâzım geldiğine İcmâ'-ı ümmet vâki olduğunu İmâm-% Nevevî (630—676) «.Müslim» şerhinde beyân etmiştir. İlerde gelecek Ebu Saîd hadîsi beş veskten az olan hurma ve hububata zekât olmadığım ifâde ederse de, bu hadîs te'vil edilmiş ve : «Bu az miktarda yalnız başına olursa zekât yoktur; beş vesk'e munzam olursa vardır» denilmiştir ki, bu te'vil de altın ve gümüş hakkındaki Hz. Alî ile İbni Ömer (R. Anhüm)'ün mezhebini takviye eder.

Hadîs-i şerîf üzerinden sene geçmedikçe mala zekât olmadığına da delâlet ediyor ki, cumhur ulemâ'mn kavli de budur. Ashâb-ı kirâm'dan ve tabiîn hazâratmdan bâzıları ile Dâvud-u Zahiri*ye göre sene geç­mek şart değildir. Bunlar «Hâlis gümüşte onda birin dörtte birini vermek lâzımdır» hadîsinin mutlak olmasıyla istidlal ederlerse de kendilerine : «Bu hadîs sadedinde bulunduğumuz ha­dîsle mukayyettir» diye cevap verilmiştir.

Vâkıâ Tirmizî'nin merfu' olarak rivayet ettiği, kısım hakkın­da : «Mevkuf olması müraccahtir» denilmişse de, bu bâbda içtihada mesağ olmadığından, rivayet yine de merfu' hükmündedir.

Hulefâ-î Râşîdîn hazâratmdan rivayet edilen sahîh eserler dahi bu­nu te'yid etmektedir. Binaenaleyh bir malın üzerinden sene geçti mi, efdâl olan hemen zekâtını vermektir. Filvaki lmâm-ı Şafiî ile Buhârî Hz. Âişe (R. Anha)'da.n merfu' olarak şu hadîsi tahrîc etmişlerdir : JÂI V|[M VU "lî'oLlI oülili » «Eğer bir mala sadaka karışırsa, onu helak eder.»

Bu hadîs hakkında İbni Teymiyye (661—728) «El- Münteka» adlı eserinde: «Bununla zekâtın ayn'a (eşyaya) taallûk ettiğine kail olanlar istidlal etmişlerdir» demektedir.[534]



629/488- «Alî radıyatlahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: — Koşulan sığırlara zekât yoktur.»[535]



Bu hadîsi, Ebu Dâvud ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Müreccah olan bunun dahi mevkuf olmasıdır.

Beyhakî (384—458) : «Bu hadîsi Nüfeylî Züheyr'den. merfu' ve­ya mevkuf olduğu şüpheli olarak rivayet etmiş» demişse de, mu­sannif aynı hadîsi şu lâfızlarla rivayet etmiştir:

«Koşulan sığırlar için bir şey yoktur.»

Yine bu hadîsi Musannif kitabımızdaki lafzıyla İbnî Abbas (R.A.) dan rivayet etmiş ve onu Dâre Kutnî'nin tahrîc ettiğini söylemiştir. Fakat bu rivayetinde metruk bir râvî vardır. Dâre Kutnî (306—385) onu Hz. AIİ ve Câbir (R. Anhüma)'da.n da rivayet etmiştir.Yalnız lâfzı şöyledir : «Çift süren sığrrlar İçin sadaka yoktur.» Beyhakî bunun isnadını zayıf bul­muştur.

Hadîs-i şerîf, koşulan sığırlar için zekât verilmiyeceğine delîldir. Hadîsin zahiri mutlak olduğundan, mer'ada otlamakla geçinen sığır­larla, evde yem ve a'Iâf ile beslenenlerin hepsine şâmil görünüyorsa da, koyun ve develerin yalnız otlamakla beslenenlerinden zekât alına­cağı hadîslerde beyân olunmuş; sığırların hükmü de onlara kıyasla anlaşılmıştır.[536]



630/489- «Amr ibnî Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesi Abdul­lah îbnî Amr'dan (radıyattahü anhüm) işittiğine göre Resûlüllah SaTlaUahü aleyhi ve sellem :

— Her kim malı olan bîr yetime velî olursa, onun için ticâret yapsın. O malı sadakanın yemesine meydan Vermesin; buyurdular.»[537]



Bu hadîsi, Ttrmizî ile Dâre Kufnî rivayet etmişlerdir. îsnadı za­yıftır. Hadîsin Şafiî nezdinde mürsel bir şahidi de vardır.

isnadının zayıf olmasına sebep : Tirmizî'nm rivayetinde râviler arasında El - Müsrnna b. Es'Sabbah'm, Dâre KutnVnm rivayetinde de, Mündel b. Ali'nin bulunmasıdır. Bu zâtların ikisi de zayıfdjr. Bundan maada Dâre Kutnı'nin rivayetinde El-Azremî de vardır ki, metruktür. Ancak Amr hadîsi'nin mürsel olan, bir şahidini îmâm-

Şafiî (150—204) rivayet etmiştir. Bu hadîsin lâfzı şudur:

«Yetimlerin maMan hak­kında onları zekâtın yememesini isteyin.»

Bu hadîsi, Hz. Şafiî, îbni Güreye rivayetinden mürsel olarak tahrîc etmiş ve onu te'kid eylemiştir. Zîrâ mutlak surette zekâtı icâp eden hadîsler sahîh olup, âmdırlar. Amr ibni Şuayb hadîsinin bir misli de Hz. Enes, ibni Ömer ve Ali (R. A ./dan mevkuf olarak rivayet olunmuşdur.

Dâre Kutnî Ebu Râfî' (R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir : «De­miştir ki : Ebu Râfi' oğullarının Hz. Ali nezdinde malları vardı. Ali bu malları kendilerine verdiği zaman, onları azalmış buldular. Bir de onları zekâtları ile beraber hesap edince baktılar kî mallar tamdır. Bunun üzerine Ali'ye geldiler. A'i onlara : «Sîz benim yanımda zekâtını vermiyeceğîm mal olacağını mı zannederdiniz? dedi.»

lmâm-ı Mâlik (93—179)'in «El-Muvatta?, da Hz. Âişe (R.Anha) dan tahrîc ettiği bir hadîste, Hz. Âişe (R. Anfta/nın baktığı yetimlerin zekâtlarını verirdiği zikredilmektedir. Bütün bu hadîsler sabinin malın­dan zekât verileceğini gösteriyor. Yalnız sabi henüz malından tasarruf edemediği için, zekâtım onun malından velisi verir. Cumhur ulemâ'nın re'yi budur.

İbni Mes'ûd (R.A.)'(lan bir rivayete göre, sabinin çocukluk zama­nındaki zekâtını kendisi, âkil baliğ olduktan sonra verir. İbnî Abbas (B. A.) ile ulemâdan bâzılarına göre, sabinin malından yalnız öşür ve­rilir. Şâir zekâtlar verilmez. Hanefîlere göre de sabinin malından zekât vez'ilmez. Yalnız mehr ve nafaka gibi kul hakları ile öşür ve sadaka-i fıtr verilir. Çünkü bunlarda nafaka mânâsı vardır. Bu sebeple kul hak­kı hükmündedirler .Zekât ise mahz-ı ibâdettir. Sabilerle deliler böyle hâlis ibâdetlerle mükellef değillerdir.[538]



631/490- «Abdullah ibni Ebi Evfâ radıyallahit anhüma'âan rivayet edilmiştir. DemişîîrJti: Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem, kendi­sine bir kavm zekâtlarını getirdiği zaman :

— Allah'ım bunlara salât eyle; derdi.»[539]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

Resû!-ü Ekrem (S.A.V.) efendimiz bu duayı Teâlâ hazretlerinin :

«Onlarm mallarından. kendilerini temiz pak edeceğin bir sadaka al[540]...» âyet-i kerîmesine imtisâlen yapmıştır. Zîrâ bu âyet-i kerîmenin devamında «onlara salât da eyle» buyruluyor.

Hz. Fahr-i Kâinat (S.A.V.) de emri aynı lâfızla îfa etmiş ve: «Yâ Râb, fülân oğullarına salât eyle» demiştir. Bâzı rivayetlerde onlara bereket duasında bulunduğu zikrolunur. Nitekim Nesâî'nin tahrîc ettiği bir hadîste, ResûlülJah (S.A.V.)'in zekâtını gönderen bir adam hakkında: «Yâ Rabbi buna ve ehline bereket ver» buyurduğu zikrolunuyor. Zahirilerden bâzıları bunun îmâmü'I-Müslîmine vacip olduğuna kaildirler. Onlar vücûbu âyet­ten çıkarmak isterlerse de kendilerine cevaben: «vacip olsa, Hz. Peygamber (S.A.V.) onu zekât tahsildarlarına öğretirdi. Öğrettiği nakl ve ri­vayet edilmediğine göre, buradaki emir Resûlüllah (S.A.V.)'e mahsus olduğuna hamledilir» denilir. Bu hadîsle bâzıları Peygamberlerden baş­kasına da Salât-ü selâm edilebileceğine de istidlal ederler. Fakat tmâm-ı Mâlik bunu mekruh addetmiştir. Hattâbî (319—388) der ki: «Salât, aslen duâ demektir. Ancak kendisine duâ edilen şahsa göre deği­şir. Meselâ: Peygamber (S.A.V.)'in ümmetine salâtı, onlara afv-ı mağfi­ret duâ etmesidir. Ümmetinin ona salâtı, onun Allahü Zülcelâl'e daha yakın olmasına duadır. Binaenaleyh başkasına bu duayı yapmak lâyık değildir».[541]



632/491- «Ali radıydllahü anhJden rivayet edildiğine göre, Abbas radıyaUahü anh, Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'e, zekâtını farz olmazdan önce verip veremîyeceğini sormuş; Resûlüllah Saîlalldhü aleyhi ve seîlem, kendisine bu hususta ruhsat vermiştir.»[542]



Bu hadîsi Tirmîzî ile Hâkim rivayet etmişlerdir.

Aynı hadîsi, Eshâb-i Sünen, lmâm-ı Ahmed ibni Haribel ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir, lmâm-ı Tirmizi (200—279) : «Bu bâbda İbni Abbas'dan da rivayet vardır.» dedikten sonra şu malûmatı veriyor: «Ehî-i ilim zekât farz olmazdan Önce verilebilir mi, verilemez mi meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Ulemâdan bâzıları verilemiyeceğine kaildirler ki, Süfyan'm mezhebi budur. Ekser ulemâ ise: zekâtı farz olmazdan önce vermek caizdir; derler.»

Beyhdfâ diyor ki : «Şafiî : Peygamber (S.A.V.)'in farz olmazdan önce Abbas'm zekâtını ödünç olarak aldığı rivayet olunuyor. Fakat bu, sâbitmi'dir, değil mi'dir, bilmiyorum; dedi». Yine BeyhaM ŞâfiVnia bu sözü ile Hz. Ali (R. A.) hadîsini kasdettiğini söylüyor. BuhtûrVma. Hz. Ali (R. A J'dan tahrîc ettiği şu hadîs de babımızın hadîsini takviye etmektedir :

Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve seUem ;

— Gerçekten ihtiyacımız oldu da, Abbas'dan iki se­nenin zekâtını peşin aldık; buyurdular». Bu hadîsin râvileri sı­kadır. Yalnız münkatı'dır.

Hadîs-i şerif çeşitli tarîklerden muhtelif lâfızlarla rivayet olunmuş­tur. Bunların hepsi Peygamber (S.A.V.)'in Abbas (R.A.)'dan iki se­nelik zekâtını peşinen aldığına delâlet ederler. Yalnız bunu zekât olarak mı, peşin aldı, yoksa ödünç mü aldı? Bu bâbda rivayetler muhteliftir. İhtimal her ikisi de birden vâki olmuştur.

Bu hadîs, zekâtı farz olmadan vermenin caiz olduğuna delildir. Ve ekser ulemânın kavli de budur. Lâkin bunu yalnız mal sahibine mahsus görüyorlar. Vasi, veya velînin peşin zekât vermeye hakkı yoktur.

îmâm-ı Mâlik (93—179) farz olmazdan Önce mutlak surette ze­kât verilemiyecegine kaildir. Verilemez diyenlerin delîli :

«Sene geçmedikçe zekât yoktur» hadîsidir. Nitekim şimdiye kadar görülen hadîsler de aynı mânâya de­lâlet ederler. Verilemez diyenlere cevaben : «Evet üzerinden sene geç­medikçe bir malda zekât farz olmaz. Fakat bu onun peşinen verilme­sine mâni değildir» denilmiştir. Bu zevat zekâtı namaza kıyas ederek: «Vaktinden evvel bir namazı kılmak nasıl caiz değilse, vakti gelmeden zekâtı vermek de öyledir.» demişlerse de buna da : «Nassm karşısında kıyasa îtibâr yoktur» diye cevap verilmiştir.[543]



633/492- «Câbîr radıyallahü anh'âen Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seTtem'den işitmiş olarak rivayet edilmiştir kî. Peygamber SalUü-Jahü aleyhi ve seJlem :

— Gümüşün beş okiyyeden aşağısında zekât yokturv Devenin beş baştan aşağısına zekât yoktur. Yemişin de beş veskden aşağısında zekât yoktur; buyurmuşlardır.»[544]



Bu hadîsi, Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in Ebu Saîd (R. A.)'âan olan rivayetinde : «Hurma ile hububatın beş veskden aşa­ğısında zekât yoktur» buyrulmuştur. Ebu Saîd hadîsinin aslı müt-tefekun aleyh'dir.

Bu hadîs-i şerîf şimdiye kadar mefhum adet şeklinde görülen bâzı nisabları mantûka çevirmektir. Zâten devenin nisabının beş, gümü­şün ikiyüz dirhem olduğunu yukarıda görmüştük. İkiyüz dirhem, beş-okiyye demektir. Yenilen şeylerin nisabı hakkında mantûk olarak bir şey geçmemiştir. Hüküm buradaki mefhum adetten anlaşılıyor. Zîrâ «beş veskden daha aşağısında zekât yoktur» buyrulduğuna göre beş veskde zekât olacağı mefhum nefîden anlaşılıyor. Hurma hakkında ise mefhum veya mantûk hiç bir şey geçmemiştir. îşte bu­radaki Ebu Saîd hadîsinden onun da hükmü anlaşılıyor.

Evsâk : Vesk'in cem'idir. Bir. vesk : 60 sa'dır. Bir sa' da dört müd'dür. Şu halde beş vesk : Ügyüz sa' eder. Müd hakkında Davudi şöyle diyor : «Bunun değişmiyen ölçüsü, avuçları pek büyük veya pek küçük olmayan bir adam avucuyla dört avuçtur». «Kâmusiy sahibi bu sözü hikâye ettikten sonra : «Ben bunu tecrübe ettim ve sahîh buldum» diyor.

Hadîs-i şerîf, gümüş, deve, hurma ve meyvalar beyân edilen mik­tarı bulmadıkça Allah'dan kullarına bir lütf-ü kerem ve bir tahfif ol­mak üzere onlardan zekât alınmayacağına delildir. Gümüş ile deve hakkında mes'ele ittif âkîdir.

Meyvalar hakkında ise aşağıdaki hadîsin muarazası sebebi ile ihti­lâf olunmuştur.[545]



635/493- «Salim b. Abdullah'tan,[546] o da babası (İbnî Ömer) radıyallahii anhüma'dan, o da Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'den işitmiş olarak rivayet edilmiştir ki; Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem :

— Semânın ve derelerin suladığı yahut kökleri suyu bulan (mahsulât) da öşür vardır. Âletlerle sulananlarda öşrün yarısı vardır; buyurmuşlardır.»[547]



Ebu Davud'un (yine Sâlim'den) rivayetinde : «Kökleri suyu bulan» yerine «kökleri ile suyu emen hurmada öşür; hay­vanla veya başka bir âletle sulananlarda öşrün yarısı vardır» buyrulmuştur.

Hattâ (319—388)'nin beyânına göre damarları ve kökleri ile suyu içen nebattır. Kökleri suyu bulduğu için böyle yer­yüzüne yakın su üzerine dikilen nebatlara bu isim verilmiştir.

Öşür : Onda bir demektir. Araziden çıkan mahsulün zekâtı budur.

Nadh : Aslında suyu serpmektir. Burada mecazen suyu serpmeye âlet ve vasıta olan deve, sığır ve insana ıtlak olunmuştur.

Ba'l yahut beul : Sulanmadan yetişen hurma, ağaç vesâir nebat­lar yahut sadece semadan yağan sularla ıslanan hurmalardır.

Sevânî : Saniyenin cem'idir. Su taşıyan hayvan ve insanlardır. Nadh'ın müteradifi ise de burada nadh bu kelimenin üzerine atfedil­diğine göre aralarında mânâca fark yar demektir. Ve sevâni'den murâd: Hayvanlardır nadh ise dolap vesaire gihi âletler veya insanlardır. Fakat bunların hepsinden maksad : Sulanması emek ve meşakkat istiyen nebatattır.

Hadîs-i şerif emek vererek sulanan nebatlar ile yağmur tarafından sulananların hüküm itibariyle birbirinden farklı olduğuna delildir. Bu­nun hikmeti meydandadır. Yani emek karşılığı olmak üzere Cenâb-ı Hak kullarına lütuf ve inayette bulunmuş ve bunlardan alınacak zekâ­tı emeksizce büyüyen nebatlardan alınanın yarısına indirmiştir. Yer­den çıkan mahsulün azına ve çoğuna zekât îcâp edeceği de bu hadîsin delâlet ettiği hükümler cümlesindendir. Hadîsimiz yukarda geçen Câbir ve Ebu Saîd (R. A.) hadîslerine muarızdır. Bu sebeple ulemâ hüküm hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhur ulemâ'ya göre Câbîr ve Ebu Saîd hadîsleri bunu tahsis etmişlerdir.

Binaenaleyh mahsul beş vesk olmadıkça ona zekât, yoktur. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (80—150) ile diğer bâzı ulemâya göre ha­dîsler arasında tahsis yoktur. Bilâkis hadîsin umûmu ile amel olu­nur ve yerden çıkan mahsulün azma da çoğuna da zekât vermek îcâp eder.

«Sübülü's-Selâm» sahibi Sananı burada îmâm-ı Âzam'ı haksız bularak şu mütâlâayı serdediyor : Diyor ki : «Hak birinci kavle zâhip olanlarladır. Çünkü Evsak hadîsi sahih bir hadîs olup. zekâtın ne miktar­da farz olacağını beyân için vârid olmuştur. Nitekim 200 dirhem hadîsi de aynı mânâ için vâriddir. Halbuki «gümüşte onda birin dörtte biri vardır» buyrulmuştur. Gümüşün azında da çoğunda da zekât vardır diyen bulunmamıştır. Hilaf yukarda gördüğümüz vecihle ancak gümüş az olup da nisab miktarını bulursa zekât lâzım olup olmadığı hususun-dadır. Çünkü «gümüşte onda birin dörtte biri vardır» hadîsi ancak bu cinste zekât farz olduğunu beyân için varid olmuştur. Fakat ne miktar olursa zekât îcâp edeceği 200 dirhem hadîsinin beyânına ha­vale edilmiştir. Buradaki «semânın suladığı şeylerde Öşür var­dır» hadîsi de öyledir. Yani bu cinste Öşür vermek îcâp eder demek­tir. Ne miktarda îcâp edeceği ise (Evsak) hadîsine havale edilir. Ha­dîsteki «beş vesktan aşağısında zekât yoktur» kaydı bunu daha da îzah ediyor. Sanki bu kayıt yalnız «semânın suladığı şey­lerde onda birin dörtte biri vardır» hadîsini umumu tevehhüm olunmasın diye vârid olmuştur. Sonra âmm ile hass tearuz ederlerse burada olduğu gibi tarih bilinmediği takdirde hass ile amel edilir. Zira usulü fıkıh'daki akvalin en güzeli budur...» SanânVrân sözü burada sona erdi.

Mevzuu bahs mes'elede îmâm-ı Ebu Yusuf (113—182) ilo îmâm-ı Muhammed (135—189) de Cumhur ulemâ tarafınrladırlar. Bunlar taarruz karşısında hâss ile amel etmişler. îmâm-ı Âzam isp âmm ile amel etmiştir. Fakat unutmamalı ki, bu mes'elede de ih­tiyat îmâm-ı Âzava. tarafındadır.[548]



636/494- «Ebu Musa el-Eş'ârî ile Muaz radıyallahü anhüma'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber Sallollahü aleyhi ve seUem ken­dilerine :

— Sadakayı şu dört sınıftan : Buğday, arpa, kuru üzüm ve hurmadan başka bir şeyden almayın; buyurmuş­lardır.»[549]



Bu hadîsi, Taberânî ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Dâre Kufnî'nin Muaz (R. A.)'Ğan rivayetinde Muaz : «Acur, karpuz, nar ve kamışa gelince bunları ResûlüIIah (S.A.V.) afv buyurdu» demiştir.

Hadîsin isnadı zayıftır.

Yukardaki talimatı Hz. Peygamber (S.A.V.) Ebu Musa ile Muar (R. Anhüm) hazarâtını Yemen'e muallim olarak gönderdiği vakit ver­miştir.

Bu hadîsi, Dâre Kutnî (306—385) de rivayet etmiştir. Beyhâkî (384—458): «Bunun râvileri sıkadır; hadîs muttasıldır.» der. Tabe­rânî (260—360) Musa b. Talha tarikiyle Hz. Ömer (R. A./dan: «Re­sûlüIIah Salîallahü aleyhi ve seTlem : Zekâtı ancak şu dört şeyde mes-nûn kılmıştır» diyerek o dört şeyi saydığını rivayet ediyor. Onun için Ebu Zer'a (—264) : «bu hadîs mürseldir» demektedir.

Hadîsimiz yenilen şeylerin yalnız bu dördünde zekât olduğuna sairlerinde olmadığına delildir. Ulemâdan Hasan-ı Basri (21—110) * Sevrî (97—161) Şa'bî (26—104), îbni Şîrîn (—110) ve bir rivayet­te îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel (164—241) hazarâtmın mezhebi bu­dur. Bunlara göre mısır ve sâirede de zekât yoktur. Bu bâbda birde Amr ibni Şuayb hadîsi vardır ki, onda bu dört şeyden maada ibni Mâce nin rivayetinde mısır da zikredilmiştir. Fakat Dâre Kutnî'nın riva­yetinde mısır kaydı yoktur.

Musanmf bu Amr hadîsi hakkında : «Bu hadîs hiçtir» demiştir. Bu bâbda bir takım mürsel hadîsler de vardır. Bunlarda mısır kaydı var­dır. Onun için Beyhakî : «Bu hadîsler birbirini takviye ediyor» de­miştir. Maamâfîh mezkûr hadîsler herhalde kitabımız hadîsine muaraza edecek kuvvette olmadığından, îmâm-ı Şafiî (150—204) mısır'ı kıyas yolu ile zikri geçen dört şeye katmıştır. îmâm-ı TirmU zî (200—279) : «Bu bâbda yani sebzeler babında Peygamber (S.A.V.) den hiç bir şey sahîh olmuyor» demiştir.

Muhakkikîn-i ulemâdan Ebu Bekir ibnü'l-Arabî (468—543) :

[550]» «Hasad zamanı onun hakkını verin» âyet-i kerîmesini tefsir ederken şöyle diyor : «Filhakika bu âyet-i kerîme Allah'ın zikrettiği şeylerde zekâtın vacip olduğunu ifâde etmektedir. Ulemâ bu hususta gerek eskiden, gerekse şimdi birbirine mübâyin ihtilâflar halindedir. Meselâ: îmâm-ı Mâlik'in: zekât yalnız azık ola­cak şeylerdedir; dediği rivayet olunur. Bundan ba§ka kavli yoktur. Şafiî'nin kavli de budur.

Ebu Hanîfe : «Yerden biten ve azık; yemiş, sebze olarak yenilen her şeyde zekât vardır» demiştir ki, yalnız meyvalar hakkında Ab-dülmelik İbnü'l-Mâcişun'un mezhebi de budur. îmâm-ı Ahmed'in müteaddit kavilleri vardır. Bunların içinde en zahir olanı ölçü­len şeylerde Ebu Hanîfe'nin kavli gibidir.

Ebu Hanîfe bu âyeti kendisine ayna ittihâz etmiş ve hakkı gö­rerek: «Allah yenilen her şeyde -azık olsun olmasın- zekâtı vacip kılmış­tır[551].» demiştir.«Semânın suladığı her şeyde öşür vardır» hadîs-i şerifinin umumu dahi EbuHanî-fe'nin delîllerindendir.. Bundan yalnız odun ve koru ot gibi şeyler müstesnadır ki, bunlar da hadîs ve kıyas ile beyân olunmuşlardır: «Ebu Musa ile Muâz hadîsinin beyân ettiği dört sınıftan başka hiç bir şeyde zekât yoktur.» diyenler, hadîsteki inhisarı hiç bir umum ve kıyasın bo­zamayacağına kaildirler. «El-Menâr» nam eserde şöyle deniliyor : «Bu dört sınıftan geriye kalan şeyler alıp almama hususunda ihti­yat yeridir. Kavî olan vech dörtten maadasından zekât alınmamak­tır.» San'ânî de aynı fikirdedir: ve «Beraet-i zimmet asıldır» kaidesi mucibince hareketi muvafık görmektedir.

Dâre Kutnî'nm Hz. Muaz'dan rivayet ettiği hadîsin isnad itibarıyla zayıf olması, râvileri arasında Muhammed ibni Abdullah el-AzramV-nin bulunduğundandır. Bu cihet Bülûğ'ül-Î.lerâm haşiyesinde töyle mu­kayyet ise de Dâre Kutnî'deki hadîs, Amr ibni Şuayb'öazı, o da ba­basından, o da dedesinden işitmiş olarak rivayet olunmaktadır.

Ceddi şöyle demiştir : «Abdullah İbni Am.-'a Toprağın ye*iştirdiğî bakla, acur, ve hıyar gibî şeyler soruldu. O da: bakliyatta zekât yok­tur; dedi.» İşte Muhammed ibni Abdullah El-Azramî'nin rivayeti budur. Hz. Muaz'm kitabımızdaki rivayeti için ise Musannif merhum : «Bu rivayette zaaf ve inkıta vardır.» diyor. Ancak bunun mânâsını ilk

hadîsin dört sınıf hakkındaki hasr ve kasrı ifâde ettiği gibi :

«Sebzeler de sadaka yoktur» hadîsi de anlatmaktadır. Sebze hadîsini Dâre Kutnî Musa b. Talhâ ile Muâz (R. A.) 'tarîkinden nıerfu' olarak tahrîc etmiştir.

tmâm-ı Tirmizî, İsa b. Talha tarikiyle Hz. Muaz (R. A./dan şu hadîsi tahrîc etmiştir :

Hz- Muâz Peygamber SaUah lahü aleyhi ve sellem'e mektup yazarak sebzeler -kî bakliyattır- hak­kındaki hükmü sordu. Resûlüllah (S.A.V.) : Onlara bir şey yoktur; buyurdular.» Tirmizî «Bu hadîsin isnadı sahih değildir. Bu bâbda hiç bir şey sahih olmuyor. Bu ancak Musa b. Talhâ tarikiyle Peygamber Sallallahil aleyhi ve sellem'den mürsel olarak rivayet olunuyor» de­mişse de Tirm.hi : Musa b. Talhâ âdil bir tabiîdir. Binâenaleyh mürselleri kabul edenler onun irsalini de kabul etmelidir. Sonra bu hadîs Hz. Ali ve Ömer (R. Anhümayda,n mevkuf olarak sabit olmuş­tur, ve merfu' hükmündedir» diyerek itiraz olunmuştur. Hazrâvât : Kile ile ölçülmeyen ve azık olmayan şeyler, yani sebzelerdir.[552]



638/495- «Sehl ibni Ebî Hamse[553] radıyattahü anh'öen rivayet edil­miştir. Demiştir ki : Bize Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :

— Hurmayı tahmin ettiniz mi hemen alın ve üçte bi­rini sahibine bırakın. Eğer üçte birini bırakmazsanız dörtte birini bırakınız; buyurdular.»[554]



Bu hadîsi, İbni Mâce müstesna Beşler rivayet etmiştir. İbni Hibban ile Hâkim onu sahînlcmişlerdir.

İbnü'l-Rattân (120—198)'nin beyânına göre hadîsin isnadında hâli meçhul bir râvi vardır. Lâkin Hâizim (321—405) : «Bu hadîsin sahih olduğuna müîteîekun aleyh şahid vardır ki, Ömer bunu emret­miştir.» diyerek Hz. Ömer (R.A.)'m bu bâbdaki emrine işaret etmek istemiştir. Filhakika Abdv/r-Rezzak (126—211), İbni Ebi Şeybe (—234) ve Ebu Ubeyd Hz. Ömer (R.A.)'m hurmayı tahmin edene «yiyecekleri kadarını ve yere düşanlerini kendilerine bırak» dediği­ni rivayet etmişlerdir. îbni Abdül-Ber (368—^-463) dahi Hz. Câbir (R. A./dan merfu' olarak gu hadîsi tahrîc etmiştir :

«Tahmin işini hafif tutun. Zîrâ yenilmişi, ezilmişi ve yenilecek gibisi vardır».

Hadîs-i şerifin mânâsı hususunda iki kavi vardır : Birinci kavle göre, öşrün üçte biri, veyahut dörtte biri sahibine bırakılacak yani ona îade edilecektir. îkinciye göre ise: Bu miktar, öşrü alınmazdan Önce sahibine bırakılacak sonra Öşrü alınacaktır. îmâm-ı Şafiî (150—204) : «Bunun mânâsı, alınacak öşrün üçte biri veyahut dörtte biri sahibine terk edilir. Bu miktarı akraba ve kom­şularına o dağıtır demektir.» diyor.

Bâzılarına göre mal sahibine kendinin ve ailesinin yiyeceği kadar bırakılır; bu miktar zaten tahmin edilmez; bakisi tahmin olunur. Bâ­zıları da : «En doğrusu Câbir hazretlerinin rivayetinde beyân olunanı yapmaktır. Yani ağacın üzerinde ne kadar meyva olduğunu tahmin ederken, işi biraz hafif tutmak ve öşrün dörtte biri veyahut üçte bir miktarını terk etmektir. Çünkü o miktar bazan hasad vaktine kadar yok olup gider de öşür lâzım gelmez» derler.

îbni Teymiyye (661—728) şöyle diyor : «Şüphesiz ki bu hadîs şeriat kaidelerine muafık olarak cereyan etmiş ve bundaki münâsip haller Peygamber (S.A.V.)'in «sebzelerde sadaka yoktur» ha­dîsine uygun düşmüştür. Zîrâ âdettir. Mal meydana gelince ondan mal rsahibi ve çoluğu çocuğu yerler. Ve biriktirerek uzun zaman bekletilme­si mümkün olmayan olgun yemişlerden konuya komşuya da yedirirler. İşte âdeten yenilen ve yedirilen meyvalar, biriktirilemiyen sebzeler mesabesinde tutulmuştur id, kişinin meyvasından yemesinin kaçınılmaz bir örf ve âdet olması da bu hakikati îzah eder. Çünkü yaş yemişlerden mutlaka insanın canı çeker ve onlardan mutlaka yer. Yememek nefsine güç gelir.»[555]

639/496- Atfa b b. Üseyd[556] radıyallahü tmh'den rivayet olunmuş­tur. Demiştir ki : Resûlüllah SaUdlîahü aleyhi ve seîîem; Hurma nasıl tahmin ediliyorsa, üzümün de öyle tahmin olunmasını ve zekâtının kuru üzüm olarak alınmasını emir buyurdu.»[557]



Bu hadîsi Beşler rivayet etmiştir. Hadîste inkıta vardır. Zîrâ Saîd îbnî Müseyyeb onu Attab'dan rivayet etmiştir. Halbuki, Ebu Dâvud :

«Saîd ondan işitmemiştir» diyor. Ebu Hatim (195 — 277) de : «Saîd İbnî Müseyyeb den sahih rivayete göre Peygamber (S.A.V.) Attab'a emretmiştir» demektedir. Binaenaleyh mürseldir. Fakat Imâm-ı Nevevî ( 631 — 676) : «Bu hadîs mürsel de olsa imamların kavilleri ile kuvvet bulmaktadır» demiştir.

Hadîs-i şerif, meyva ve üzümün de tahmin suretiyle ölçülmesinin vücûbuna delildir. Çünkü râvinin «Resûlüllah (S.A.V.) emretti» deme­si Peygamber (S.A.V.)'in mutlaka emir ifade eden bir sîga kullandığı­nı gösterir .Emirde asıl olan vücûptur. Nitekim îmâm-ı Şafiî'nin mezhebi budur. Bâzıları buradaki emrin nedip için olduğuna kail­dirler, îmâm-ı Âzam Ebu Hanîfe'ye göre tahminen meyva Ölçmek caiz değildir. Ağaçtaki meyvanm tahmini; göz kararı ile ondan ne kadar hurma ve üzüm çıkacağını, bu hurma ve üzümler kurursa ne miktar kalacağını kestirmektir. Meyvayı tahmin için âdil bir kişi kâfidir. Zîrâ fâsıkın haberi kabul değildir. Bittabi bu işten anlama­sı şarttır. Çünkü bir şey hakkında bilgisi olmayanın o şey hakkın­da ictihad suretiyle rey beyânına selâhiyeti yoktur. Halbuki tah­min eden zât hâkim mesabesindedir. Kendi içtihadı ile amel edecek­tir. Peygamber (S.A.V.) Hayberiler'in hurmalarını tahmin için yalnız başına Abdullah ibni Revahâ (R. A.)\ gönderiyordu. Çünkü Hz. Abdul­lah bu bâbda selâhiyettar ve ehl-i içtihattan idi.

Ağacın üzerindeki meyve tahmin olunduktan sonra bir âfet gelse sahibine ödettirilmez. îbni Abdü'l-Berr (368—463) şöyle diyor: «Kendilerinden ilim bellenen ulemâ tahmin edilen meyvaya devşiril-mezden önce bir âfet gelirse, sahibine ödettirilmiyeceğine ittifak etmişlerdir.» Ağacın üzerindeki meyvanm ne kadar olduğunu tah­min etmek, mal sahibi tarafından bir hıyanet yapılmasın diyedir. Bundan dolayıdır ki, meyve tahmin olunduktan sonra azalsa, nok­sanlığı ispat için mal sahibinin beyyine getirmesi îcâp eder. Ancak beyyine getirebilecek bir sebep iddia ederse beyyine getirir. Aksi takdirde yeminle tasdik olunur.

Fukaranın hakkını muhafaza etmek, zekât tahsildarının yapı­lan tahmine göre öşür istemesi sahibinin o maldan yemek suretiyle istifade etmesi gibi şeylerde tahminin faydalanndandır. Tahmin mes'elesinde nass yalnız hurma ile üzüm hakkındadır. Bâzıları : «şâir meyvalar da bunlara kıyas olunur» demiş; bir takımları da : «hayır tahmin, yalnız nassan sabit olanlarda yapılır; diğer meyva-larda yapılmaz.» mütâlâasında bulunmuşlardır.[558]



640/497- Amr îbni Şuayb'tan, o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) İşitmiş olarak rivayet edilmiştir kî: Peygamber SaUaUahü aleyhi ve sellemJe bir kadın gelmiş; beraberinde kızı da varmış ve kızının kolunda altından iki tane bilezik de bulunuyormuş. Derken Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve -seMem kadına :

— Bunun zekâtını veriyormusun?; dîye sormuş. Kadın :

— Hayır; cevabını verince :

— Bunlara karşılık kıyamet gününde Allah'ın sana ateşten iki tane bilezik takmasına memnun kaiırmısın?; buyurmuşlar. Bunun üzerine kadın : Derhal bilezikleri atmıştır.»[559]



Bu hadîsi Üçler rivayet etmişlerdir. İsnadı kavîdir. Hâkim onu Âîşe'den rivayet ederek sahîhlemiştir.

Peygamber SaUaUahü aleyhi ve seîlem'e gelen kadın Esma bintî Yezîd ibnî Seken'dir. Bu hadîsi Ebu Dâvud, Hüseynü'l-MuaUim'&en. rivayet ediyor ki, sikadandır. Ebu Davud'un bu rivayetinde «kadının bilezikleri çıkararak Resûlüillah (S.A.V.)'e verdiği ve : Bunlar Allah ve Resulünün olsun» dediği beyân ediliyor. Esma binti Yezld hadîsini îmâm- Ahmed îbni Hanbel de rivayet etmiştir. Vâkıâ Tirmizî ha­dîs hakkında : «îbni Lüheya tarîkinden başka rivayeti bilinmi­yor» demişse de doğrusu sahîh olmasıdır. Hâkim'in ve başkalarının tahrîc ettikleri Âişe hadîsinin lâfzı şudur :

«Atşe, Resûlüllah SalUUahü aleyhi ve sellem'ln yanına girdi. Re-sûl-Ü Ekrem, onun elinde gümüşten ma'mul bir takım halkalar gördü ve:

— Bu ne yâ Âişe? dedi. Âişe :

— Bunları sana ziynetlerleyim dîye yaptırdım yâ Resûlüllah; dedi. Bunun üzerine :

— Onların zekâtını veriyormusun?; dîye sordu:

— Hayır; cevabını verince :

— Ateş namına bunlar sana yeter; buyurdular.»

Bu hadîs, için Hâkim : «İsnadı Şeyheyn'in şartı üzeredir» der.

Hadîs-i şerif, kadınların ziynetlerine zekât lâzım geldiğine de­lildir. Hattâ Zâhirîn'e bakılırsa, nisab bile aranmıyacağı zannolunur. Çünkü Resûl-ü Ekrem (S.A.V.), gördüğü bileziklerin zekâtını emredi­yor. Hâlbuki ekseriyetle bu kadar büezik beş okiyye etmez. Bu mes'ele-de dört kavi vardır:

1— Bu hadîsle amel edenler bilumum altun ve gümüş ziynetlerde zekât vardır derler.Ve bittabi nisabı doldurması şarttır. Hanefîlerle selef-i sâlihîn'den bir cemâatin ve bir kavlinde îmâm-ı Şafiî'nin mezhe­bi budur.

2— Kadın ziynetlerinde zekât yoktur. îmânım Mâlik ile Ahmcd îbni Hanbel'in ve bir kavlinde îmâm-ı Şafiî'nin mezhebi budur. Bun­lar ziynetlere zekât verilmiyeceğini ifâde eden selef eserleri ile is­tidlal ederler.

3— Ziynetlerin zekâtı, onları emânet vermektir. Nitekim Dâre Kutnî'nin, Hz, Enes ve £smâ binti Ebİ Bekir'den bu bâbda rivayetleri vardır.

4— Ziynetlerde bir defa için zekât vardır. Bunu Beyhakî Hz. Enes radıyallahü anh'âen rivayet etmiştir.

Bu kavillerin içinde delil itibarıyla en kuvvetlisi birincisidir. Çünkü zekâtın ziynetlerde de farz olduğunu bildiren bu hadîs sa­hihtir.

Ziynetlerin nisabı aynen altın ve gümüşün nisabı gibidir.[560]



641/498- «Ümmü Seleme r&dıydllahü anha'ûan rivayet edildiğine göre, kendisi altundan ziynetler takınırmış. (Hz. Ümmü Seleme diyor ki): Yâ Resûlüllah : Bu defîne (hükmünde) midîr? dedim:

— Zekâtını verirsen defîne değildir; buyurdular.»[561]



Bu hadîsi Ebu Dâvud ile Dâre Kutnî rivayet etmişlerdir. Hâkim onu sahıhlemiştir. Hz. Ümmü Seleme (R. Anha)'mn «Bu defîne (hükmünde) midir»

diye sorması acaba tehdit âyetine bunlar da dahil midir diye anlamak içindir. Tehdit âyeti şudur :

[562] «Altunla gümüşü biriktirip, Allah yolunda İnfak etmiyenleri elim bîr azapla müjdeleı.

Bu hadîs dahi bundan önceki gibi ziynetlere zekât lâzım olduğuna ve zekâtı verilen ziynetlerin defîne sayılmayacağına, binaenaleyh âyet­teki tehdidin onlara şâmil olmadığına delildir.[563]



642/499- «Semüratii'bnÜ Cündeb radıyallahü anhüma'âan rivayet edilmiştir. Demiştir kî: Resûlüllah SallaUahü aleyhi ve sellem : Bîze zekâtı, satmak için tasarladığımız maldan çıkarmamızı emrederdi.»[564]



Bu hadîsi Ebu Dâvud rivayet etmiştir. İsnadı leyyindir.

Çünkü Süleyman b. Semüra'mn rivayetidir. Bu zât, meçhuldür. Hadîsi Dâre Kutnî ile Bezzar dahi bu Süleyman'dan tahrîc etmiş­lerdir.

Hadîs-i şerîf, ticâret malında zekât vacip olduğuna delildir. Buna Teâlâ hazretlerinin: «Kazandıklarınızın helâlinden sarf edîn» âyet-i kerîmesiyle de istidlal ederler. Mücâhîd bu âyetin ticâret hakkında olduğunu söylemiştir. Hâkim'in tahrîc et­tiği şu hadîs dahi aynı hükme delildir:

«Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :

— Devede, devenin zekâtı, sığırda, sığırın zekâtı, bez­de bezin zekâtı vardır; buyurdular.» Bez'den murâd: Manifatura­cıların sattığı basmalardır. Beyhdkî ile Dâre KutnVnin zaptından, anlaşılan budur. tbnü'VMunzir : «Ticâret malında zekât farz oldu­ğuna icmâ' vardır» diyor. Filvaki mezhep imamlarının bâzılarına göre şartlı, bâzılarına göre şartsız olmak üzere hepsine göre ticâret malında zekât farz olduğu gibi, fukahâ-I seb'a'ya ve cumhur ulemâ'ya göre de farzdır. Maamâfîh farz değildir; diyenler de bulunmuştur. Bun­lardan biri de «BiUûğü'l-Merâm*» şârihi Hind'li Nûrü'l-Hasen Han'dır. Bu zat hadîsimiz hakkında : «İsnadında meçhul râvi vardır. Binaena­leyh istidlale elverişli değildir. Şâir deliller dahi kendileriyle vücûp için istidlal olunacak vaziyette değildirler. îemâ iddiasının da söz gö­türdüğü aşikârdır. Mesele eht-i ilim arasında ihtilaflıdır» dedikten, son­ra bu mes'eleyi «El-Ravzatü'n-Nedîyye» adlı eserde tahkik ettiğini ve orada ticâret mallarına zekât verilmeyeceğini söylediğini yazıyor. Bizce bu sözler islâm'ın ruhunu anlayamamaktan ileri gelmiş kuru id­dialardır. Evet, hadîsimizin isnadında meçhul bir râvi vardır. Fakat bu zât hakkında hadîsi tahrîc eden îmam Ebu Dâvud ile El-Münzirî sükût etmişlerdir. Bunların sükûtu ise kendi îzahlan veçhile beğen­diklerine alâmettir. Üstelik aynı hadîsin isnadı için îbni Abâil'l -Berr hasendir demiştir. Binaenaleyh istidlale pek âlâ yarar. Hâkim' in sahîhlediği hadîs dahi merfu'dur.[565]



643/505- «Ebu Hüreyre radıyaJlahü emVden rivayet olunduğuna gö­re, Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve sellem :

— Rikâzda beşte bir vardır; buyurmuştur.»[566]



Hadîs, müttefekun aleyh'dir.

Rikai'm hakikatini tâyin babında ulemânın iki kavli vardır.

1— Hîcaz'hlara göre : Rîkâz, cahiliyet zamanında, yani eskiden küffâr tarafından yere gömülen maldır.

2— Irak'lılara göre : Rikâz mâdenler demektir. İmâm-ı Şafiî, Mâlik ve Ahmed îbni Hanbel birinci kavli tercih ederler. Onlarca mâden ile rikâz arasında fark vardır, ve mâden; Allah'ın yer içinde yarattığı bir cinsden olmayan altun, gümüş gibi şeylerdir. Rikâz ise cahiliyet devrinden kalmar-defînelerdir.

Hanefîler'e göre : mâden ile rîkâz birdir. Yani yeraltından çıkarı­lan mâdenlerle, küffar tarafından gömülmüş paralar arasında hükmen bir fark yoktur. Fakat mâdenlerle rikaz'dan alınan sadaka hakikî zekât değildir. Binaenaleyh, beşte bir olarak alınır. Tafsilât fıkıh kitaplarm-dadır.

Birinci kavli teyid eden delillerden biri îmâm-ı Buhân'nin Hz. Ebu Hüreyre (R. A./dan rivayet ettiği şu hadîstir :

«Hayvanın yaptığı zarar hederdir (ödettirilmez). Kuyu­nun hederdir; mâdeninki de hederdir. Rikâzda ise beşte bir vardır.» Bu kavle zâhip olanlar: «Mâden ile Rikaz bir olsa idi hükümleri de bir olurdu» diyorlar. Ancak îmâm-ı Şafiî (150—204) mâden sözünden yalnız altınla gümüşü kasdeder. Delili : Beyhâkî-nin tahrîe ettiği gu hadîstir :

«A$hab-ı Klrâm : Rikâz nedîr yâ Resûlüllah? dediler. Resûlüllah SaUaîlahü aleyhi ve seüem :

— Yer yaratıldığı gün onun içinde yaratılan altın ile gümüştür; buyurdular.»

Yalnız bu tefsiri zayıf bir rivayet sayarlar. Eîmme-i selâse denilen Imam-ı Şafiî, Mâlik ve Ahmed İbni Hanbel hazarâtı «Beş okiyye-öen aşağısında zekât yoktur» hadîsiyle istidlal ederek altın ve gümüşte nisabı nazar-ı itibâra almışlar ve bunun onda birin* dörtte biri olacağına kail olmuşlardır. Zâten gümüş hakkındaki «gümüşte onda birin dorte biri vardır» hadîsi buna delildir.

Rikâzda ise onlara göre beşte bir vardır. Nisabta muteber değildir. Bu iki sınıf mâden arasındaki hüküm farkının hikmeti : Rikâz'ın me-şakkatsızca elde edilmesi, mâdenin ise ancak meşakkatla çıkarılması­dır.[567]



644/501- «Amr ibni Şuayb'dan, o da babasından, o da dedesinden (radıyallahü anhüm) işitmiş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah SaUaUahü aleyhi ve seUem, bîr adamın bir harabede bulduğu define ti ak kında :

— Onu meskûn bir yerde buldu isen îlân et; meskûn olmayan bir yerde buldu isen onda ve rikâzda beşte bir

Vardır; buyurmuştur.»[568]



Bu hadîsi, İbni Mâce güzel bir isnadla tahrîe etmiştir.

Yukarıki hadîsi îmâm-ı Şafiî, Ebu Dâvud, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. «Onda ve rikâzda beşte bir vardır» buyurulması gösteriyor ki bulunan şey bulanın mülkü olmuştur ve artık onun beşte birini vermek kendisine vaciptir. Köyde bulunana Hz. Sâri' Rîkâz dememiştir. Çünkü onu yerden çıkarmamış, sokakta giderken bulmuş olduğu anlaşılıyor. îmâm-ı Şafiî (150—204) ile ona tâbi olanlar Rikâzda iki şeyin şart olduğunu söylerler. Bunların birincisi cahilîyet devrinden kalmış olması, ikincisi kırda; bayırda bulunmasıdır. Şayet sokakta veya mescidde bulunursa Rikâz değil, lükata olur. Lükata : Yeryüzünde rastgele bulunan maldır. Ahkâmı, fıkıh kitapların­da îzah edilmiştir.

Bir kimsenin mülkünde bulunan mal o kimsenindir. Fakat : «Be­nim değildir» derse, bittabi onun değil ,o mülkü kimden aldı ise onun­dur. Böylece sahibi çıkıncaya kadar ondan ötekine mürâcât edilir du­rulur, îmâm-ı Şafiî'nin deîîli : Kendisinin Amr ibni Şuayb (R. A J'dan tahrîe ettiği bir hadîstir. Bu hadîsin ifâde ettiğine göre, bir adamın bir harâbezârda bulduğu define hakkında Resûl-ü Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurmuşlardır :

«Onu meskûn bir yerde veya sapa bir yolda bulduysan îlân et. Yok câhiliyet devrinden kalma bir harabede veya meskûn olmayan bir yerde bulduysan bu sefer onda ve Rikâzda beşte bir vardır.»[569]



645/502- «Bilâl ibni Haris[570] radıydUahü anh'den rtvâyet olundu­ğuna göre, Resûlüllah Sallallahü aleyhi ve seUem; Kabeliyye mâde­ninden zekât almıştır.»[571]



Bu hadîsi, Ebu Dâvud rivayet etmiştir.

El-Münzirî : «Bu hadîs mürseldir. Onu Mâlik de «El-Muvatta» da mürsel olarak rivayet etmiştir» diyor. İbni Abdül-Berr dahi: «El-Muvatta» da da böyle bütün râvilerce mürseldir; demiştir. îmâm-ı Şafiî : «Bu hadîs, hadîscilerin ispat ettiği hadîslerden değildir. İs­pat etmiş bile olsalar, Resûlüllah (S.A.V.)'den onda yalnız mâdenleri çalıştırmaya vermesi vardır. Mâdenlerin beşte birine değil de, zekâtına âit bir şey onda Peygamber (S.A.V.)'den rivayet edilmemiştir» demek­tedir. «El-Muvatta» da Rabia tarikiyle ulemâdan birçok râvilerden rivayet olduğuna göre : «Peygamber (S.A.V.): Bilâl İbni Haris'e Ka-belİyye mâdenlerim çalıştırmaya vermiş ondan beşte bir almamış sade zekât almıştır» Beyhakî : «Mes'ele Şafiî'nin dediği gibidir» der.

Hadîs-i şerîf, mâdenlerde zekât farz olduğuna delildir. Fakat buradaki sadaka lâfzından beşte bir kasdedilmiş olmak da mümkün­dür. Birinci kavle îmâm-ı Ahmed ibni Hanbel ve diğer bazı ulemâ zâhip olmuş; başkaları ikinci kavli tercih etmişlerdir ki, bu kavi beşte bir vermenin vücûbudur.[572]


Kategoriler

- namaz - hac - umre - dua - oruc - ashab - ashabın fazileti - ticaret - cihad - abdest - ilim - haram - ölüm - iman - iyilik - nikah - hadis - kıyamet - islam - cennet - miras - sünnet - mal - fitne - Kadın - sadaka - yemin - zina - zekat - ihram - evlilik - köle - feraiz - zikir - cemaat - kurban kesmek - mescid - kısas - hayız - günah - helal - amel - gusül - borç - kibir - cehennem - hüküm - öldürmek - kafir - takva

MollaCami.Com